18 Ekim 2020 günü Türkiye onurlu bir evladını, Bekir Coşkun’u yitirdi… Okurları büyük bir kalemi, Andree büyük aşkını, Haluk karındaşını, dostları ‘kürek arkadaşları’nı dinmeyen bir özlemle anıyor.
Yazarımız Bekir Coşkun’u kaybedişimizin üzerinden bir yıl geçti, acısı hâlâ olduğu yerde…
Dün sonbaharın ilk yağmuru yağdı Cunda’ya.
Baktım da; deniz dahi yağmuru bekliyor.
Dalgalar, sanki damlaları karşıladılar.
Demek ki; deniz olsan da damlalara ihtiyacın var.
Dün yağmur damlalarını saydım, iki eksik çıktı.
Biri sağ yanağımdan, diğeri sol yanağımdan dökülmüştü.
Sonbahar güzel oluyor buralarda ama ben ayrılıklara dayanamam.
Bu satırların yazarı, Türk basının ‘efsane’ kalemi Bekir Coşkun’u tam bir yıl önce, 18 Ekim günü yitirdik. Geride kalan bir yılda ailesi, dostları, okurları yokluğuna alışamadı, alışamadık. Hoşgörüsünü, daima gülen yüzünü, hayvan ve doğa sevgisini, sanata olan düşkünlüğünü, her şeyden öte kıvrak kalemini özledik.
BEN BİR FİLİZİM
1945’te Şanlıurfa’nın ‘Benim tepem’ anlamına gelen Tülmen köyünde doğdu. Babası Mehmet Zeki Coşkun, Nahiye Müdürüydü. Doğduğu toprakları, “Urfa öyle bir yerdir ki ne ulu çınarlar vermiştir. Ben onları arasında bir filizim” diye anlattı. Edebiyata meraklı babası ilçenin önde gelenleri ile edebiyat sohbetleri yapar, dizinin dibine de oğlu Bekir’i oturturdu. Kaleminin ve zihninin bu kadar kıvrak olmasında, bu sohbetlerin de etkisi vardı.
Muhabirlikle başladığı meslek yaşamında Türkiye’nin en çok okunan, en çok sevilen yazarı oldu. ‘Onuncu köy’de, kalemini eğmedi, bükmedi. Okurlarıyla, her yazara kolay kolay nasip olmayacak güçlü bir bağ kurdu. Zorlu tedavisi sürerken dahi kalemi elinden düşmedi. 18 Ekim 2020 günü Türk basını ve sevenleri bir efsaneyi kaybetti… ‘Onuncu köy’ hâlâ yasta…
‘Zaman’ dediler, ‘sabır’ dediler, yok öyle bir şey
Ve Andree Coşkun… Bekir Coşkun’un büyük aşkı. Sevdalısından ayrı geçen bir yılı şöyle anlatıyor:
■ Zaman dediler, sabır dediler, yok öyle bir şey… Acım büyüdü… Acıma özlem ve yalnızlık eklendi.
■ Eksikliğini evde, bahçede, yürüdüğüm yollarda, caddelerde, geçtiğim bütün sokaklarda, kaldırımlarda her yerde yaşıyorum.
■ Cunda sevdalısıydı. Bu yaz Cunda’ya gidemedim, o toprağın altında yatarken beraber keyfini çıkardığımız denize giremedim.
■ Bütün varlığımla hatırasını nasıl yaşatırım diye düşündüm. Çok sevdiği ve sevildiği okuyucuları ile nasıl buluşturabilirim diye düşündüm. Ürettiğim projeleri hayata geçirmeyi planlıyorum. Mesela; onunla ilgili düşündüğüm bir televizyon projem var.
Kürek arkadaşımı dalgalar aldı
Bekir Coşkun, yerel muhabirleri görüp gazeteci olmayı aklına koydu. Üniversite hayatına başladı ama maddi sıkıntılar vardı. Sıra gecelerinde tanıştığı sanatçılardan kanun çalmayı öğrendi. Gece kulüplerinde çalışıp harçlığını çıkardı. O dönemde keman çalmasını da öğrenip Zeki Müren’e sahnede eşlik etti. Fotoğraf makinesi satın alıp Ankara’nın Rüzgarlı sokağında yerel Hür Anadolu Gazetesinde foto muhabiri olarak ilk işine başladı. Ardından Günaydın Gazetesi ve Karadeniz Haber Ajansı’nda çalıştı. Sonra Hürriyet günleri başladı. Gazetenin en çok okunan yazarlarından biriydi ama yıllar geçip iktidar değişince yazılarını yumuşatması istendi. Aynı günlerde yakın dostu Emin Çölaşan’a da benzer baskılar geldi ve ‘hayır’ dediği için işine son verildi. Bekir Coşkun da “Biz bir kayıktaydık, kürek arkadaşımı dalgalar aldı” diye müthiş bir yazı yazdı ve istifa etti. Kısa dönem çalıştığı Habertürk ve Cumhuriyet gazetelerinin ardından 2013’te SÖZCÜ’de yazmaya başladı.
Bu sefer gidince uzun kalalım keko
Coşkun’un kardeşi Haluk Coşkun, tavla oynadıktan sonra sohbetin hep uzun bir Tülmen yolculuğu planı ile noktalandığını belirterek şöyle dedi: “Ankara’dan Urfa’ya o hüzünlü cenaze yolculuğumuzda hep bu sohbetleri düşündüm. Sesi kulaklarımdaydı: Bu sefer gidince uzun kalalım keko…”
Direnme hakkı!..
“Direnme hakkı” yasalarla verilmez……
Yasalar, direnme hakkını sadece tanır……
Ya da tanımaz……
★
Ama direnme hakkı vardır ve direnme hakkı ta doğadan gelir……
Canlı-cansız, yeryüzünde gördüğümüz her şey direnebilenlerdir, direnemeyenler çoktan gittiler……
Masa kenarındaki kedi yavrusunu ittir, henüz hiç düşmediği ve düşmenin ne olduğunu bilmediği halde direnir……
Oltaya gelen balığın çırpınışı, direnmesindendir……
Ağaçların her rüzgar eğdiğinde doğrulmaları, yaradılışlarına konulmuş direnme hakkıdır……
“Odun” de istersen……
Taş direnir……
Taş……
Toz-toprak; direnemeyen taşın un-ufak halidir……
★
Kendi bedenine bak:
Ateşte çekilen el……
Işıkta kısılan göz……
İğneyle irkilen beden……
İstersen nefesini tut; oksijen isteyen beyninin direnme hakkını göreceksin……
★
Demek istediğim; direnme hakkı demokrasinin, yasaların, devletlerin, parlamentoların, sosyal düzenlerin verdiği ya da aldığı bir hak değildir……
Direnme hakkı “var olma” hakkıdır……
Kedi yavrusundan ağaca kadar vardır……
★
Direneceksin……
Yuvanı yıktıklarında……
Çocuklarını elinden aldıklarında……
Ekmeğini çaldıklarında……
Sesini kıstıklarında……
Yeryüzünün; özgür, başı dik, çağdaş, gelişmiş, uygar, mutlu ve güvende bir bireyi olmana izin vermediklerinde……
Direneceksin……
★
★Adaletsizliklere direneceksin……
Tuzaklara direneceksin……
Yalanlara direneceksin……
Sahtekarlıklara direneceksin……
Elinden değerlerini aldıklarında direneceksin……
Zulme direneceksin…
★
★Yarasa gibi aydınlığa direnmek yerine… Hiç olmasa; bir ağaç, bir taş, bir kedi yavrusu kadar, var olmak için direneceksin……
(15 Kasım 2016)