10 Mart 2013 tarihinde aramızdan ayrılan Metin Serezli’yi Pınar Çekirge’nin yazısıyla anıyoruz. Hatırasına saygıyla…
*****
Hatırlıyorum, 2012’nin Kasım ayıydı. Nedim Saban‘la yeni oyununu konuşuyorduk, tanıdık bir sesle başımı çevirdim:
“Pınar Bey, ne güzel bir söyleşiydi o. Kaç sene oldu değil mi? Ne yapıyorsunuz şimdi?”
Metin Serezli ile o an gözgöze geldim. Saçları bembeyazdı, sadece biraz zayıflamıştı. Yine çok yakışıklı, yine o yüreğe dokunan ses tonu. Kitap projesini sordum hemen. “Kaldı şimdilik, daha doğrusu ara verdim. Ama tamamlayacağım.”
Nedim, “Metin Bey belki bir sürpriz yapıp, bize oyun yönetecek” dedi. Sevindim. Son yönettiği İsim, Şehir, Hayvan gişe rekoru kırmaktayken, yeni bir oyuna daha imza atacaktı demek. Ayrılırken, o sonsuz nezaketiyle:
“Affedin ayağa kalkamıyorum, bacağımda bir ağrı var son iki gündür” dedi.
Görüşmek üzere… Görüşmek üzere… Oysa…
Ve 10 Mart 2013. Füsun Önal arıyor sabahın bir vaktinde:
“Metin Serezli’yi kaybettik. En iyi dostlarımdan birini, yönetmenimi…”
Şimdi bu satırları yazdığım dakikalarda, 1997 yılında Dormen Tiyatrosu’nda Metin Serezli ile yaptığım söyleşiyi düşünüyorum.
Metin Serezli ile tanışmam çok ötelere, hatta çocukluğuma uzanır aslında. Çıplak Ayak’ la mı karşılaşmıştık ilk kez yoksa Yüzsüz Zühtü de mi?Sonrasında Komik Para, Bu Filmi Görmüştüm, Muhteşem İkili. (Çılgın Sonbahar‘ı repliklerine varıncaya kadar ezberlediğime göre kim bilir kaç kez izlemiştim.) Yine de önyargılıydım bir araya geldiğimizde. Yaralı Kalp, Reyhan filmlerinde Filiz Akın‘a attığı tokadı bağışlamam mümkün değildi ki. Uçuşan sarı saçlar ve Metin Serezli’nin o öfkeli, hain, karanlık bakışları. Şakağında seyiren damar.
“Doğru” diyor içtenlikle, ”Hülya’yı, Türkan’ı, Filiz’i sevenler pek hoşlanmazlardı benden. Hatta büyük bir sempatiyle itiraf ederlerdi bu duygularını bana. Sinemada iyi adamı da oynadım. Zaten elli küsur filmin yarısında kötü adamı canlandırmışım..”
– 1971’de Füsun-Altan Erbulak, Nevra Serezli ve siz Kocamustafapaşa’da tiyatro yaptınız. Beyoğlu, Şişli değil de, uzak bir adres olan Kocamustafapaşa’da. Zorlandınız mı bu süreçte? Her öncüye ödetilen bedeller vardır çünkü.
– Hayır, hiç zorlanmadık. Çünkü bir iddiamız vardı. Muhsin Ertuğrul’un bölge tiyatroları projesini İstanbul’da başlatmış olduk. İnanır mısınız, Çevre Tiyatrosu’nu açtığımızda Kocamustafapaşa’da ev fiyatları, kiralar yükseldi birden. Tiyatro bulunduğu muhiti varsıllaştırır çünkü. İstedik ki, her semtte tiyatro binaları, tiyatro toplulukları çoğalsın, yaygınlaşsın. Ama maalesef! Çevre Tiyatrosu sekiz yıl sürdü, sekiz oyun, hepsi kapalı gişe oynayan… Halkın nabzını tutan, politik. Halka değer veren, halkı tanıyan bir tiyatroyduk her şeyden önce. Doğru hatırlıyorsunuz, Şişli’ye, Beyoğlu’na turneye gelirdik ve düşünün aylar öncesinden satılırdı biletlerimiz. Gün oldu, borçsuz, kavgasız kapattık tiyatromuzu.
-Sanatçının yaşadıklarına sahip çıkmasına, eğrisiyle doğrusuyla çağına tanıklık eden hatıraların paylaşılmasından yanayım..anı kitabınız olacak mı ?
– Bütün malzemem hazır ama 1991’den beri bir türlü daktilonun başına geçemedim, hep erteledim. Oysa çok şey var yazmak istediğim. Salt bir aktörün hayatı değil. Ben üniversite yıllarında başladım tiyatroya. 1955’den günümüze onca yaşanmışlık, fotoğraf var arşivimde. Tabii, anıların yanıltabilme olasılığını hep düşündüğümden, her olayı onu yaşayanların tanıklığıyla doğrulatarak anlatacağım. Üniversite kapısından girişimle başlayacak kitap. Geriye dönüşler, ileriye uzanışlar olacak. Kararlıyım bu sene, oturacağım yazmaya. Hatta ilk okuyan, fikir verenlerden biri de siz olursanız, çok sevinirim. Adını da söyleyeyim kitabımın, ‘Boş Yerimiz Kalmamıştır’. Bilirsiniz, biz tiyatrocular için en büyük keyiftir gişeye asılan boş yerimiz kalmamıştır levhası. Hep söylerim, bir oyuncu için en büyük ödül, tiyatroda var olabilmektir. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nde tiyatroya tanışmama da yer verdim kitabımda. İlk yönetmenim, hocam Avni Dilligil’di. Profesyonel anlamda tiyatroya başlamam ise Dormen ile olmuştu. Laftan lafa atlıyorum belki ama, Dormen yıllarında pek çok ‘fars’ta rol aldım. Bu oyunculuğumu da, yönetmenliğimi de etkiledi hiç kuşkusuz. Bilirsiniz, fars tarzı oyunların yüksek tempolu bir trafiği vardır, aksamaya izin vermeyen bir trafiktir bu.
– Buğulu cama ilk ne yazarsınız ?
– Nevra… Aşk.
– Aragon mutlu aşk yoktur der oysa. Aşka inanıyor musunuz ?
– Sadece aşka inanıyorum. Aragon’un pek çok düşüncesine katılıyor, ama bu yargısını asla kabul etmiyorum. Mutlu aşk vardır. Olmaz olur mu? Mutlu aşkı yaşamış biri olarak söylüyorum bunu. Aşk zaten başlıbaşına mutluluktur. Mutlu olduğun zaman aşıksındır, aşık olduğun zamanda mutlu. Benim için Nevra yaşamdır. Aşktır. Sevgidir. Mutluluğun adıdır.
Konudan konuya geçiyoruz. Gençlik Tiyatrosu günleri, Erlangen Tiyatro Festivali, 1955 yılında Süreyya Sineması’nda Papaz Kaçtı ile başlayan Dormen yolculuğu, yönettiği, rol aldığı oyunlar, ödüller, 1957 de başlayan sinema macerası, Ayşecik filmleri. Televizyon. Örneğin Olacak O Kadar Programı. Bergama Antik Tiyatrosunda on bin kişinin karşısında oynamanın heyecanı. İsmail Dümbüllü‘ye ait kavuk ve tabii Altan Erbulak. En iyi yönetmen, en iyi oyuncu ödülleri. Radyo Tiyatroları, masal plakları, seslendirme stüdyoları. Turneler. Her başarısı bir öncekini aşan, bir sonrakinin eşiği olan bütün o oyunlar.
Yarın Başka Olacaktır, Boş Beşik, Papaz Kaçtı, Ayı Masalı, Beş Parmak, Ben Bir Fotoğraf Makinasıyım, İkinci Baskı, Sokak Kızı İrma, Cengiz Han’ın Bisikleti, Müfettiş, Hangisi Karısı, Komik Para, Sylvia, Kaç Baba Kaç, Kim O?
– İzleyici yokluğu bugün tiyatronun ana sorunlarından. Ne dersiniz ?
–Tiyatro izleyicisinin eksildiğini kabul etmiyorum. İyi bir yapım, beş yüz bin olan İstanbullu tiyatroseverin sayısını bir anda beş milyona çıkaracaktır, emin olun. Duygularınızı tam olarak anlatabildiniz mi, mesajınız tam olarak izleyene geçti mi, halkla doğru iletişim kurabildiniz mi, önemli olan bu.
– Füsun Erbulak şöyle demişti: “Rol gereği aşık olanlar, on oyundan sonra birbirlerinin sıcaklığını özlemeye başlar. Kimi bastırır bunu. Kimi kapıp koyverir.” Ne dersiniz, oyun gerçeğe dönüşür mü bazen, aşk molekülleri ayaklanır mı? Yoksa aşk, sahnenin oyuncuya bir misillemesi midir?
– Kesinlikle hayır ! Katılmıyorum. Bu son derece teknik bir olay çünkü. Gelir rolünü oynarsın. Perde kapandığında her şey biter. Her şey sahnede kalır. Aksini düşünemem bile. Örneğin altmış beş oyunda rol adım şimdiye kadar. Bunun en az yarısında ya ben rol gereği birilerine aşık oldum, ya birileri bana. Dedim ya, her şey sadece sahnede kalır. Ötesi olmaz, olamaz, mümkün değil.
Gözlerim aynada asılı kalıyor bir an. Balkır çalığı gölgeler düşüyor duvara. Dönüp gitsem mi, onca yoldan hiç gelmemiş gibi, şu yağmur ıslağı kaldırımlardan koşarak. Hüzün zehir gibi akıyor içimde. Yalnızlık atmaca olup konuyor bakışlarıma. Sevinç’in (Erbulak) notunu okuyorum:
“Belki Metin Ağabey, babamla yeniden Çevre Tiyatrosu’nu kurma telaşındadır.”
Kim bilir, bütün o hatıralar… Elimin tersiyle gözpınarlarımda biriken yağmuru sildim usulca.
Altan Erbulak haklıydı:
“Dünyanın kuruluşundan bu yana OYUNCU bizlere bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Dinleyin, kulak verin ona.
Hoş dinlemeseniz, kulak vermeseniz de o size ulaşmanın yollarını bulacaktır.
Sahnede gerçek bir oyuncuyu izlerken, ondan gelen sıcaklığı, sizden ona giden sıcaklıkla karıştırıp, beyninizin kıvrımlarına yerleştirirsiniz ya, işte o zaman oyun, oyuncu, seyirci üçgeni tamamlanmış olur.
Tiyatroyu sevin.
Tiyatro bir ‘gibi’ yapmak sanatıdır.
Gerçek oyuncu aslına en uygun biçimde ‘gibi’ yapar.
Tiyatroyu sevin, çünkü ‘gibi’ olan sizsiniz.”
Bazı oyuncular vardır, izlediğiniz dakikaları bile unutamazsınız, Metin Serezli onlardan biriydi, hiç kuşkusuz. Kalite skalası yüksek, efsane katına ulaşan oyunculuğuyla, yaşar kıldığı her karakteri başarıyla icra eden, oynamamayı başararak oynayan, safkan bir aktör.
Biliyor musunuz, Metin Serezli‘nin sahnede kurduğu dünyanın gerçekliğini özledim. Hem de çok özledim…