Madem, bu yola baş koymuşum, dersime de iyi çalışmıştım tabi.
****
1923’te kurulan Bilgi Yurdu’nun ”reisi”, kıymetli aile büyüğüm, Can Akengin’in şiir ve nesirlerini okuyup, hakkında yazılanlara-anlatılanlara erdikçe, neler öğrendim neler. Ve neler düşündüm neler.
Geliniz, birlikte o eski günlere doğru bi yolculuğa çıkalım.
* Bursa’da ölen bi nişanlıdan söz edilir Can’ın yaşamında. Bu vefatın Can’ı perişan ettiği anlatılır. Aramızda çok konuşmuşluğumuz vardır hatta bu kızcaazın adı ”Sevgi” olabilir mi acep diye? Hiçbi veriye sahip olmayan bi sezgidir sadece, bense artık Bursa’daki nişanlının gerçek olmadığını, bi ”şair tahayyülü”olabileceğini düşünmeye başladım.,
* Pekçok satır mevcut bu anlamda. Can, en çok anasına düşkün. Kime çekmişim ki zaten? Baba, Mahmut Kaptan, o zamanların anlayışı gereği 2 eşli. Bilemem belki de 3? Artık bu da bilinsin, gizleye-saklaya bi asır geçmiş her nedense, Can’ımızın anası Hürmüz Hanım Gürcü. Belki Müslüman bile diğil, sadece burası soru işareti.
* Büyükyalı diye bi yer var 110 yıl öncesinin Giresun‘unda… Tuzpazarı diye, Küçükyalı Boğazı diye, Suluhan Arastası diye, Asmaaltı Meyhaneleri diye, Demirkapı Limanı diye, Yüksek Kahve diye, Boğacak Deresi diye… Buralar, günümüzde nereler? Bilmek isterdim.
* Limandan gemilere fındık yüklenirmiş hiç durmaksızın. Şehirde, resmen başka hiçbi konu yok? Her makalede bi biçimde bu işlenmiş. Osmanlı’nın borcunu fındık ihracatı ödedi diye çok yazmışımdır bu sütunlarda. Lütfen anımsayınız.
* Gurbetteyken, vapur ilanlarında falan ”Giresun” adını gördükçe içleniyo Can. Bizlerin İstanbul’da 28 plaka görüp hüzünlenmemiz misali. Bazı şeyler hiç değişmeyecektir Giresun’da.
* Giresun’dan, 100 sene önce de ”eski güzelliğinden çok şeyler yitirmiş” diye söz edilmekte? Şaşakaldım? Allah Allah yahu, aynı şeyleri bizler de söylemiyor muyuz bugün? Eski fotolara bakıp bakıp, bu güzelliği bozanlara lanet okumuyor muyuz? Hem ne tuhaf, hem ne hoş di mi? Bu kadar mı güzel olurmuş bi şehir?
* Hey 15’li 15’li türküsünün Giresun’a ait olduğunu iddaa ederdi büyüklerimiz. ”Hayır, Tokat türküsü işte, saçmalamayın” derdik cevaben. Can’da bunun bizim türkümüz olduğunun ipuçlarını okudum.
*Şimdilerde salt bi cami ve 3-5 eski dükkândan oluşan muhit, anlı-şanlı Hacı Hüseyin Çarşısı imiş eskiden. Arkada mezarlık, abdest alınan çeşmeler, vb vb… Büyük bi çarşı imiş.
* Belemit diye uydurmuşuz belki de. Can doğrusunu yazmış; Palamut Taşı. O zamanı bizzat yaşayanlardan daha iyi bilecek halimiz mi var? Şu konuda bile anlaşamıyoruz arkadaş! (Bilemeyenlere; denizin ortasındaki kayalığımız)
*Fırın kavramı… Kıymalı-yumurtalı-peynirli-pastırmalı pazar günü pideleri… Gıymalı kültürümüz o zaman da varmış yani. Gurban olurum fırında kuyruk bekleyen Can’ımıza. Pelerinine un bulaşmış mıdır?
* Helva sohbetleri? İlk kez duydum. Nedir bilmiyorum. Bilen varsa lütfen hepimizi aydınlatsın. Karagöz ve Hokkabaz oyunları kahvelerde… Ne güzeldir ortam, kim bilir? En azından her lafın başı küfür diğildir.
* Çok güldüm. ”Has yeenim” hitabı o dönemde de var imiş!
* Efsane belediye başkanımız Kaptan Yorgi’nin 1885-1904 döneminde görev yaptığını, pekçok hizmetinin yanı sıra ” Şebinkarahisar Şosesi’ni” de şehre kazandırdığını biliyoruz. O şosenin bugünkü meşhur Gazi Caddesi olduğunu da bilelim.
* Gazi Caddesi kaç yılında yapılmış, valla bulamadım hiçbi kayıtta. Ama Hacı Hüseyin Çarşısı’nın şehrin merkezi olma niteliğinin, bu yolun yapılmasıyla ve ayrıca 1914 seferberliğiyle bittiğini biliyoruz.
* Valla kendi mahallem diye demiyorum, harbiden öyle esaslı bi merkezmiş ki Hacı Hüseyin, misal Kumyalı insanımıza, şaka yollu da olsa ”Öte yüzlü” denirmiş.
* Bilmeyenler şöyle hayal eylesin; şehrin sahilinin bi tarafı km.lerce kayalık, öte yüzde kalan diğer sahil uçsuz bucaksız kumsal… Var mıdır böyle bi turizm cenneti? Eh işte ön taraf deniz zaten… Arkaya doğruysa; Kale mahallesi, Söken, Kapu, Sazlık, Depboy, Saytaş, Çınarlar, Sokakbaşı, Lonca, Sütlaş mevkii… Gerçek Giresun bu kadarcık. Ben doğruyu yaziyim de kim darılırsa darılsın.
* Can’a ”Şair Bey” diye hitap edilirmiş. Ne güzeldir?
* Micanoğlu’nun vurulduğu seneden de söz ediyo Can. Ne kadar büyük bişidir, iki Can’ımız aynı devirde soluk almışlar bu şehirde.
* En yakın dostlarından, Osman Fikret Topallı’nın notlarından öğreniyoruz; Can Akengin’i rakı içmeden cemiyet hayatına sokmak mümkün olmazmış! Osman Fikret dedemiz bu içme eylemini ”çakmak” diye tanımlamış ve Can’ın tek ”günahı” buydu diyerekten girmiş söze.
* Hacı Hüseyin sahilinde ”Yümsek Kahve” denilen bi kıraathane, onun hemen dışında ”kıç üstü” denilen bi sedir var imiş. Tahminen kahve personeli, ya da bi gariban yatardır o eskilerin ”peyke” dediği yerde. Bugünkü Bilgi Yurdu’muzun da girişine mutlaka ”kıç üstü” diye bi sedir yaptıracağım, söz veriyorum.
* Ordu’da ”Tıfli” adında bi şair yaşar imiş. Can’la sıkı dost olduklarını anlıyoruz. Can, Ordulu şairlere ”Birleşin yoksa dağılıp yok olursunuz” diye seslenmiş… Bu çok garip, çok… Yani dünyanın en birleşilmeyen kenti Giresun’dan bi adamın çıkıp, komşu ile öğüt vermesi… (Bu konu hakkında bazı yarım yamalak bilgilerim var. Can’ımız da Bilgi Yurdu’ndaki bazı fikir ayrılıklarından dertli… Bu detaya daha sonra gireriz)
* En ilginci, en komiği… Can ve arkadaşları tiyatroya, oyunu izlemekten çok, seyircileri izlemeye giderlermiş.
* Can Akengin mizah öyküleri de yazmış. Bunlarda genelde mizah unsuru olarak; ”bi ortamda bulunan herkesin o anki konu üzerine konuşması” , yani laf curcunası yöntemini kullanmış. Allah günah yazar mı, ben çok da gülemedim.
* Şimdi buyurun ağlayalım. Bi düzyazısından aynen kopyalıyorum azıcık bi bölüm. Can’ımızı en iyi bu paragraf anlatır diye düşünüyorum;
”Berber dolabının üstünde, işlerin gömlek gömlek sararttığı, sineklerin bıdık bıdık noktaladığı bir resim vardı, büyüüük bir firkateyni hümayun taş basması ki; kaim bir zincirle şamandıraya bağlı olduğunu unutarak bütün yelkenlerini açmış, hatta şişirmişti. Bu gemi ile biz birbirimize ne kadar benzerdik! İkimiz de aşmağa, açılmağa kalkınmıştık; fakat ikimiz de… Evet, ikimiz de bağlıydık. O kalyon zadeyi bir saç mandalın boynuz yerine… Ben zavallı Kaptanoğlu’nu da bu basık kahvenin en güz yerine kıskıvrak kösteklemiştiler”.
****
Değerli arkadaşlar,
Can Akengin köşklerde-konaklarda, 5-6 tane hizmetkâr ile büyütülen bi çocukluktan gelmedir. Ama yaşadıkları, yaptıkları, amaçladıkları bu ”zade” aileye uygun diğildir maalesef. (Kantocu gayri Müslim kıza âşık olması, işle-güçle, ticaretle diğil sanatla uğraşması, bonkörlüğü, muhteşem giyinmesi, havailiği, dünyayı takmaması, incecik ruhu, okulu bırakması, hayata küsmesi, inzivaya çekilmesi, tabutlarda uyuması falan filan hiç de ”hoş görülür” şeyler diğildir malumunuz!!!)
Göğsümüzü gere gere övünülecek bi adamı gizlemişler bizden büyüklerimiz. Sakın O’na benzemeyin demişler bi nevi. ”Sağlamcılık” deyiniz buna. Sanat ne, şiir ne, aşk için ölmek ne?
Yitik şair, kendi öz ailesinde bile yitikmiş yani.
Çok yazık çok yazık çok yazık! Vardığım karar budur. Ama yolundan dönersem namerdim!