Tahminen Ağustos ayının ortası civarı şehir tümüyle boşalır, caddede-sokakta adam kalmaz, herkes bahçesindeki fındığı toplamak üzere köyüne çekilir.
Bu konuda kara bahtlıyım biraz. Köyümüz, fındık bahçemiz ve dolayısıyla fındığımız yok bizim ailecek. Şimdi lafı evirip çevirip, şehir çocuğuyum diye gösteriş yapacak falan da değilim, aksine köy kültüründen uzak büyümeyi eksiklik sayan bi insanım.
Keşke, yılda sadece bigün, salt değişiklik olsun diye köy yüzü görenlerden olmasaydım. Daha iyi bi yazar olabilir miydim bu sayede, kim bilir? Ama daha esaslı bir insan olacağım kesin;
Köy yüzü görmek gün yüzü görmek gibi bişeydir.
****
Pazar günüydü. Bilmem kaç yıl önceydi.
Yine bu vakitlerde gitmiştim, bi ahbabımın davetine icabet edip, köyündeki bahçesine. Anlatsam destan olur, susarsam bostan olur, ne güzel geçmişti koca bi öğleden sonra.
Elma ağaçları, armut ağaçları… Siyah üzümler, yeşil üzümler, böğürtlenler… Erikler, kayısılar, benim şehrime özgü mahalli otlar… Yan taraftan geçen dere… Kuyudan fışkıran su… Azıcık kafanı kaldırsan mutlaka ufukta görünen adı Kara kendi masmavi deniz… Hayır, yanımda üç-dört tane huri yok ki; cennete düştüm sanayım.
(Ne hurisi, aksi gibi eşimle gittiydim)
****
Nedense aklım bi köşecikte duran dut ağacına takılıp kalmış o geçmişteki gelişimden.
Bu beceriksiz ellerimle, fındık toplayanlara yardım edecek halim yok ya. Gittim, doğruca onu buldum yine. Eski bi dosta sarılır gibi kucakladım gövdesini. Ölümlü kalımlı dünya, bi dahaki seneye birbirimizi görebileceğimiz ne malum?
-”Nasılsın dostum kaç yıldır, hiç değişmemişsin yahu” dedim usulca, kabuk tutmuş kulağına.
-”Seni biraz kocamış gördüm Gürsel’im, sevdalık mı çekiyon ula yoksa ” dedi en şefkatli sesiyle bana. Dut ağaçları da konuşur bazen.
Köy yüzü görmek, gönül gözüyle görmek gibi de bişeydir.
****
Gidişte, tek yabancı bendim köy dolmuşunda.
İç içeydi, gönül gönüleydi herkes. Nur yüzlü amcalar, yaşlı teyzeler, gencecik kızlar, delikanlılar, herkes birbirini yedi göbekten tanıyordu araç içinde. Haremlik-selamlık yoktu aralarında.
Dostluğun böylesini, şamatanın bu denli hakikatlisini görmedim ömr-ü hayatımda. Yarım saat süren yol boyu, kimisi gözlerimi dolduran, kimisi gülmemek için dudaklarımı ısırtan ne muhabbetler dinledim, bilseniz bi.
Köye bikaç kilometre mesafede bir fırının önünde duruldu sözgelimi. Herkes indi dolmuştan ekmek almak için. Sanırsın seferberlik ilan olundu memlekette. Karşı yönden gelen araçlarda bulunanların tamamı da tanıdıktı, selamlaştılar.
Din tüccarlarının dillerine slogan olup kirlenen ”Selamın aleyküm” sözü, ne de temiz duruyordu Anadolu insanının ağzında. Selamların hasıydı.
Fırıncıya da, fırın personeline de, hemen yanda bulunan kahvede oturanlara da isimleriyle hitap edildi. Hayırlı işler dilendi hep bir. Şaşırdım kaldım, onlarca insanın birbirini bu denli yakinen tanımasına…
****
Kilitli değildi hiçbi evin, hiçbi kamyonun-minibüsün kapısı…
Bi tanecik olsun sıkmabaşlı da görmedim köy yerinde. Teyzelerimin eşarplıydı çoğu, genç kızların başları açıktı genelde. Olanda da hafiften bi başörtüsü… Tekbi adet çember sakallı herif da çıkmadı karşıma köy meydanında. Aksine, hoşsohbet, görmüş geçirmiş insanlardı yanımdan her gelip geçen.
Bu işlerde bi hile, bi yanlışlık var. Kömüre, avanta makarnaya göre oy verecek insanlara benzemiyordu gördüklerimin hiçbiri.
Köylümüze kurban olsunlar, kurban!
Sakın şehirlerde-varoşlarda dönüyo olmasın siyasetin bunca kirli dolapları? Köyden kente gelenler çaresiz, tuzaklara düşüyo olmasınlar?
Gözlerimle gördüm bikez daha, köyünde duran adam gayet kendinden emin, dağlar gibi dimdik ayakta. Parti kim, siyaset kim? Şehirdeki kaypaklarda olmasın sakın bunca kabahat?
Köy yüzü görmek, adam izi sürmek gibidir de biraz.
****
Fındık falan dedim, Fiskobirliği soracaksınız bana şimdi, halları nicedir?
Söyleyivereyim hemen. 4+4+4 ucubesinden sonra eğitim sistemimizin hali niceyse Fiskobirliğinki de öyledir.
Bütün üst düzey eski komutanları hapse tıkıp, takkeli-şalvarlı paşaya işlem yapmamak neyse fındık politikası da odur. Basınımız nasılsa bugün, Ata’nın isteğiyle kurulmuş bilcümle Birlik’lerimizin vaziyeti de oncadır.
Voleybolcu kızlarımızın bacaklarını mozaiklemek neyse, kooperatifçilikten anladıkları da o kadardır. Sanata tükürmek gibidir, olsa olsa ekonomi bilgileri.
Almışlar ellerine talimatı, kimse fındık üretmesin, Fiskobirlik devreden çıksın, ihracat en aza insin. Tarım bitsin, köyler bitsin, köylülüğün asaleti bitsin.
Manzara-ı umumiye budur.
****
Bu yazı 30 Ağustos gününe çok az bi zaman kala kaleme alındı. Hem duygulu, hem coşkulu, hem de hüzün yüklüyüm, kardeşlerim. Bütün okurlarımın Zafer Bayramlarını şimdiden, can-ı gönülden kutluyorum.
Dünya tarihindeki en büyük bahtsızlık; şehit kanlarıyla sulanmış şu mübarek memlekette, 2023’de, Cumhuriyetimizin kuruluş ayarlarını değiştirme düşleri görebilenlerle, tahammül sınırlarımızı zorlayıp, bi arada yaşamaktır.
Oysa!
Büyük Taarruz 1922’de yapıldı malumunuz. Gerekirse 2022’de bikez daha yapar, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek isteyenlere bu vatanı dar ederiz, kimsenin kuşkusu olmasın!
Muhtaç olduğun kudret mi dediniz? En yakın köye gidip bi dut ağacına sarılın, sorun.
O size söyler, nerededir…