Bu defa DÜN GİBİ HATIRLARIM adlı yepyeni bir röportaj serisine başlıyorum.
Geçen yıllara rağmen, beni terk etmeyen, perde kapandıktan sonra da benimle yaşamaya devam eden yorumlardan ve o yorumlara hayat vermiş oyunculardan bahsedeceğim size. Aşk gibi sevdiğim, sanki daha dün gibi hatırladığım: Juliet (Sevtap Çapan), Hedda Gabler (Şebnem Köstem), “Tek Kişilik Düet”in MS hastası (Ayşen İnci), Amanda Wingfield (Sevil Akı), Madam Hortance (Füsun Erbulak), Deniz (Engin Alkan), Avcı Mehmed (Murat Coşkuner), Münire (Oya Palay) Sultan Mustafa (Kosta Kortidis), Martirio (Özlem Türkad), Ethel ve Julius Rosenberg (Aslıhan Kandemir, Mert Tanık) öyle çok ki… Hiç yitirmediğim, nasıl tarif etsem, özüme, iliklerime işlemiş, bende var olmayı sürdüren. Hayatıma şu veya bu nedenle anlam, duyarlık katmış, bakış açımı etkilemiş tüm o hayal / gerçek kahramanlar. Doğru, onlarla kendim’im. Onlara aitim…
Hemen hep öyle olduğu gibi, Sevtap Çapan ile de ilk tanışmam tiyatroda gerçekleşti. Bu tanışmayı yirmi beş sene önce, İBBŞT Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilenen “Romeo ve Juliet”e borçluyum.
Hatırlıyorum, beyaz ve eflatun ışıktan bir ayla içindeydi Juliet. Ve sahnede neredeyse uçsuz bucaksız bir duyarlık fırtınası estiriyordu. Güzeldi, hatta çok güzeldi. Masallardan, efsanelerden çıkıp gelmiş gibiydi…
İtiraf etmeliyim, oyun, fakat özellikle Sevtap Çapan‘ın yorumu belleğimde derin bir iz bırakmıştı.
Şu an düşünüyorum da, Sevtap Çapan‘ın karaktere kattı o büyüleyicilik olmasaydı, bu eserle muhtemelen çok uzun bir zaman sonra tanışacaktım. Belki de hiç!
On altı yaşındaki bir kızın heyecanları, duygusal sarsıntıları, neşesi, hüznü ile Sevtap Çapan‘ın kurduğu o olağanüstü incelikli, metafizik bağ, olayı sahici kılmaya yetmişti aslında. Juliet rolünde Sevtap Çapan her şeyden önce bir dram oyuncusu. Hatta gerçek bir trajedyendi.
Kimler yoktu ki kadroda: Murat Coşkuner, Ersin Umulu, Tomris İncer, Doğan Bavli, Bahtiyar Engin, Ayşegül Devrim, Candan Sabuncu, Fırat Tanış, Burak Davutoğlu, Cem Uras, Erhan Abir…
Yağmurlu, ıpıssız bir gün sonuydu, hatırlıyorum. Dışarıda sereserpe bir rüzgar. Loş, neredeyse karanlık sahnede tek başımaydım. El yordamıyla tutunuyordum dekorlara. Uzaktan bir ses, “Sabah alacasında öten kuşun saksağan mı, yoksa bülbül mü olduğu sorusu”nu tekrarlıyordu hiç durmadan. “Tarla kuşuydu” diye fısıldadım. Bilmem, duyan oldu mu?
Başar Sabuncu’nun, yönetmenliğini üstlendiği “Romeo ve Juliet” için, “Su damlası gibi bir kız” aradığı her yerde konuşulmaya başlanmıştı. Juliet’i oynamayı kim istemez? Hele yazar ve yönetmen olarak Shakespeare ve Sabuncu adlarının birleştiği bir yapımda…
1994-95 sezonunda izleyici ile buluşan “Savaş ve Barış”da Nataşa Rastova rolüyle dikkatleri üzerine çeken Sevtap Çapan, bu söylentilerin başladığı, dalga dalga yayıldığı günlerde “Kara Melek” adlı televizyon dizisinde rol alıyordu. Ve dediğim gibi, Juliet rolüne uygun ya da uygun olmayan pek çok oyuncu talih kuşunun kimin omuzuna konacağını konuşup duruyordu kulislerde. Özellikle de bir kaç isimden bahsediliyordu epeydir.
“Tiyatroda kimi görsem yanıma gelip bana: ‘Başar Bey, dizide oynayan birini istemiyormuş, yani sen Juliet olamazsın!’ gibi sözler söylüyordu. Bir gün tiyatrodan içeri girdim, koridordan geçerken çay ocağının kapısından Başar Bey çıktı, göz göze geldik bir an, bana: ‘Diziyi bırakırsan Jüliet sensin! Bırakacak mısın?’ dedi. ‘Elbette… Yalnız yapımcılarımla da konuşmalıyım’ dedim kendisine. Yapımcılarımla konuştuğumda: ‘Jüliet bir oyuncunun hayatında ya bir kez olur ya, hiç olmaz! ‘ diyerek sağ duyuyla, samimiyetle izin verdiler. Hayatımın en güzel rolüydü. Aslına bakarsanız hep başrol ya da ana kadronun önemli rollerini üstlendiğim bir oyunculuk geçmişine sahibim. İşte bunlardan biri ‘Romeo ve Juliet’teki Juliet, ‘Tekrar Çal Sam’da Linda, bir diğeri ‘Çığ’daki Genç Kadın, ‘Türkiye Kayası’ndaki o tatlı Sevginar ve diğerleri tabii… Yalan söylemeyeceğim, onca başrolün arasında bayrak tutarak figürasyona bile çıkartıldım. Ödüllü bir oyuncunun figüran olarak değerlendirilmesi sadece bizim ülkemizde mümkün sanırım. Neyse lafı uzatıp, konuyu değiştirmeyelim şimdi.”
Sevtap Çapan ismi çok geçmeden “Romeo ve Juliet”in rol dağılım listesine yazılır. Şimdi onu iki aylık zorlu, tüm yeteneğini, yaratıcılığını ortaya koyacağı bir prova süreci beklemektedir. Bazı oyuncu arkadaşlarının kıskançlık dolu bakışları ve davranışlarını önce fark etmez, sonra da önemsemez, sahnede, kuliste enerjisini kirletmek istemez çünkü. Tüm amacı, kalplere nakşedilecek bir Juliet yaratmaktır.
“Başar Sabuncu, sert, sözünün dinlenmesini isteyen, taviz vermeyen bir yönetmendi. İstediğinin yapılması konusunda ısrarcı bir tutumu vardı. Yönetmene tam anlamıyla teslim olmayı seçen bir oyuncu olarak, Başar Sabuncu’nun talimatlarına uygun bir yorum çıkartmaya hazırdım…”
Ancak yine de
“Oyunda, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde hocam olan Aliye Uzunatağan’da, tam olarak olmasa da, oyuncu koçluğu gibi bir görev yapıyordu. Ve bazen, Başar Sabuncu’nun istediklerinden farklı detaylar konusunda getirdiği önerilerle beni zorluyordu. ‘O sahnede şöyle dur, daha yavaş dön, o replikte bir es ver…’ gibi şeylerdi bunlar. İki arada bir derede kalmıştım, anlayacağınız. Ve bir gün, provanın orta yerinde, Başar Sabuncu, aslında ‘sana söylüyorum kızım, sen anla gelinim’ dercesine ‘Sadece benim dediklerim uygulanacak, burada tek yönetmen benim’ diye bağırdı.”
Ah, o içinde Juliet’ı uyuyacak ilacın olduğu şişe…
“Başar Sabuncu, puan ışık altında, elimde tuttuğum şişe bakarak dönmemi ve bu şekilde repliğimi söylememi istedi. ‘Sabit dursam, ya da o küçük şişe bir yerde dursa ben ona yaklaşıp, uzaklaşsam ve sonra elime alsam…böylece duygu bölünmesi olmaz’ diye itiraz değil de, öneride bulundum. Kabul etmedi. Şimdi düşünüyorum da Başar Sabuncu’nun hayalinde, bildiğimiz naif Juliet yerine, o biraz ‘hırçın’ Katharina vardı sanki.”
Ya o yavruağzı gecelik
“Kostümlerimizi Canan Göknil hazırlamıştı. Uçuşan, göz alıcı giysilerdi hepsi de. Sahne gerisinde üç kişi yardım ederdi kıyafet değiştirmeme…”
Başarı ve Ceza
“Ne tuhaf, değil mi? Bizde başarı hep cezalandırılır. Yirmi dokuz yaşındaydım Jülyet’i oynadığımda. Evet, hemen herkesin gözü üzerimdeydi, yönetmen tarafından seçilmiş olmam, bu rolün hayalini kuranlar tarafından hiç hoş karşılanmadı nedense. Bana cephe alanlar oldu. Düşünsenize, sırf sahne kaçırayım diye, kulis kapısını dışarıdan kilitleyenler de. İki sezon boyunca çok şey yaşadım. Ama her koşulda, dediğim gibi, enerjimi yüksek ve temiz tuttum.”
“Romeo ve Juliet” Sevtap Çapan‘a göre, meslek hayatında önemli bir başarı ve mutluluk kaynağı olurken, ona gereksiz hayal kırıklıkları, üzüntüler de yaşatmıştı.
Ve bir iş kazası
“Bir su birikintisinde, rol gereği, koşmam gerekiyordu. Koşup demir parmaklıklara tırmanacaktım ki, birden kayıp düştüm ve parmağım sakatlandı… Başar Sabuncu bu kazadan sonra o mizanseni kaldırdı.”
Birden mercan renkli bir ışık düşüyor karşımdaki balkona. Yitik ruhlar, peşimi bırakmayan hayaletler arasındayım yine. Rahip Laurence, Tybalt, Mercutio…
Sevtap Çapan, ‘adeta kendini aşan, sahnede kurduğu şiirsel dünyanın gerçekliği üstüne oturttuğu, yankılı yorumuyla bambaşka bir Juliet olarak’, benim için, kelimenin tam anlamıyla, çoktan efsane katına ulaşmıştı.
Hep o mavimsi alacakaranlık… Kilisede mumlar sönüverdi ansızın.
Kont Paris konuşmadan önüne bakıyordu. Üst üste yutkundu.
Prens Escalus ‘Montague ve Capulet’ler arasındaki kini, kan davasını düşündü yeniden. Bir çözüm aradı, bir umut, karanlığı aydınlatacak bir alev…
Sevtap Çapan çok istediği, hayal ettiği halde, ne bir başka Shakespeare ne de Çehov karakterini canlandıramaz sahne de. Sadece yıllar sonra Kemâl Başar‘ın yöneteceği “Romeo ve Juliet” oyununda, rejisör yardımcısı olarak görev alır.
“O zamanki Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, bana tekrar Juliet rolünü önerdiğinde, daha önce oynadığımı söyleyerek, kabul edemeyeceğimi bildirmiştim.”
Hani, hep söylenir, “Macbeth” piyesinin uğursuzluğundan bahsedilir. Ne zaman sahneye konsa bir şeylerin hep ters gittiği, kötü hadiselerin peşpeşe yaşandığı anlatılır.
Nedret Güvenç‘e kulak verelim mi:
“İzmir’de ‘Macbeth’i oynuyoruz. Bilirsiniz, ‘Macbeth’ uğursuz sayılır hep. Oyun sonrası bir arkadaşımızın kızgın ampule değen pelerini için için yanmaya başlamış ve mutlak bir yangın son anda fark edilip önlenmişti.İki hafta geçmiş olmalı ki, sahnede Belkıs Dilligil’in kenevirden yapılmış peruğu, aniden parlayan barut parçası nedeniyle alev aldı.Ve bir gece tiyatro binamız yandı.Kimi elektrik kontağı dedi, kimi zaten her taraf yağlı boya, bir kıvılcım yeterliydi, dedi. Koca tiyatro yerle bir olmuştu.”
“Macbeth” gibi “Romeo ve Juliet” oyunu da şaibelidir aslında. O balkon sahnesinde Romeo ve Juliet’i canlandıran oyuncuların Eros’un oklarına kurban gittiği dilden dile, kulaktan kulağa aktarılır, bilirsiniz.
“Provalarda, hiç ummazken, tam da o balkon sahnesine çalışırken, kaç yıldır tanıdığım oyuncu arkadaşımla aramızda, duygusal anlamda bir bağ oluştu, kısa süreli bir evlilik yaşadık…”
Oldu mu şimdi, demek “Macbeth” uğursuzluk “Romeo ve Juliet” aşk getiriyormuş oyunculara… Belki kader, belki sadece rastlantı. Neden olmasın?
Yirmi beş sezon öncesi… Perde alkışlarla kapanmış. Salondan her zaman olduğu gibi en son ben çıkıyorum. Juliet rolünde Sevtap Çapan‘ın zaman ötesi bir yoruma imza attığını, Juliet olarak, bir yıldız oyuncu, bir primadonna mertebesine eriştiğini, düşünüyorum.
2024 yılının serin, enikonu soğuk bir Şubat sabahında, tam da bu satırları yazarken Juliet (ya da Sevtap Çapan‘ın, fark etmez) bütün o senelerin içinden, aynı tazelik ve güzellikle çıkageldiğini ayrımsıyorum.
Demek ki, tiyatro sanatçıları suya değil, anılarımıza, belleklerimize yazıyorlar yazılarını… Mühürlerini kalplerimize basıyorlar! Eee, daha ne olsun?