– Gız babanne? Yok yok öyle değildir, baştan alayım;
– Babaanneciğim, nasıl oluyor da hiç saate bakmadan zamanı anlıyorsunuz?
Malum küçükken hepimiz lord idik.
Teyzemizin yanıtı daha da enteresan;
– Saate ne gerek var Ali’ciğim. Bakkala süt arabası geldi mi, bilirim ki saat 7’dir. Komşumuz küçük Ahmet okula gitmek için annesiyle kapıda vedalaşırken saat 8’dir. Radyoda arkası yarın başlayınca saat 9’dur…
Böyle uzayıp gidiyo işte liste, babaanne günü akşam ediyo…
***
Sanırım teyzemiz biz ilkokul öğrencisi gısmısına düzenli yaşamayı öğretiyordu bu öyküde. Doğanın sesini, sokağın ritmini?
Siz de öyle mi algıladınız ana fikri bakiyim?
Hah, afferim!
Gerçi ben 50 yıldır bu öyküden hiçbişi anlamadım, bir de sizi deniyim dedimdi.
***
Öykü bugünlerde ders kitaplarına konsa, içinde mutlaka;
– Öğlen ezanı okunduğunda bilirim ki saat 12’dir Ali’ciğim, bölümü de olacaktı.
Ne hazindir getirildiğimiz nokta!! Sanki bizlerin ezanla sorunu var! Sanki bu işleri ısrarla kaşıyan güruh birer melaikedir.
Yerseniz!
***
Ama, benim takıntım bu da değil ki. Aşarız bu din ticareti boyunduruğunu… Şehitler, evliyalar gün gelir, dur der gidişata… Mustafa Kemal’e nankörlük edilmesini hadi herkes kabul etti diyeyim, toprağın altında kefensiz yatanlar asla bu oyuna gelmez.
Daha dağılmasın mevzu, her niyeyse Türk Çocuk Edebiyatı’nda, komşunun oğlundan Küçük Ahmet diye söz edilir.
Koskoca bir yalan da budur kardeşlerim!
Hiçbirimiz gündelik yaşamımızda böyle bir gonuşuk etmedik, ölünceye kadar da etmeyeceğiz. Göynümüzdeki yeri ”Naber la Aamet” olan keratanın, öykülerde ”sevimli, küçük, afacan çocuk” rolüne sokulması, ülkenin genleriyle oynanmasıyla eş değer değil de nedir?
Ayrıca İsrail’den, şurdan burdan domates vs vs tohumu almaya ne gerek vardır?
***
Bir zamanlar… Çok da eski değil… Bir saatçi dükkanı vardı şehrimde. Ucuz ve sempatik saatler satardı. Sarı, yeşil, mavi, beyaz, turuncu falan her renkten kayışları mevcuttu. Pek şirindiler. O denli uygundu ki fiyatları, her renginden satın almıştım. Günlük giysime göre saat takıyordum koluma.
Ucuz etin yahnisi yavan olurmuş misali, hepsi çöp oldu o saatlerimin. Üzüldüm, epeydir saat kullanmıyorum.
Belediye hoparlörleri vefat duyurularına başladı mı, saat 9 buçuk demektir, bitek onu biliyorum, sonrasında zaman kendiliğinden akıyor.
Bir de yalnızca edebiyatçılar bilir. Sabaha karşı sokakta sessizliğin kendine özgü bir sesi vardır. Anlarız saat 4, saat 5, ahan da 6 oldu… Yavaştan uyanayım, nazlı yarim uyanır şimdi…
Meslek sırrıdır, susayım.
***
İzninizle finali çok eski bir yazımdan alıntı yaparak bitireyim.
“Üzülüyorum tabii memleketin hallarına, Atatürk’ün heba olmuş emeklerini düşündükçe ağlıyorum. Herkesin bir gözü varmış, benim iki tanedir. Ve O’nun yolunda canımı versem de yürüyeceğim elbet sonuna kadar. Herkesin bir ayağı varsa benim iki tanedir.”
Bugün vatanımda da sessizliğin sesi var.
Gümbür gümbür geliyor Mustafa Kemal’in Askerleri.
Atatürk’ün kurumlarında Atatürkçü gibi görünen Sevr figüranlarını dikkate almayınız.


































