Özge Korkmaz’ın hem yazarı hem oyuncusu olduğu ‘Mutlu Değilim Ama Kahrımdan da Ölmüyorum’, Hasret ve etrafındaki kadınlar vesilesiyle bilhassa kadınların empati kuracağı hareketli bir öykü anlatıyor.
Bahar Çuhadar’ın Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:
Henüz 30’lu yaşlarının başında, yalnız bir anne. 4 yaşındaki çocuğuna ‘uyku eğitimi’ vermeye çalışırken karşılaşıyoruz onunla. Açılış sahnesinde bir dizi kıyafet denemiş; belli, bir randevusu var.
Az sonra çocuğunu annesine teslim edip çıkacak. Hasret, daha ilk dakikalardan fark ediyoruz ki, kendiyle dalga geçmeyi iyi bilen kadınlardan. Sıkı bir gözlemci de… Bizi karşısında yakalamışken içinden ve başından geçenleri, etrafındaki insanları, en çok da kadınları anlatacak.
Işığı bulur…
Hasret annesini beklerken bir yandan da oğluna kademe kademe uzaklaşma yöntemiyle yalnız uyumayı öğretmeye didinir. (Oyunda adı geçmese de Kim West yöntemidir bu ve esasen uyku eğitimi ve o esnada ‘hatırladıklarından’ yola çıkan bir oyunda bu dipsiz yöntemler silsilesiyle biraz daha ‘oynamasını, eğlenmesini’ beklerdim metnin.)
Özge Korkmaz’ın yazdığı ve anlatıcı/oyuncusu olduğu oyun, Hasret’in bu açılış anında anımsadıklarının izinde, hayatına hızlandırılmış bir bakış atmasını içeriyor. 90’ların sonundan bugüne uzanan çocukluk anıları, evliliğe bağlanan çocukluk aşkı, annelik, hızla tükenen bir evlilik ve en nihayet ‘mutlu olmasa da kahrından da ölmeyen bir kadın’ olarak yeniden ayağa kalkmaya hazır bir kadının anlatısı bu. Ana aksına anneanne-anne-kızın, yan hatlaraysa bu üç kadının çevresindeki yakın akraba, arkadaş kadınları ve onların hayatlarındaki erkeklerle ilişkilerini yerleştiriyor oyun. Ve yolun ucunu umutlu bir tonla kadın iyileşmesine bağlamaya niyetleniyor. Anneannenin kaderi anneninkini andırır, kız da neredeyse annesinin yaşadıklarını tekrarlarken nihayet kapıyı aralayıp ışığı bulur…
Dedim ya, Hasret iyi gözlemci. Haliyle de iyi bir anlatıcı. Her ne kadar oyun metni tekil hikâyeleri, bütünün içinde birbirine bağlanma konusunda tökezlese de sahnedeki anlatıcı karakter bir dolu kadını neredeyse bire bir yaşayarak aktarma konusunda hayli mahir. Seyirci olarak kendimizi Hasret’in -yer yer dağınık olsa da- zihninin içinde yabancı hissetmiyor, anlattıklarıyla çizmeye çalıştığı dünyasında eğreti durmuyoruz. Aksine bize tüm şeffaflığıyla evini, kalbini, aklının içini açıyor, rahatça yerleşip izliyoruz…
Hasret’i hem yazan hem de sahnede sırtlanan Özge Korkmaz iki parça ahşap dekor ve değişen ışığın içinde, çok yüksek bir enerjiyle, seyirciyi hep anın içinde tutarak, ürettiği komedinin tadını çıkara çıkara, arada hüzünlendiren ama
bolca da eğlendiren bir performans sunuyor. Seyirciyi -en çok da kadınları- daha başta ismiyle kalbinden yakalamayı başaran oyun, bu etkiyi birkaç nokta atışı tespit ve ifadede de sürdürüyor. Lakin bütüne baktığımızda oyunun metninde de rejisinde de bir odak sorunu hissediliyor. Hikâye anlatımına dayalı, tek kişilik oyunlar güçlü metin-iyi performans-çarpıcı reji dengesini tutturamadığında oyunun ağırlığı da eksik kalıyor…
İyi vakit geçireceğinize, Hasret’le empati yapacağınıza şüphe yok. Ama artık tek kişilik oyunların çıtayı daha yukarı koymasını, oyuncu performansına yaslanmaktan öteye uzanmasını bekliyoruz.
BAHAR ÇUHADAR