Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda 8 saat süren maraton konseptiyle açık havada sahnelenen “Vur, Yağmala, Yeniden”, savaşı ve trajik etkilerini kara mizahla anlatıyor. Oyunu, Genel Sanat Yönetmeni Murat Daltaban ve epizot yönetmenleri Bianet’ten Ceday Avcı’ya anlattı.
“Bir çocuğun kafası kopmuş. Ne söylenir bunun üstüne?”
Türlü bahanelerle çıkarılan savaşların izlerinden kurtulmak kolay değil. Sistemin sürüklediği savaşlar ve çatışmalar nedeniyle kadınlar, çocuklar, savaşa tanık olmuş her bir kimse bir daha geri dönüşü olmayan travmatik etkilerle yüzleştikçe acı çekiyor.
“Vur, Yağmala, Yeniden” oyunu da günümüzde hâlâ canlı olan bu acıları gün yüzüne çıkarıp evrensel bir gerçekliği seyircinin yüzüne vuruyor.
Mark Ravenhill‘in kaleminden çıkan Ayberk Erkay‘ın çevirisiyle Türkçeleştirilen “Vur, Yağmala, Yeniden” 9 Ekim’de Bursa’da seyirciyle buluştu. Murat Daltaban‘ın Genel Sanat Yönetmeliği’ni yaptığı 15 oyun, 5 epizot halinde, Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun 12 oyuncusu ve epizotlardaki misafir oyuncular ile Balat Atatürk Ormanı’nda sahnelendi.
8 saatlik maraton
Toplamda 8 saat süren oyunun beş epizotu sırasıyla; Mert Öner, Melisa İclal Yarımada, Ebru Nihan Celkan, Gülhan Kadim ve Doğu Yaşar Akal tarafından yönetildi.
“Vur, Yağmala, Yeniden”; bir taraftan savaş, savaşın getirdiği şiddet, açlık, çaresizlik ve insan hakkı ihlallerini anlatırken diğer yandan da bireylerin bu yıkıma nasıl ikna edici nedenler bulduğuna ve vurdumduymazlığa parmak basıyor. Seyirciler oyunda savaşın hem toplumda hem hane içinde hem de bireyler üzerinde bıraktığı etkilerden kaçılamadığına şahit oluyor.
İnsanlığın zarar görmesiyle birlikte bireylerin duyarsızlığa sürüklendiği bir güncel gerçekliği anlatan tiyatro maratonu, ağırlıkla kara mizahı kullanıyor. Bu sebeple 8 saat süren oyun hızlı bir şekilde akarken sona erdiğinde ise izleyicisini yaşadığı dünyanın düzenini düşünmeye ve birçok kez kendilerine dönüp iç dünyalarını sorgulamalarına neden oluyor.
Bir oyunda savaşın kendinde yarattığı tahribat ve yorgunluk sonrasında “Bu dünyayı kendi haline bıraksak olmuyor mu?” diyor savaşmaktan bıkan asker. Diğer bir oyunda eşi ve oğlu savaşta ölen bir kadın sorgu odasında işkence görürken “Senin demokrasin bu mu” diye soru yöneltiyor aslında izleyiciye. Oyun bitiminde ise yazar, ne için savaşıldığını ve savaşlar devam ederken nelerin arkasına saklanıp bu gerçeklikle baş etmeye çalıştığımıza dair öz eleştiri vermeye mecbur bırakıyor.
“Seyircinin salon konforundan çıkmasını istedim”
Genel Sanat Yönetmeni Murat Daltaban, Balat Atatürk Ormanı’nda açık hava tiyatrosu yaratma fikrinin hem pandemi nedeniyle hem de seyirciyi oyuna katma isteğiyle ortaya çıktığını söylüyor:
“Pandemiden dolayı seyircinin kendini daha güvende hissedebileceği, gökyüzünün altında sıcak havada oyun izlerken çok keyifli zaman geçireceğini düşündüm. Bir yandan da seyircinin salon konforundan ve salonun getirdiği pasif enerjisinden çıkmasını istediğim, seyirciyi performans yapan kişi gibi düşünmeye çalıştığım için son 1 senedir açık havaya yöneldim.”
Daltaban, “Vur Yağmala Yeniden”i daha önce ilk kez 2008’de yönetmişti. O dönemde, oyunun anlattığı hikâyelere Türkiye seyircisinin kehanet gibi baktığını ancak bugün o kehanetlerin yaşadığımız gerçekler haline geldiğine dikkati çekiyor:
“O jenerasyonunun seyircisiyle hikâyeleri biraz daha dışarıdan izleyebiliyorduk. Bizim için dışarıdan gözlemlediğimiz bir politik gelişim gibi duruyordu. Oyun, dünyanın küresel politikaları üzerinde bir farkındalık yaratıyordu. Bugün, 2021’de enteresan bir şekilde o küresel politikaların göbeğinde yer aldık. Bu jenerasyon izleyici ile nasıl ilişki kuracağını gözlemlemek için oyunu bir kez daha sahnelemek istedim. Çünkü bize ait hikâyeler haline gelmişti. Hikâyeleri konuşurken yaşadıklarımızın, tecrübe ettiğimizin ne olduğunu çok daha net görür hale geldik. O nedenle bu karşılaştırmayı yapmak benim için önemliydi.”
“Oyun döngüsel bir bütünlüğe sahip”
“Vur, Yağmala, Yeniden” metninin hem post dramatik hem post modern yapıya sahip olduğunu belirten Daltaban, 15 ayrı oyundan her birinin kendi başına çok net mesajlara sahip iken birbirleriyle de ilişki halinde olduğunu anlatıyor:
“Oyunların bütünü izlendiğinde birbirlerini tamamlayan hikâyeler olduğu ortaya çıkıyor. Yazar bunu bir bütün hikâyenin giriş, gelişme, sonuç bölümleri gibi yapmamış. Döngüsel bir hikâye yaratmış; spiralimsi bir derinleşme duygusu var. Oyunu her seyredişinizde başka bir ilişki biçimi yakalıyorsunuz.”
Daltaban, oyunların seyirciyi provoke ettiğini ve seyirciyle sıcak ilişkiler kurduğunu söylüyor:
“Hikâyenin içine girdiğinde seyircinin kaçabileceği bir yer yok aslında. Oyunların zaten 20’şer dakikalık olması fikirsel olarak kaçma opsiyonunuzu da yok ediyor. Oyunların temaları ciddi ama bir yandan sert ve karanlık bir mizahı var. O yüzden seyirciyi cezbediyor ve seyirci de yeni bir şeyle karşı karşıya olduğunun farkında.”
Öner: Karşı evi gözetliyormuş duygusu
İlk epizodun yönetmenliğini yapan Mert Öner oyunu, “Her şeyin daha sertleştiği ve dünyanın zorlaştığı bir yerde bütün meselelerle ilgili güçlü, çarpıcı, bizi düşünmeye sevk eden, etkileyen hikâyeler” olarak anlatıyor:
“Kapitalizmin daha da sertleşmesi, daha da dişini geçirmesi ile tüm dünyada özgürlük, demokrasi, adalet gibi kavramların altı boşaltıldı. Oyunlar da bu çerçevede gezdiği için şu an çok daha güçlü. Umudum bir 10 yıl sonra tekrar yapıldığında bu kadar güçlü olmaması.”
Öner, oyunları yönetirken seyirciyi edilgen halinden çıkarıp etkin kılmaya odaklandığını söylüyor:
“Seyirciler için bir oyuna şahit olmaktan ziyade yaşananları kendi evinin penceresinden karşı evi gözetliyormuş duygusunu yaratmaya çalıştım. Bununla birlikte metnin de bizi yönlendirdiği gibi kara komik tarafları ön plana çıkardık. Güldüğümüz şey, durup düşündükten sonra daha sert bir tokat gibi çarpıyor. İçinde yaşadığımız, mahkûm olduğumuz hayatın sonucu bizi güldürüyor ama sonra güldüğümüzden utanıyoruz.”
Yarımada: Yerkürede yaşayan herkes sorgulanıyor
İkinci epizodun yönetmeni ve diğer epizotlarda oyuncu olarak yer alan Melisa İclal Yarımada, oyunda farklı karakterlerin ve farklı kimliğe sahip kişilerin gözünden savaşın etkilerinin anlatıldığına dikkati çekiyor:
“Bir oyunda askerin gözünden yaklaşırken diğer oyunda savaşın bitmesine dur dememiş ya da fark etmeden savaşa sebep olmuş kişileri görüyoruz. Her oyunda birbirinden farklı ama toplamına baktığımızda neredeyse birbirinin aynısı diyebileceğimiz oyun kişilerini görüyoruz ve bu insanlar her topluma ait olabilir. Oyunlara çalışırken ‘Bunlar kim’ dediğimizde ben, sen, o, başka bir coğrafyada yaşayan kadın veya adam dedik ama kesinlikle çok tanıdığımız insanlar olduklarını gördük.”
Yarımada, oyunların izleyici ile “Sen insan olarak toplumda ne yapıyorsun? Sadece kahveni içip kenara oturduğunda, televizyonda, bilgisayarında diziler izlerken, sosyal medyada savaşları, atılan bombaları izlerken ne kadar da çok sıkılıp yeni habere geçmek istiyorsun. Bir yandan evde oturup ‘Çok üzülüyorum’ dedikten sonra dans etmeye başlayabiliyorsun” tartışmasına girdiğini söylüyor:
“Biz oyuna hazırlanırken de yaşanmakta olan savaşlar vardı. Televizyon haberlerini açtığımızda bizim provasını yaptığımız oyunlarla ilgili yaşanan gerçekleri görüyorduk. Biz sanatçı olarak görüşlerimizi, ideolojimizi sahnede ortaya çıkarıp seyirciye oradan seslenmeye çalışıyoruz. Ama yazar öyle bir şey yapmış ki bir anda sanatçıları da eleştirmeye başlıyor. Bu metnin içinde yer alan tüm karakterler yazar tarafından sorgulanıyor. Dolayısıyla yer kürede yaşayan herkes aslında sorgulanıyor gibi bir durum var. Hayat tam da bu: Hepimiz zan altındayız, hepimiz suçluyuz, hepimiz masumuz. İnsan olmanın girdabı diye düşünüyorum.”
Celkan: Her oyun biricik ama birlikte
Üçüncü epizodun yönetmeni Ebru Nihan Celkan da 2008’de “Vur, Yağmala, Yeniden”i ilk sahneleyen ekipten. Celkan, bu sefer 5 ayrı yönetmenin oyunu yönetecek olması nedeniyle heyecanlandığını söylüyor:
“İşgal, erkeklik, savaş, kadınlar ve çocuklar, savaşlar ve tüketim toplumu ilişkisi diyebileceğimiz koca koca başlıkların hanemizin içinden bizi nasıl vurduğunu anlatması çok etkileyici. Bu sefer Murat Daltaban’ın 5 ayrı yönetmenle ele almak istemesi ayrıca heyecan yarattı. Çünkü her bir epizotta ‘Acaba 5 yönetmen bu konuya nasıl bakıyor’ diye sormak, hem metnin kendisi hem benzer bir konuya farklı bakış açılarını görebilecek olmak heyecanlıydı.”
Yönetmenlerin birbirinden beslendiğini belirten Celkan, her oyunun biricik ama birlikte bir bütün olduğunu vurguluyor:
“Epizotlar arasında birçok ortak nokta görüyorsunuz. Ben bir önceki epizottan bir sembol aldım, birimiz müziğimizi devam ettirdik. Herkes bir öncekinden beslendi. Oyunlar ve metnin birbirine bağlı oluşu yönetmenleri de birbirine oyunlarla bağlamış oldu.”
Akal: Çuvaldızı kendimize batırmak gibi de…
Son epizodun yönetmeni Doğu Yaşar Akal, metnin temasında yazıldığı dönemden kaynaklanan bir bütünlük olduğunu aktarıyor:
“İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı politikalarını bir yandan sert, bir yandan çok eğlenceli ele alarak iyi yazılmış oyunlar. O yüzden hikâyeler arasında bir bütünlük var. Sürekli aynı temalar, kavramlar dönüyor, karakterler birbirine benziyor. Aynı zamanda her birinin ayrı ayrı meseleleri var. Bu yüzden kendi epizoduma dahil 3 oyunda da çalışırken çok zevk aldım. Mesela ‘Askerlerin Gidişi’ oyununda askerleri savaş bölgesinde kalan son tabur çerçevesinde daha mizah ağırlıklı bir yerden çalıştım. ‘Bir Ulus Yaratmak’ zaten sanat ve sanatçı eleştirisi. Hem çuvaldızı kendimize batırmak gibi de oldu. ‘Suç ve Ceza’ da dramatik, gerçekten iyi yazılmış, kuvvetli lafların olduğu, değişken bir ilişki söz konusu.”
“Vur, Yağmala, Yeniden” bu sezon kapalı salonda oynamaya devam edecek. Yönetmenler bahar geldiğinde ise oyunu yeniden Balat Atatürk Ormanı’ndaki açık hava tiyatrosuna taşımayı düşünüyor.
Kaynak: https://bianet.org/bianet/yasam/251742-vur-yagmala-yeniden-anlatilanlar-bize-ait