Prof.Dr. Dikmen Gürün‘ün üst üste iki kez okuduğum “Tiyatro Benim Hayatım / Yıldız Kenter’in Hayat Hikayesi“ (Yapı Kredi Yayınları, 2015) adlı kitabının ardından, geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan “Ateş Kuşu / Semiha Berksoy” (Kırmızı Kedi Yayınları, 2024 ) kitabını da, hani derler ya, bir solukta, notlar alarak, satır altlarını çizerek, heyecanla ve çok şey öğrenerek okudum.
Semiha Berksoy’u Dikmen Gürün‘ün yanısıra Zeliha Berksoy, Ferhan Şensoy, Ali Sirmen, Bedri Baykam, Ahmet Cemal, Zeynep Oral, Ayşegül Yüksel, Müşerref Hekimoğlu, Doğan Hızlan, Selami İzzet Sedes, İ.Galip Arıcan, İlber Ortaylı, Genco Erkal, Ferid Edgü, Feridun Çölgeçen ve daha nicelerinin satırlarıyla okumak başlı başına bir yolculuktu benim için.
Nazım Hikmet, Fikret Mualla, Ferit Anlar, Yahya Kemal Beyatlı, Mithat Fennen, Semiha Berksoy imzalı mektuplar… Fotoğraflar… Sözleşmeler, resmi belgeler.
Almanya’da Wagner operalarının eşsiz yorumcusu, “Keşanlı Ali”nin unutulmaz ‘Şerif Abla’sı..
Doğan Hızlan‘a:
“Semiha Berksoy, sahneye çıkar çıkmaz, hepimiz birden onun yanında figüran olma isteği ile yanıp tutuştuk” dedirten o büyük sanatçı.
“Yaptığı resimler, oynadığı operalar, oyunlar bir yana, tüm yaşamı bir sanat eseriydi. Sanat eseri kendisiydi.Giyimiyle, duruşuyla, makyajıyla. Ve nasıl yeni, nasıl çağdaş…”
Genco Erkal‘ın bu tanımını okurken, ister istemez 1984 yılına uzandım, Haldun Dormen‘in yönettiği “Lüküs Hayat”ın ilk gecesini hatırladım. Temsil sonrası sahneye alkışlarla çıkmış, vaktiyle hayat verdiği ‘Elmaslı Dul Atifet’den bahsetmişti. Haldun Taner‘in “O sahneye çıktığı zaman deprem olur” sözlerinin nasıl da doğru ve geçerli olduğunun kanıtıydı o dakikalar.
Mustafa Avkıran ne güzel söylemiş:
“Türkiye’nin opera tarihinde ikonlaşmış bir diva…”
Diva denilince şimdilerde kendini diva ilan eden divaneler gibi değil… Bu ünvanı gerçekten, sanatıyla, bileğinin gücüyle, bıraktığı eserlerle hak etmiş bir sanatçıydı Semiha Berksoy.
Sahi, Gülriz Sururi‘nin “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” (1978) adlı kitabında “Keşanlı Ali Destanı”mı anlattığı bölümde yer alan, Semiha Berksoy‘u hatırladım birden.
Prof.Dr. Dikmen Gürün, yarına çok önemli, arşiv değeri olan bir kitap bırakmış. “Ateş Kuşu / Semiha Berksoy”u okurken, bir sanatçının ekseninde kendi düşlerimizi, hem de kendi gerçeğimizi görüyoruz. Bir biçimde taşındıkları doruktan hızla düşen, kaybolan… Dahası sahte imajlarla var kılınmaya çalışılmış, kaynar suya atılınca çekmiş pamuklu benzeri starlardan farklı gerçek bir sanatçının yaşamı var karşımızda.
Kitabı okurken etkilenmemek, elde değil. Yazar, arka kapakta yer alan tanıtım metninde de belirtildiği gibi, “Semiha Berksoy’u doğumundan ölümüne ve ölümünden bugüne hayatını anlatıyor. Onun neden ‘ölümsüz’ olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.”
Prof.Dr. Dikmen Gürün, sanatçının göz alıcı kişiliğinden bahsetmiş, mesela:
“Karmaşık bir yapısı vardı. Semiha Berksoy’da yaşam tutkusu, sanat tutkusu ve aşk tutkusu sürekli birbiriyle kesişiyor, birbirini tamamlıyordu. Bu sert kesişmelerdi belki onu aykırı, farklı ve cesaretli kılan.”
Sözlerimi, Zeliha Berksoy‘un kitabın 286.sayfasında yer alan satırlarından bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Ve 2004 yılbaşı gecesi Semiha: ‘Benim için artık her şey tamam. Bütün arzu ettiklerimi yaptım, tamamdır. Noktayı koyuyorum. Artık ne şarkı, ne sergi istiyorum, son noktayı koydum. Bundan sonrası arsızlığa girer’ dedi ve 15 Ağustos 2004 günü de uyudu.”
Aramızdan ayrıldığında 94 yaşındaydı Semiha Berksoy. Şimdi 114 yaşında… Ve o Semiha Berksoy olarak yaşamaya devam edecek. Dört yüz küsur sene sonra da…