(sizin siyaset içeren, siyaset içerse salt hadi başım gözüm üstüne, Türkiye Cumhuriyeti’ne posta koyma içeren, etnik bölücü nevruz’unuza tüküreyim)
(12 yıl önceki sözcüklerimin arkasındayım)
Ne bembeyaz ömrümü, ne tertemiz sözcüklerimi kirletmek isterim adlarını sanlarını anıp da.
Geçen sene. Tam da bu vakitler. Takdir-i ilahi midir nedir, Nevruz etkinlikleri sırasında bi başkomiseri tokatladı Şırnak’ta, milletvekili hanımefendi?
Ne düşüneceğimi şaşırmıştım bi an için.
Sevinmeli miydim? Türkiye Cumhuriyeti’nin polisi olmaktan çıkmış, Fetullah Gülen’in ordusu haline getirilmiş bi kurum, çoktandır hakettiği bi tokatı mı yemişti halktan? Sesinin gümbürtüsü, taa okyanus ötesinde yankılanmıştı sanki. İçlerim yağ mı bağlayaydı, ne olaydı?
Öyle değil miydi yoksa, yanılıyor muydum, üzüntüden kendimi mi yemeliydim? Ayrılıkçı terör örgütüne ait bi şarlatan, devletimizin polisini tartaklama cüretini mi bulmuştu kendinde? Gerçek hangisiydi?
Çok düşündüm sonradan. Çok taşındım. Ellerim çenemde çok dolandım evimin içinde, ne işti bu? O güne değin ne okudumsa hayatımda, bi daha okudum. Siyaset, din, ekonomi, deneme, anlatı, hikaye, roman, Marks, Ayşegül serisi, Zagor, Cin Ali…
Adlarını anayım hadi. Bazen kirlenmek gerekir, kimi zaman dibe vurmak gibisi yoktur. Ulaştım elbet bi sonuca; Merve Kavakçı neyse, Sebahat Tuncel de oydu. Pentagon patentli ürünler, titizlikle imal edilip ömrümüze sokuluyordu tek tek.
Tayyip Erdoğan neyse, Kemal Kılıçdaroğlu oydu. Adnan Menderes neyse, Hilmi Özkök oydu. Michael Jordan neyse, Kartal Tibet oydu. (Özür dilerim, bu sonuncusu olmadı galiba)
Bunları bilerek yaşamak çözüm değildi tabi. Toparladım kendimi. Tuzağına düşmemeliydim sömürgenlerin. Bi tane Anadolu vardı hepimiz için, paylaşmaya. İyi ki yollarım kesişmiş bigün, bi yerlerde Ruhi Su üstadımla. Çok şükür ki okumuşum ‘’Irmak’’ adını verdiği şiirini.
‘’Ağaç demiş ki baltaya
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden’’
****
Tamam kardeşim, maksat birlik beraberlik olsun, sizi mi kıracağız, kutlayalım Nevruz’u.
İyi de nedir Nevruz, hangimiz tam olarak biliyoruz bu işi? Bizler çocukken neden yoktu böyle bişey topraklarımızda?
Bahar Bayramı desen, değildi. 1 Mayıs’ta kutlardık bunu. Küçüktük, bütün okul kırlara doğru gezinti eyler, güzeller güzeli öğretmenimiz için dört yapraklı yonca toplardık otların arasından. Hıdırellez desen hiç değildi. 6 Mayıs idi bunun tarihi. Minicik adımlarımızla okul müdürüne ayak uydurup, mesire yerlerine çıkardık şehrimizin. Ellerimizde, annelerimizin yaptığı yiyecekler… (En çok da bu müdür yerdi nevaleleri)
Kim soktu Nevruz’u hayatımıza, kim? Neden birbirimize düşürdüler bizleri?
Doğanın uyanışı mıdır Nevruz gerçekten, Türk soyları için? Yeni bi yılın müjdecisi midir, İran takvimi esas alındığında? Zerdüştler’de kutsal tatil günü olduğu hakikatlı bilgi midir? 21 veya 22, hadi olmadı 23 Mart’ta kutlandığı doğru mudur coğrafyasına, iklimine göre?
Kürtlere sorsan, Kawa Efsanesine dayandığı, Orta Asya milletinden fikir alsan Göktürklerin Ergenekon söylencesinden kaynaklandığı gerçek midir?
Pers kökenli midir yoksa, Farsça mıdır Nevruz? Melikşah’ın Celali takvimine göre yılın ilk günü müdür? Nedir ulan bu, nasıl bayramdır? Aman tanrım, yoksa, yoksa, bi diğer görüşe göre, Nevruz’un gerçek tarihi 31 Ağustos mudur. Değerli yazar Musa Anter büyüğüm böyle bi iddia mı atmıştı vaktiyle ortaya, yalan mı söyleyecek bu güzel adam?
Biz neyi kutluyoruz yahu Nevruz’da, böyle karışık iş mi olur? Söyletmeyin beni…
Bayram dediğin net olarak belli bi yere sırtını dayar; Çanakkale’dir, geçilmemiştir örneğin. Dağ başını duman almış, 19 Mayıs’ta güneş doğmuştur ufuktan mesela. Devrimcilerin kralı imparatorluk yıkıp Cumhuriyet kurmuştur, 29 Ekim’dir, evelallah bayramdır…
Mayıs’ın 1’idir, Taksim Meydanı’na girmiştir emekçi kardeşlerim. Bayramların hasıdır.
Üç beş tane palyaço kılıklı valinin ateşin üstünden atlamasından ibaret olan nice bayram varsa, benden uzak dursun.
Kutlayanın da Allah belasını versin.
****
Allah’ın sopası dedikleri net olarak budur.
Kocaeli’nde yapılan Nevruz kutlamalarında, pek dertli bi anneden tokat yemiş, aynı milletvekili hanımefendi.
Ne amaca hizmet ettiği çok tartışmalar götürecek bi eylemden kız evladını kurtarmak isteyen bi anne, araya giren Sebahat Hanım’a basmış tokatı.
Bi yanda, Kürt kökenli Anadolu vatandaşı bi anne. Diğer yanda, dünyanın en malum, en aşağılık senaryosunun oyuncağı Kürtçü-faşist bi siyasetçi kadın.
Bu tokatı yabana atmayın. Herşeyin özetidir. Yıllardır yazdıklarımızın, büyük bi küresel gücün yerli işbirlikçilerine karşın kelle koltukta savunduklarımızın manifestosudur.
Mübarek Anadolu toprağının tokatıdır.
Daha kimler kimler, hangi sütü bozuklar, hangi cibilliyetsizler yiyecek, göreceğiz.
Aman sakın ölmeyin bu tokatı yemeden…
(ULUS GAZETESİ
2 NİSAN 2012 P.TESİ)