Pınar Çekirge, 15 Mayıs 1981’de aramızdan ayrılan Mete İnselel’i yazdı…
Bugün 15 Mayıs. Mete İnselel’in aramızdan ayrılışınının yıldönümü. Yine hasretler durağındayız. Yine hüzünlü ve bir başına…
Aksaray Köşebaşı Tiyatrosu’nda Fehim Paşa olarak fırtınalar estiriyor, alkışını alıyordu. Rolüyle nasıl da kaynaşmıştı, bilseniz. Hele Şan Tiyatrosu’nda o son temsil akşamı…
Nice zorluklar, yokluklardan çıkıp gelmişti aslında.Parasızlık.Tozlu, köhne kulisler. Daha işin başında, “Oyuncu adama kız vermem” diyen bir kayınpeder. Hep okuyor, klasikler, felsefe kitapları, bulmacalar elinden düşmüyordu. Yapmak istedikleri vardı. Yaşamı boyunca hep içinde bir yerlerde gizlediği, unutamadığı özlemler… Oynamayı planladığı roller vardı. Yorgundu oysa. Söze dökmese de yorgundu. Setler, kameralar, provalar… Bitmeyen geçim sıkıntısı. Borçlar.
Takvimler 15 Mayıs 1981 Cuma gününü gösteriyordu. Henüz kırk iki yaşındaydı. Sadece kırk iki.
“Mete İnselel direndi. İstanbul’da çeşitli özel tiyatrolarda, usta oyuncuların yamacında, küçük roller aldı. Hepsinden bir şeyler öğrendi. Sonra sonra sahne sempatisi, konuşma tarzı, tipi ve candanlığı ile daha önemli rollere yöneldi” diyor Haldun Taner ve şöyle devam ediyor :
“Kanlı Nigar’daki ‘İmam’ rolü ile kendini İstanbul halkına kabul ettirdi. Sonra film çarkına kapıldı, popüler bir aktör olup çıktı.”
Daha öğrencilik yıllarında aklına koymuştu. Oyuncu olacaktı. Hoş karşılanmadı bu hayali elbette. Adam olmayacağı (!) belliydi. Söylenenlere, öğütlere kulaklarını tıkadı. Kararı kesindi. Hiçbir surette geri adım atmayacaktı. Atmadı da. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni geride bıraktı. Ağır kırılmalar, bedeller ödemeye hazırdı. Bu onun hayatı, onun seçimiydi… Tiyatrodan vazgeçmeyecekti.
Eskişehir Yeşil Sahne, Eskişehir Oda Tiyatrosu, Eskişehir Belediye Tiyatrosu, İstanbul Arena Tiyatrosu, Üç Maymun Kabare, Ayfer Feray Tiyatrosu, Çevre Tiyatrosu, Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu…
Sultan Gelin, Karaların Memetleri, Kargalar Okulu, Aceleci Kalp, Bulvar, Yerma, Müfettiş, Şarkıcı Kız, Anastasia, Bir Küçücük Aslancık Varmış, Kanlı Nigar, Yedi Kocalı Hürmüz, Utanmıyorum Üşüyorum, Aman Paşa Biraz Daha Yaşa, Aç Koynunu Ben Geldim, Şehvet Kurbanı Şevket, Teyzeler Karıştı, Dök İçini Rahatla, Sağım Solum Sobe, Yüzsüz Zühtü, Kim Bu Herif ?, Üşütükler, Necati Bey’ i Görmek İstiyorum, Deli Deli Tepeli, Kim Kime Dumduma, İdi Amin Avantadan Lavanta, Fehim Paşa Konağı….
Yaşar kıldığı her karakterde kendini deşiyor, kendiyle yüzleşiyor, belli ki sahnede olmaktan çok mutlu oluyordu. İmkansız düşleri de vardı tabii. Medeniyetten uzak bir yerde çırılçıplak yaşamak, elleriyle yemek yemek… Hatta Sanskritçe öğrenmek.
Ödenmeyen bonolara rağmen, cüzdanındaki o güç bela aldığı, hamiline yazılı çeki bir kaportacıya çocukları hasta diye bırakan, paltosunu soğuk bir kış günü, sokakta titrediğini fark ettiği adama çıkartıp veren bir Mete İnselel vardı, kızı Müfide’den dinlediğim. Yüce gönüllü, pamuk helva yürekli, bir güzel adam.
Mete İnselel‘i en çok Çevre Tiyatrosu‘ndan hatırlıyorum
ve tabii dorukta bir performans sergilediği ‘Fehim Paşa Konağı’ndan, İdi Amin Avantadan Lavanta’dan… Altı çizilmesi gereken yorumculuğu ve üstün sahne hakimiyetiyle daha sahnede görüldüğü an alkışlar yükselir, replikleri sık sık alkışlarla kesilirdi. Bir ömre kaç hayat, kaç biyografi sığdırmıştı? Ve kim bilir ne çok acı?
“Ecel Mete’yi genç yaşında almasaydı, ellililere, altmışlara gelebilseydi emimim ki, Hazım Bey gibi, Büyük Behzat Bey gibi, en büyüklerin mertebesine erişecekti…”
Sadık Şendil‘in bu sözleri düşündürdü beni. Keşke ölüm gecikseydi. Çok değil, bir kaç sene daha.
“Bir büyük usta idi, değeri bilinmeyen” demişti Yılmaz Gruda bir notunda:
“Olması gereken yerde değil idi. Amma yine ki pes etmedi. Küsmedi. Gücü yettiğince oyunlar da sahneledi. Öğrenciler, giderek ustalar da yetiştirdi. Feyz aldığım, ışıklar aldığım hoca idi, dost idi.”
Kendi yaralarımızla tanıdık Mete İnselel’i. Sevdik. Benimsedik.
Gün oldu sırf ekonomik zorluklar nedeniyle çektiği filmler yüzünden yaftaladık, yerden yere de vurduk. Ama, itiraf edelim, hep kalbimizde taşıdık. Çünkü hayatlarımızın eksik sayfalarını doldurdu sahnedeyken. Çünkü insanı tüm esnekliğiyle alıp, oynadı her defasında. Rolünün hakkını verdi. Belleklerden kolay silinmeyecek unutulmaz yorumlar koydu ortaya. Kuşağının en özel oyuncularından biri oldu.
Müfide İnselel’e babasını sorduğumda şöyle demişti :
“Ah be sevgili Pınar,
kırk iki yaşında gitmeyi, belki de (ne bileyim) seçen bir adam için çok yoğun, çok etli, çok dolu değil mi yaşamı?
Gururla… Eğilmeden.”
Mete İnselel içindeki ışığı kattı canlandırdığı rollere. Hem ses, hem yankı oldu. Yüreğinin taa derinliklerinden bakıp gülümsedi bize. Sözünü söyledi sakınmadan. Sözünü söylerken, sevgi baharatları serpti kalplerimize.
Gözbebeklerinde hep o kıvılcımlar… Suyun üstünde menevişlenen ışıklar kadar parlak o kıvılcımlar.
Oya Akkartal‘dan iki hatıraya yer vermek istiyorum :
“Üç Maymun Kabare‘yi kapatmış, ben de bankacılık mesleğine dönmüştüm. Rahmetli Mete, Ferhan Şensoy ile birlikte ‘Anya Manya Kumpanya’ adlı tiyatrosunu kurmuştu. Benden oynayacakları ‘İddi Amin Lavantadan Avanta’ oyununun müziklerini yapmamı rica etti. Besteleri yaptığım gibi, her oyunda onları çaldım. Tiyatroda son oyunlarda şaka yapmak mubahtır, affedilir. Bir sahnede Uganda Başkanı İdi Amin sahnenin önünde nutuk atıyor, arkada oturan halk da, onu izliyordu. Sahne arkasında bulduğum siyah bir çarşafa büründüm, sadece gözlerim açıktaydı. Sahneye fırladım. Bankta oturanların etrafında dönmeye, arada bir sağdan soldan oturanları itekleyerek, kendime yer açmaya çalışıp, onları yere düşürmeye başladım. Hepsi kahkahadan kırılıyor, fakat oyunu sürdürmeye çalışıyordu, seyirci de durumun komikliği nedeniyle gülmekten kırılıyordu. Bir tek Mete yüzü seyirciye dönük ciddi ciddi nutuk atmaya devam ediyordu. Sonunda dayanıp arkasına döndü ve artık sahne koptu, alkışlarla ışık söndürdük. Çok güzel hatıralarımız vardı Mete ile. Üç Maymun’da ‘Şehvet Kurbanı Şevket’oyununda oynarken ki, o Süleyman Demirel’i canlandırırken, son oyunda herkesten habersiz piyanodan kalkmış, sahne arkasına geçerek, Nazmiye Demirel kılığına girmiş ve aniden ‘Süleyman neredesin?’ diye, yalınayak sahneyi bir uçtan öbür uca geçivermiştim. Seyirci kahkaha boğulmuş, Mete donup kalmıştı. Özlemler giderek artarken, hatıralar da giderek kıymetleniyor .”
Ve söz yine Müfide İnselel‘de:
“Fehim Paşa Konağı‘nın son temsili. Füsun Erbulak, Fehim Paşa’nın eşini oynuyor. Son oyun şakası olarak, babam sakalını kestirip, Füsun Abla’ya görünmemek için saatlerce kuliste saklanıyor. Neyse oyun başlıyor. Füsun Abla kesilmiş sakalı bir türlü fark etmiyor sahnede. Ve onun bu dikkatsizliğine, babam katıla katıla gülmeye başlıyor. Hem de ne gülme…
Bir başka anı. Çevre Tiyatrosu yılları. ‘Kim Kime Dum Duma’ oyununda, babam rol gereği, koltukta eli kolu bağlı oturmakta. Bir ara sıkılıp, burnunu kaşımasın mı, o anda sahnede olanlar gülme krizine giriyorlar tabii..”
Serin, tuzlu gözyaşı ıslağına eşlik eden mavimsi bir alacakaranlık çöktü odaya. Her elemin bir başka yalnızlıkla damıtıldığı saatlerdi bunlar. Hüzün dolu anları düştüğü yerde bıraktım yine. Sanki içimde bir şeyler eksilmiş gibiydi.
Mücap Ofluoğlu‘nun sesini duyar gibi oldum:
“Salt aynada yansımak
Sahnelerin dışında oyunlardan uzak
Silinmiş alkışlar içinde.
Aynada bakıyordu gerçek yüzüne
Ne Polonius, ne Haroagon, ne Cyrano
Artık yalnızdı çizilerinde…”
Acı bir rutubet kokusu geldi burnuma. “Fehim Paşa” rolünde yarattığı sahne ilüzyonu ile, neredeyse soluk almadan kendini izlettiren Mete İnselel‘i düşündüm bir an. Ve çoook uzun yıllar öncesinde televizyon için çekilmiş Lüküs Hayat‘ı hatırladım.
Boğazıma bir yumru tıkandı sanki, göz pınarlarıma biriken yaşlar sessizce, damla damla süzüldü.
PINAR ÇEKİRGE
Not : Aramızdan ayrılışının kırkıncı yılında Mete İnselel için birşeyler yazmaya kadar verdiğimde, Müfide İnselel’i aradım. Çok önemli detaylar paylaştı benimle, 1982 yılında Kastelli Kültür Sanat Vakfı’nca basılmış “Mete İnselel” kitabından bölümler aktardı. Kendisine bir kez daha çok teşekkür ederim.