William Shakespeare‘in yazdığı, Murat Karahüseyinoğlu‘nun uyarladığı “Venedikli Tacir” adlı gölge oyununda Mehmet Ali Dönmez, dünyada ilk kez, üstelik hayal perdesinde Karagöz, Shylock, Beberuhi, Portia, Antonio, Hacivat, Karagöz’ün eşini bir araya getiriyor.
Geleneksel Karagöz’ü, güncellemeler yaparak bugüne taşıyor ve yaşayan, hiç de yabancısı olmadığımız bir karaktere dönüştürüyor. Gölge oyunu malzemesiyle Shakespeare karakterlerini yeniden ele alıp, yorumluyor ve tiyatro formatında izleyiciye sunuyor.Dahası Karagöz’ü “bıy bıy”lardan azad ediyor. Karagöz’ün evindeki balkonu kullanıma açıyor.
İtiraf edeyim ki, hayatımda ilk kez bir Karagöz Hacivat gösterisi izleyecektim. Altmış beş yaşında, kimileri için çoktan Mamutlaşmış birinin hiç karagöz izlememiş olması ilginç, değil mi? Zaten, salona girerken “Bu çocuk gösterisinde ne işim var?” diye de düşünmedim desem, yalan olur. Hele Venedik Balyosu’nun sarayında çalışan Karagöz karşısında şaştım kaldım. Shylock’dan alacaklı olan Karagöz’ün kılık değiştirerek kendisini olayların içinde bulması ise bambaşka bir hadiseydi, hiç kuşkusuz.
Oyun sonrası Mehmet Ali Dönmez ile konuştuk.
Pınar Çekirge – Sen ve Berra Su Karaca, yetmiş beş dakika boyunca perde gerisinde adeta bir büyü yaratıyorsunuz. Öncelikle, bu her türlü övgüyü fazlasıyla hak eden başarınızı kutlarım. Karagöz’e yazar (Shakespeare) ve yönetmen eklemek, bir diğer ifadeyle dış göz kazandırmak kimin fikriydi ?
Mehmet Ali Dönmez – Öncelikle bu güzel giriş için çok teşekkür ederim, güzel sözlerle onure ettiniz. Karagöz’e yazar ve yönetmen ekleme fikri Murat Hocamın yaklaşımı. Karagöz’ü kukla ya da gölge oyunu tanımlamasının dışına çıkarıp bir tiyatro formatında yaklaşmamız da onun fikri. Bence işe yarayan ve doğru da bir hamle. Ondan öğrendiğim en kritik dokunuşlardan birisi de budur. Çünkü Karagöz oyunlarında oyunu oynatan kişi aynı zamanda oyunun yazarı, yönetmeni, yapımcısı, kuklacısı, dekorcusudur. Yani her şeyi kendi yapmak zorunda kalır. Bu bir avantaj mı tartışılır ama mutlaka dezavantajları var. Bir kere oyunun tempo, enerji, zamanlama, estetik gibi faktörlerini oyunun içerisindeyken görmek çok zor oluyor. Mutlak bir dış göz açığı var. Dış gözün olmaması perde arkasında senin hoşuna giden ama seyircide karşılığı olmayan pek çok şey yapmana sebep oluyor. Düşünsenize; karışan yok, uyarak yok, eleştiren yok, her şey sizin inisiyatifinize bağlı… Bu çok gereksiz bir yük. Mutlaka bir dış gözün dokunuşuna ihtiyaç vardı. Aynı şekilde yazar konusu. Genelde bizim oyunlar yazıya pek geçirilmez. Ya da yazılı oyun varsa doğaçlama yapılan espriler kayda alınmadığı için orada kaybolup gider. Bu yüzden kalıcı olmaz. Her şeyi yazıp çizmek ve kalıcı hale getirmek bu noktada kıymetli ve ne oynuyoruz ya da ne anlatıyoruz diyebilmek.
Pınar Çekirge – Karagöz ve Geleneksel Türk Tiyatrosu’na ilgin nasıl başladı?
Mehmet Ali Dönmez- Her şey oyunculuk bölümü ikinci sınıftayken başladı. Öncesinde Karagöz sadece isimden ve herkesin bildiği yüzeysel bilgilerden ibaretti. İki kukla karşılıklı konuşuyor ve insanları güldürüyor; bu kadar. Ama mesele o kadar da “bu kadar”lık bir basitlikte değilmiş. İkinci sınıftayken Turgut Özakman’ın oyunlarından ‘Estepa’ isimli bir kolaj oyun yaptık. Orada Fehim Paşa Konağı’ndaki Yusuf karakterini ben oynuyordum ve oyun gereği Karagöz oynatması gerekiyordu. Sahne iki dakika ya sürüyor ya sürmüyor o kadar kısaydı. İlk defa karagöz çubuklarını elime orada almışımdır. Hemen ardından Geleneksel Türk Tiyatrosu dersimizin finalleri yaklaşıyordu, hocamız uygulamalı final yapacağını söyledi. Herkesi tür konusunda (orta oyunu, karagöz, meddah) serbest bırakırken benden ısrarla Karagöz oyunu istedi. Başta ne alaka falan dedim, istemedim ama fazla inat etmedim. Bu konularda hocalarımla çok inatlaşmam, vardır bir bildiği der kenara çekilirim. İyi ki böyle yapmışım, bana bende olan müthiş bir beceriyi keşfettirdi.
Final sınavı için yoğun bir çalışmaya girdim. Sokakta bulduğum mobilya atıklarını marangoza götürüp Karagöz perdesi yapmak istediğimi ama paramın olmadığını söyledim, “Öğrenciye canımız feda yeğenim” dedi. Evdeki çarşaflardan birini ona gerip bir sahne haline getirdim. Asetattan yaptığım basit kuklalarımla bütün okula açık bir sınav formatıyla gösteri yaptım. Acemi ve amatör olmama rağmen çok güzel reaksiyonlar ve geri dönüşler aldım. Hazırladığım oyun totalde 25 dk sürecekken, seyircinin eğlenmesiyle 40 dk ya kadar çıktığını hatırlıyorum. Oyun sonunda da hocam gelip “Mutlaka devam etmelisin, boşuna istemedim senden bunu” dedi. Çok mutlu olmuştum. O gün bugündür oyunculuğun yanı sıra Karagöz de oynatıyorum. Hatta o dönem, otostopla Türkiye’yi geziyordum. Yanıma portatif küçük bir karagöz perdesi yapıp kuklalarımla beraber gezmiş ve sahilde, turistik bölgelerde hemen perde kurup oyun oynatarak harçlığımı çıkarmıştım. Sonra bu sokakta Karagöz oynatma olayı artmaya başladı ama sanırım sokakta Karagöz oynatan ilk sanatçılardan biri olabilirim. Karagözle ilgili serüvenim böyle başladı.
Pınar Çekirge – Oyun esnasında bir perdenin arkasında olduğundan ötürü seyirciyi görememek, olası tepkilerine tanıklık edememek nasıl bir duygu?

Mehmet Ali Dönmez
Mehmet Ali Dönmez- İnanılmaz tedirgin edici bir durum. Bildiğimiz tiyatro formatında seyirciyle karşı karşıya olma ya da karşılıklı oynama durumuna alışık olduğumuz ve sürekli bu formatta pratik yaptığımız için bu oyunda farklı bir gerginlik yaşıyorum. Çünkü alışık olduğumuz formatta şunu biliyoruz; oyunun temposu düşse ya da yolunda gitmeyen bir şeyler olsa, her şey gözle görüldüğü için o an sahne üzerinde bunu kurtarma ya da telafi etme şansınız var. Tempo düştüyse oyuna biraz daha yüklenirsin, seyircinin sıkıldığını gördüğünüz de enerjiyi ona göre dengelersin. Ya da konu oyunla alakalı olmasa bile –bazen oluyor- o gece seyircinin sinerjisi tutmamış olabiliyor ve en iyi komediyi de oynasan seyirci tepki vermek istemiyor. Bunların hepsini seyirciyi görebildiğin formatta, yönetebilme ve kurtarabilme şansına her zaman sahipsin. Ama gelgelim Karagöz’ün biçimine… Söylediğiniz gibi seyirciyi görmüyorum. Bu durumun, arkada bize kalp krizi geçirtecek kadar etkili bir baskısı var. Çünkü dışarıda ne yaşanıyor bilmiyorum. Seyircinin durumu ne, kaç kişi, kalabalık mı az mı, kaçı kadın kaçı erkek, yaş skalası ne yaşlı mı genç mi orta yaş mı?.. Bunların hiç birinin cevabı bizde yok.
Cevabı olmamasına rağmen seyircinin etkileriyle güzelleşen biçimde bir oyun yapıyoruz. Bu da işin sürprizi ve paradoksu. Bende bu oyunda, seyirciyi göremediğim için onları duymaya çalışıyorum. Sadece ses olarak değil, enerjisel olarak da duymaya ve hissetmeye çalışıyorum. Seyirci salona girdiği ilk andan itibaren sadece buna odaklanıyorum. Yerlerine yerleşirken kendi aralarında konuşuyorlar; günü nasıl geçti, yolda başına ne geldi ya da salonun düzeni, oyunun konusu vs.. Bu sohbetler arkaya uğultu şeklinde gelse de genel enerjiyi ölçmeye, tartmaya ve seyircinin ruh halini çözmeye çalışıyorum. Sonra oyundaki esprilere verilen tepkileri ölçüyorum. Nereye gülündü ve neden gülündü? Bu şekilde de yaş, kültür seviyesi, cinsiyetler vs gibi durumları ölçüyorum. Reaksiyona göre oynayış enerjim değişiyor ve o güne özel şakalar çıkarmaya çalışıyorum. Bu durum oyunun sonuna kadar devam ediyor. Çok zor ama çok heyecan verici. Bazen yaptığım espride reaksiyon aldığımızda Berra ile ile dönüp birbirimize göz kırpıyoruz ya da fısıldaşıyoruz. Süreci nasıl yöneteceğimizi saliselik bakışlarla aldığımız kararlar belirliyor.
Pınar Çekirge – Kukla karakterleri kim imal ediyor?
Mehmet Ali Dönmez – Karagöz tasvirlerini kendim yapıyorum. Önce tasarım yapıp çiziyorum sonra onu nevregan bıçaklarıyla deriye işliyorum. Bir hayli meşakkatli ve sabır gerektiren bir iş. Benim gibi tez canlı biri için resmen bir terapi oluyor. Ama bu oyunun tasarımları Murat Hocam’a ait diyebilirim. Bana ne yapmam gerektiğini genel taslak halinde gönderdi ben de ufak tefek yorumlar ekleyerek deriye işleyip kukla haline getiriyorum. Bu işte en sevdiğim olaylardan biri de bu aslında. Zor ve meşakkatli bir kukla yapım sürecinin ardından tamamlanmış halini elime aldığımda gülümseyerek bi 10-15 saniye birbirimize bakıyoruz. Her detayını ilk defa görüyormuş gibi inceliyorum. Hepsi evladım gibi resmen, asla hiç birini gözden çıkaramıyorum.
Pınar Çekirge – Bu projeyle dünyaya açılmayı düşünüyor musun?
Mehmet Ali Dönmez– Kesinlikle. Çalışmayı ve üretmeyi çok seviyorum. Neredeyse her günüm masa başında geçiyor; ya bir şey okuyorum ya bir şey yazıyorum ya da bir proje tasarlamaya çalışıyorum. Boş durmayı hiç sevmiyorum. Öğrencilik yıllarımdan beri “aman şimdi biraz dinleneyim de şu dönemi boş geçireyim” dediğim bir yılım olmadı. Mesleğe göre daha yaşım çok genç. Önümde ne yaşayacağımı, ne kazanacağımı, ne kaybedeceğimi ve heybeme neleri dolduracağımı bilmediğim uzun bir meslek hayatı var. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Yaptığım işlerle sadece ulusal alanda değil, uluslarası camiada kabul görülen bir sanatçı olmak istiyorum. Bunu da mutlaka kendi kültürüm, geleneğim, tiyatro anlayışım üzerinden inşa etmek istiyorum. Kendi öz tiyatro geleneğimi yeni bir biçim ve formatta günümüzün dinamiklerine uygun bir şekilde güncelleyerek sahneye taşımak. Yani, yerelden evrensele ulaşmak. Bu noktada Venedik Taciri benim için çok güzel bir adım ve bunu elbette değerlendirmek istiyorum.