Can Doğan‘ın tanımıyla, “Şehir Tiyatrosu’nun Altın Yılları’ndaki şahane kadınlardan biri”ydi Şükriye Atav Boratap.
“Çalıkuşu”nda Huriye Hanım / Besime Teyze, “Sürüp Gider” de Hatça Kadın, “Kral Ölüyor”da Kraliçe Marguerite, “Ana” da Palege, “Bernarda Alba’nın Evi”nde, Bernarda, “Romeo ve Juliet’de Lady Capulet’i yaşar kılmıştı.
Ve diğer oyunlardan örneğin; “İsyancılar “, “Kadınlar “,”Beyaz Güvercin”, “Masum Irene”, “Köprüden Görünüş”, “İhtiras Tramvayı”, “Yaprak Dökmü”,” Vahşi Kız”, “Kahvehane”, “Bir Halk Düşmanı”, “Koca Bebek”, “Liliom”, “Öteye Doğru”, “Yavru Kartal”, “Her Şeye Rağmen”,” Cyrano de Bergerac”,” Kral Lear “, “Kış Masalı”, “Elektra”, “Özyurt” da önemli başarılara imza attı.
Çok sevildi, beğenildi. Takdir gördü.
Geçenlerde “Emine” filmini yeniden (kim bilir kaçıncı kez) izlerken, bugün bile aşılamamış ‘Şükriye Atav Yorumlar’nı düşündüm.
“Feryat”, “Emine” filmlerinde, tıpkı ‘Arman Duval’in babası’ gibi evladını sakıncalı bulduğu kadınlardan ayırmaya çalışan, onların fedakarlıkları karşısında gözyaşı döken, çileli bir anneydi o.
“Umutsuzlar”da Kabadayı Fırat’ın anasıydı. Çiğdem’e “Bu adamı ancak sen kurtarırsın” derken, yüzünde beliren ifadenin sahiciliğini hiç unutmadım. Hele Fırat’ı tokatladığı sahnede başlıbaşına bir roman kahramanıydı Şükriye Atav.
“Mavi Mavi”nin final sahnesinde bir başka doruğa imzasını atmıştı.
“Asılacak Kadın”da ise, değil bugün, gelecekte de aşılamayacak, hep ölçüt kabul edilecek bir yorum sergilemişti. Sesiyle, yüz ifadesiyle, tüm bedeniyle gerçekçi, inandırıcı, misli, menendi olmayan karakterler yarattı her defasında. Onların hayatları bizlerin de hikayesiydi aslında.
Gözlerindeki yeşil, gri ışık çakımları…
Keşke röportaj yapma bütün o seneleri, rol aldığı oyunları, sahnede, perdede canlandırdığı karakterleri konuşma fırsatım olabilseydi kendisiyle. Örneğin; “Buğulu bir pencere camına ne yazacağını sorabilseydim.”Kadınlar”, “Bernarda Alba”yı bir de ondan dinleyebilseydim. Ve tabii, “Peer Gynt”, “Köprüden Görünüş”,”İsyancılar”ı, Eminönü Halkevi dönemini de.
Ne tuhaf, hep derim ya, Alice’in tavşanı gibiyiz. Tek bir dakika için hep çok geç ve o tek dakika için, nedense hep çok erken…
Tiyatro Oyuncuları Derneği tarafından hazırlanmış, “Sahnede Yarım Asır” adlı kitapta Şükriye Atav şunları söylemiş:
“1917’de doğdum 1919’da ailece Rusya’ya gittik.İlk ve orta öğrenimini Rusya’da yaptım. Sibferolpol’de okurken 1931 yılında Türkiye’ye döndüm. Halk danslarındaki başarılarılarımla Küçük Kemal tarafından keşfedildim. 1932’de amatör olarak tiyatroya başladım. Bu çalışma on yıl devam etti.1942’de İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girdim. J.Anoilh’in ‘Beyaz Güvercin’, Maksim Gorki’nin ‘Ana’, Sartre’ın ‘Gizli Oturum’ u, Cevat Fehmi’nin ‘Koca Bebek’, Ionesco’nun ‘Kral Ölür ‘ü, Recep Bilginer’in ‘İsyancılar’ı başta olmak üzere pek çok oyunda oynadım. Bu yıllar içinde altmış beş civarında sinema filminde rol aldım. Tiyatroda altı ödülüm, sinemada da bir Altın Portakal Ödülü’m var.”
Hava serin ve ıslaktı. Zaman sabaha yakın… Sahneye gümüş rengi bir ışık düşmüştü.
8 Ekim 2000’de aramızdan ayrılan Şükriye Atav‘ın değerli hatırasına, her zaman saygıyla…
PINAR ÇEKİRGE