25 Ağustos 1992’de aramızdan ayrılan Türkiye Tiyatrosu’nun unutulmaz isimlerinden Nisa Serezli’yi, Pınar Çekirge’nin kaleme aldığı yazı ile anıyoruz…
O, İÇİMİZDEKİ KIRACI YEŞERTEN KADINDI
Kimbilir, belki de tiyatrocu olmak aklında hiç yoktu. Güzel sanatlara yönelik ilgisinden olacak, liseyi bitirdikten sonra İsviçre’ye mimarlık eğitimi almaya gitti. Türkiye’ye geri döndüğünde Fransız Filolojisi ve Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne devam etti bir süre. İşte, tam da o yıllarda açılan Gazetecilik Ensitüsü’ne girdi. Aynı zamanda Yeni Sabah Gazetesi’nin Beyoğlu muhabiriydi.
Henüz zaman “Çılgın Amanda”, Tatlı Kaçık”, “Çıplak Ayak”, “Delifişek”, “Paşaların Paşası”, “Caniko”, “Pepsi” , “Kırık Kırat”, “Hayırdır İnşallah”, “Tanrı Misafiri” , “İkinci Baskı”, “Zafer Madalyası”, “Borusunu Öttüren”, “Altın Yumruk”, “Çılgın Amanda”, “Benim Matrak Ailem”, “Yer Demir Gök Bakır”, “Tapılacak Kadın”, “Fare Kapanı “, “Çark” , “Töre”, “Şen Dul” , “Cennetlik Kaynana”dan yıllar ve yıllar öncesiydi. İlhan İskender’in “Yılın En İyi Kadın Oyuncusu” ödülüne değer bulunacağı günlere de daha çok vardı.
Ayda Bir, Hayat, Akbaba mecmualarında yazıyor, tiyatroya olan sevgisi, giderek amansız bir tutkuya dönüşüyordu.
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu, Cep Tiyatrosu’nda oyuncu, çevirmen olarak görev yaptı.
Kısa boyluydu, konuşması hafif peltekti. ‘S’leri söyleyemiyordu. Hatta Haldun Dormen, tiyatroda pek de şansı olmayacağı inancındaydı.
Oda Tiyatrosu, Münir Özkul Tiyatrosu’nda çalıştı. Derken Dormen Tiyatrosu’na geçti. (Hemen belirteyim, “Bit Yeniği”, “Çöpçatanın Fendi”, “Sokak Kızı İrma”, “Harvey” başta olmak üzere pek çok oyunu dilimize çevirmiş, pek çoğunda da rol almıştı.)
Hatırlıyorum; bir Amerikan oyunu olan “Tatlı Kaçık” döneminde o kadar sevilmişti ki, Nisa Serezli yıllar yılı “Tatlı Kaçık” olarak anıldı. Oyun değil, yorum adapte edilmiş ve “Tatlı Kaçık” adeta bir efsaneye dönüşmüştü. Tabii, öncesinde “Şahane Züğürtler” vardı.
Haldun Dormen, “Sürç-ü Lisan Ettikse” (1978) adlı anı kitabında “Şahane Züğürtler”den şöyle bahsediyor :
“İkinci perdede yeni zengin, hafif görgüsüz, mücevher meraklısı Madame Dupont rolüyle Nisa, sanat yaşamının en güzel rollerinden birini oynuyor ve gerçek bir yıldız olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu.”
Ve bir rastlantı…
Cahide Sonku’nun Juliana Borderou rolünü geri çevirmesi, Haldun Dormen’in bu rolü yeteneklerini yavaş yavaş keşfettiği Nisa Serezli’ye önermesine neden oldu.
“Fakat, ‘Şairin Mektupları’nda olağanüstü başarı kazanan bir tek oyuncu vardı. Yüz on yaşındaki Juliana Borderau rolüyle nefes kesen, şaşırtıcı bir oyun çıkartan Nisa Serezli’ydi bu oyuncu. Korkunç zekası, gözlemciliği ile çok yaşlı eksantrik bir kadını tüm ayrıntılarıyla seyircinin gözleri önüne seriyor, yaşatıyordu.
Büyük bir yıldız olduğunu kanıtlamıştı Nisa. Türk tiyatrosunun en yeni yıldızı. Halk her gece ayakta alkışlıyordu onu. ’Şimdiye kadar neredeydi bu kadın?‘ diye soruyorlardı bana. Gazeteler Türk sahnesinin en parlak yeni oyuncusu olarak selamlıyorlardı onu.
Nisa, bütün bunları zeki zeki gülerek dinliyor, ’İyi ki Cahide Hanım bu rolün olanaklarını tanımadı. İş sonunda bana yaradı diyordu. Kendi inadı ve zekasıyla kazanmıştı bu zaferi. Bir iki yıl öncesine kadar kimse onu anlamamış, fırsat vermek istememiş, ben bile, sahneye çıkmaması için adeta birlikte direnmiştik. Ama yılmamıştı Nisa. Biliyordu bir gün başaracağını.”
Nisa Serezli’yi kaç kez izledim sahnede, hatırlamıyorum. Sahi, bir de “Pasaklı Sally” vardı, değil mi? Hani siyah beyaz televizyon günlerinden kalan eski bir tanıdık. Sally’i o kadar güzel seslendirmişti ki… Tatlı Kaçık artık Pasaklı Sally olarak da anılmaya başlanmıştı.
Dormen Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra önce Ayfer Feray ile bir tiyatro kurdu Nisa Serezli. Ortaklık yürümeyince Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu olarak yollarına devam ettiler.
Ankara ve İstanbul seyircisi Nisa Serezli’ye tapıyordu adeta. Şimdi nasıl unuturum, “Hayat Hoştur Gerisi Boştur”, “Başbakan Oluyorum”, “Umut Dünyası”, ”Caniko” ve “Paşaların Paşası” oyunlarını?
Ekonomik zorluklar… Ödüller, alkışlar. Turneler. Salon arayışları. Organizatörler. Anarşi ve televizyonun etkilerine inat, hiç ara vermeden tiyatro yapma mücadelesi. Birkaç sinema filmi… Bir kaç dizi film. Hatta bir iki gazino programı. Yorgunluk. Yılların yorgunluğu…Gönül yorgunlukları…
1992 yılının 25 Ağustos’unda aramızdan ayrıldığında, O’nu çok özleyeceğimizi biliyordum. Yirmi dokuz yıl geçti bile. Yeni bir Nisa Serezli karışmadı hayatımıza. Bundan sonra da karışmayacak, biliyorum.
“Çiçekleri severdi” demişti Füsun Önal. “Evi orman gibiydi. Hayvanlara, hele kedilere bayılırdı. Eskiden beyaz bir kedisi de vardı. Benim ‘Karaoğlan’ımı da çok severdi. Yere oturup mıncıklardı onu. Renkli giyinirdi Nisa…”
Nisa Serezli hayatımızdaki en güzel hayal kahramanlarından biriydi. Perde açıldığında onun telaşla konuşması, oradan oraya koşuşturması… Zaman dururdu sanki.
Hayat kendi senaryosunu çekmeye devam ediyordu oysa. Elem ve hüzün arasındaki salıncakta kolon vuruyor, gidenleri sadece özlüyorduk. Ama çok özlüyorduk.
“Birden küt diye kapanan buzluğun sesiyle kendime geldim. İki kadın beyazlara sarılı küçük bedeni mermer masanın üzerine koydular. ’ Yavaş ‘ dediğimi hatırlıyorum. Sanki canı acırmış gibime geldi.
Suyu açtı kadınlar. ’Soğuk olmasın’ deyiverdim üşüyecekmiş sanıp. Arkama döndüm, Yüksel Abla’ya bakıp sordum: ‘Dayanabilecek misin?’. Yüzü bembeyazdı. Donuk gözlerle bana bakıp başını salladı. Görümcesini uğurlamaya gelmişti Yüksel Abla.
Derken kadınlar beyaz örtüyü açtılar. Yüzü ortaya çıkmıştı. Sanki uyuyordu. Ya da denizden çıkmış da sırt üstü uzanmıştı güneşe. Oysa güneşin yerinde yüksek tavan vardı. Her zamanki gibi mavi göz farları gözündeydi. Belli belirsiz gülümsedim. Canım…
Kadınlardan biri dönüp ‘ojelerini ve göz boyalarını siler misiniz?’ diye sordu. Hiç silmem mi? Asetonlu bir pamuk uzattı kadın. Sildim o 33-34 numara ayacıklarının beyaz sedefli ojelerini. Elleri de ne muntazam duruyordu. Yüksel Abla ile sildik ojeleri.
Gözlerindeki mavi boyayı da sildim. Sol gözü aralanmıştı. Sanki göz göze geldik. Kapattım hemen gözünü. Az sonra yine aralandı, yine kapattım. Islak saçlarını okşadım. ‘Tatlı Kaçık’ın Opal’ı, ‘Adem ile Havva’nın Cavidan Candan’ı, Dürenev’i ve Pepsicola’sı, ‘Hollywood Bulvarı’nın Lily’si’, ‘Hayırdır İnşallah’ın Elmas’ı. Öylece yatıyordu işte mermerin üzerinde sessiz sakin…”
Füsun Önal’ın “Nisa…Kadın Demek” başlıklı yazısını her okuduğumda gözlerim dolar.
Ve ne vakit, Zincirlikuyu Mezarlığı’na gitsem, Altan Erbulak, Mete İnselel’in mezarlarına uğrayıp, Nisa Serezli –Tolga Aşkıner’in mezarlarının önünde bulurum kendimi. Füsun Önal ‘ın yukarıdaki ağıtı gelir aklıma.
Gözlerinden adeta yıldızlar akar, yüreğinde iyilik rüzgarları eserdi sahnedeyken. Çiçek işlemeli hayatları, duyguları hatırlatırdı bize. Sevgi baharatları serper, içimizdeki kıracı yeşertirdi bir tebessümüyle. Heyecan veren, esere artı değer katan oyunculuk tekniği, özgün yorumlarıyla, aynanın arka yüzünde saklı gerçeklerle tanışmamızı sağlardı Nisa Serezli.
Opal, Lily, Elmas ve diğer yorumlarıyla, “hayatla, insanla, sanatla” ödeşmişti çoktan. Oynadığı her rol yaşamın yansısıydı. An gelir yaşar kıldığı karakterle gerçek kimliği arasındaki sınırı yok eder, karakterle kaynaşırdı. İzleyicisiyle kurduğu organik bağ o kadar güçlüydü ki… Nasıl anlatsam, sahneden yaydığı ışık demeti gözlerimizi kamaştırırdı adeta.
Tatlı Kaçık Opal’in, kedisi Victor için söylediklerini hatırlayan var mı?
“Bir kedi ile on yıldır yaşıyorum. Biri ile evli olsaydım çoktan boşanmış olurdum.”
Ve bir önerim olacak, Levent Veziroğlu’nun yazdığı, geçtiğimiz haftalarda raflarda yerini alan “Tiyatrocu Nisa Annem” (2020) adlı kitabı hemen okuyun, olur mu?