“Çalıştığım en değerli sanatçılardandır Nihat…komple bir tiyatrocu, her ilkeye uyan, çalışkan, şuurlu, sakin, güleryüzlü, düşünceli, kararlı… Bu başarı bir tesadüf değil.”
Kemâl Başar
“Dionysos’un Çocukları” adlı röportaj serimizin son konuğu Nihat Alpteki ile hayattan, tiyatrodan konuştuk geçen gün. Hangi Nihat Alpteki‘yle mi? (Yönetmen, Oyuncu, Oyuncu Koçu, Eğitmen, Dramaturg, Makale Yazarı hangisi, diye sormanız mümkün. El cevap:Hepsiyle.) Biliyorum, kendisi Yönetmen Nihat Alpteki‘yi biraz daha çok seviyor, azıcık daha önemseyip, kayırıyor. “Zorunluluktan oyuncuydum” diyor zaten.
Şimdi nasıl unuturum, “Dar Ayakkabı ile Yaşamak”, “On İki Öfkeli Adam” (Reginald Rose’un “on birinci öfkeli adamı” olarak elde ettiği başarıyı…), “Bakhalar”, “İmparatorluk Kuranlar”, “Buluşma Yeri”, “Nekrasov”, “Coriolanus”da yaşar kıldığı karakterleri? Ya “Geç Kalanlar”, “Geçit”, “Can Yeleği”, “Yaşasın Barış”, “Bisküvi Adam”, “Töre” , “Hüzzam”, “Orkestra “, “Ödüllü”, “Çöpsüz Dünya” ve Yönetmen Nihat Alpteki‘yi bambaşka bir doruğa eriştiren “Yenilmez”, “Miss Turkey”i?

Foto: Esra Kılıçer
Söze, Metin Çoban‘dan dinlediğimiz saygılı, vefakar Nihat Alpteki’den mi başlamalıyız yoksa? Ya da ele aldığı karakterlere kattığı inandırıcılık, sahicilik boyutundan, izleyici ve eserle kurduğu düşünce /duygu bağından mı, bahsetsek önce? Sahnede sunduğu yepyeni duyarlılıkları anlatmadan da olmaz ki…
Evet, hangi Nihat Alpteki? Bir dönem Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nde yazdığı Münir Özkul, Engin Cezzar, Nejat Uygur, Erol Günaydın, Peter Brook makalelerini hatırlamadığımızı sanmayın. Ya rol aldığı “Daire”, “Ben O Değilim” adlı filmler? Avignon, Edinburg Fringe Festivali, Berlin, Frankfurt Türk Tiyatro Festivalleri, İzmir, Ankara, Adana, Kıbrıs Tiyatro Festivalleri… Berlin Thater Çocuk Oyunları Festivali, Romanya Sibiu Festivali… Yurtdışı turneleri, ödüller, ödül adaylıkları.Konservatuar kazandırdığı öğrencileri, atölye çalışmaları…
Yavuz Pak ile Nihat Alpteki’yi ne paralel, ne çapraz sorguya aldık… Sadece onu dinledik. Dolu dolu bir hayat vardı karşımızda. Yönelttiğimiz her suale net yanıtlar verdi. Geçiştirmedi, lafı gevelemedi.Yan yollara sapmadı. Bizi özenle, güvenle bilgilendirdi.

Foto: Esra Kılıçer
Hayal ve yaşam kırıklıklarına inat, hayatın sesine kulak verdi sadece, imaj ve slogan saldırılarına, alkış avcılığına gönül indirmedi hiç. Kalite ve duygu skalası yüksek bakış açısıyla, sahneye taşıdığı olay ve karakterlerin iç aksiyonlarını ortaya koyup, sahici ve inandırıcı olmayı her defasında başardı Nihat Alpteki. Kalıplaşmış, belirli geometrilere sıkışıp kalmadı.Hem şiirsel gerçeklikleri sevdi, hem de gerçeğin en hunhar halini. İnsanı tüm esnekliğiyle ele almayı, aktarmayı bildi.Söylenecek sözünü söylerken, yutkunmadı.
Zengin çeşitleme yeteneği, geniş soluklu anlatım gücü, entellektüel donanımıyla ‘düşündüren, sorgulayan, iç ısıtan, izlenmeye değer, dünyaya eleştirel gözle bakabilen’ eserlere imza attı. Büyük harflerle “İyi Yönetmen” olmayı başardı. Küçücük bir fısıltıyı sese, sesi yankıya çevirdi çok kez. Hem anlatanı, hem anlatılanı eşit derecede önemsedi çünkü. Yüreğinde dikenleşen acıları yedeğinde taşısa da, başını hiç eğmedi.
Şimdi düşünüyorum da, insana dair tutunamamışlık, yitmişlik, çaresizlik, hırs ve soysuz çıkar ilişkilerini “Geçit”te ne kadar güzel aktarmıştı. Maraba Şeyhmus ve Lezgin Ağa hiç de yabancımız değildi. Onları o kadar iyi tanıyordum ki. ‘’Can Yeleği’’ oyununda O parkta karşıma çıkan Mülteci Kadın’ı da.

Foto: Esra Kılıçer
Bambaşka biri olmak
Yeryüzü yolculuğu Ardahan’da bir dağ köyünde başlamıştı Nihat Alpteki’nin. Sonrasında insan kayıpları vardı. Hasretler. Anne kaybı.18 yıl süren Yetimhane ve yetiştirme yurtları… Bütün o zamanlarda şiir yazan, tiyatroyla ilgilenen, sürekli okuyan, çalışan, kendini geliştiren, kendini arayan biri oldu hep. Kimseyi “o, şu, bu, filan, falan” diye ayırmadı, ötekileştirmedi. ‘’Bir ruhun diğerine dokunduğu an hayatın mucizesidir’’şiarını benimsedi.
Zırhsız savaştı. Önüne çekilen tüm bariyerleri yıktı. Darma duman etti. Belki de hepsinden önemlisi, travmalarıyla yüzleşti. Ve 50’li yaşların ortasına gelmiş bugünkü Nihat Alpteki‘yi inşa etti sonunda.
1991 yılında lise son sınıfta okurken o karlı günde, taa Büyükçekmece’den Harbiye’ye “Lüküs Hayat”ı izlemeye gelişini hiç unutmadı mesela. Nasıl da Divan Oteli’nin önünde kayıp düşmüştü. Ama hissettiği acıya rağmen tiyatroya gitmekten vazgeçmemişti, tıpkı 1992 yılında başlayan profesyonel tiyatro hayatı gibi, hiç vazgeçmeden, bu güne…

Foto: Esra Kılıçer
Yağmur sıkıntılı bir sabah vakti.Hava bulanık, dışarısı sessiz. Garip bir hüzün içimde uç vermiş sanki. Hep o yalnızlık tortusu… Hep o hüzünle menevişlenip duran yaşanmışlıklar.
Sahneyi bir gösteri alanı olarak değil bir yaşam alanı olarak gördüğü için, “Hayatta her ne isek, sahnede de o olmalıyız” demişti Nihat Alpteki. Tek derdi özü, sözü, belli bir iletisi olan oyunlarla yaşamın gerçeğine düşünce ve estetiği katarak, dünyaya farklı bir yerden bakmaktı. Bir de ruhdaşı vardı: Orhan Veli.
“Zaten aslolan hayatı tanımak, hayatın bilinen, bilinmeyen kodlarını sahneye taşımaktır… Bir yönetmen olarak, bir insan olarak umudum güncel, kalıplaşmış politik ezberlerlerden, eril dilden, sığ imajlardan, göz boyamacılıktan arınmış, sınıfsız, eşitlikçi, sürdürülebilir bir dünya için barışın temel değer olduğu bir dünya düzeninin gerçekleşmesi. Evet, sadece bu!”

Foto: Esra Kılıçer
“Metni çok iyi anlayarak hedefimi belirleyerek ve oyuncuyu can kulağıyla dinleyerek çıkarım yola. Trafik polisliği yapmam. Oyuncuya durumu anlatırım o ne çıkarırsa… Yaratıcı oyunculuğa inanırım çünkü. Bana göre, tiyatroda esas iletken oyuncudur çünkü.”
“Tiyatro benim için hiç bir zaman bir heves ya da popüler anlamda kimlik kazanmak amacı olmadı. Sorgulayan, merak eden, kaydeden hikaye biriktiren ve hikayelerini paylaşmayı yaşam biçimi haline getiren biri olarak kendimi ifade ettiğim profesyonel bir alan oldu sadece. Çok mücadele ettim, çok hata yaptım, çok öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Onlarca insanın maddi manevi desteği ile bu meslekte otuz üç yıla girdim. Her zaman ustam olarak andığım, Müge Gürman ve Ali Taygun’un ellerini omuzumda, seslerini sesimin yanında duymaya devam ediyorum…”
Doğru, anarşist ruhluydu kimileri için. Düşünsenize, yetiştirme yurdundaydı. 1985 yılında Günaydın Gazetesi’nin açtığı Şiir Yarışması’nda ödüle değer bulundu, başarmıştı.

Foto: Esra Kılıçer
Küçük yaşlarından itibaren, neredeyse tüm klasik eserleri okudu.Yaşıtları top oynarken, derslerini boşlamışken o kütüphaneden hiç çıkmıyordu. Öğrenmeye, bilgiye açtı. sorumluluk sahibi bir öğrenciydi.
Şimdi düşünüyorum da, dikenden bal çıkartmayı başarmış, kaybederek kazandıklarını hiç yadsımamıştı Nihat Alpteki. Hem zaten, bazen çiçekler açar, bazen yapraklar dökülmez miydi? Dünya böyle bir dünyaydı!
“Tiyatroda ve hayattaki planım şu; çalışmak, çalışmak, çalışmak, daha çok çalışmak, daha çok keşfetmek, daha çok üretmek, daha çok paylaşmak, daha çok insanın hayatına dokunmak ve daha çok insan tarafından hayatıma dokunulmasına izin vermek… yaşamı sanata ve sanatı umuda dönüştürmek işte bütün mesele bu. Severek umut etmek, sevgiyi ve umudu esirgemeden paylaşmak… Bu kavramları yaşamın bir parçası yapmak ‘Ne için yaşadığının farkında olmak’ ve bunu her türlü sanat eserinde yeniden sorgulamak, yeniden yüzleşmek ve yüzleştikçe onarmak, acılarını sağaltmak ve her sanat eserinde bir kez daha yenilenmek ve sonsuzluğa karışmak.Var olduğunu haykırmak. “

Foto: Esra Kılıçer
Nihat Alpteki‘yi dinlerken yüreğiyle beyni arasında koşan o küçük çocuğu fark ediyoruz ister istemez. Biraz çekingen, biraz ürkek olsa da eğilip bükülmüyor, gerçek anlamda bir düşünce ve duygu elçisi olduğunun ayrımında. Dahası hayatta tiyatro dışında hiçbir şey yapamayacağını itiraf edecek kadar da cesur. ‘’Gündelik hayat için beceriksizim, beynim ve bedenim yalnızca tiyatro üretebiliyor.’’
Pınar Çekirge – Yönetmen olarak olmazsa olmazın nedir?
Nihat Alpteki – Samimiyet. Tiyatro kadim bir sanat dalı. İnsanı, toplumu değiştirme, dönüştürme, yenileme gücüne sahip bir sanat dalı üstelik. Dünyayı güzel kılmak için samimiyete ihtiyacımız var.Biz tiyatrocular sadece aracıyız… O halde önce samimiyet, diyorum.Yönetmen kavramları, toplumsal, tarihi, psikolojik, sosyolojik, felsefi, politik kavramları çok iyi bir biçimde anlamak ve aktarmakta yükümlüdür.Dahası sahnede sözünü söylerken inandırıcı, ikna edici olmak, merak yaratmak, sürprizler sunmak, oyuncunun kendi potansiyelini görmesine yardımcı olmak zorundadır.
Yavuz Pak – Yönetmen olarak premiere akşamı sahneye taşıdığın oyunla vedalaşır mısın, yoksa hemen her temsilde salonda bulunur musun?
Nihat Alpteki – Oyun artık benden çıkmıştır.

Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Neden?
Nihat Alpteki – Çünkü gerek oyunu tartışma ve keşfetme aşaması, gerekse prova sürecinde oyunun tüm detayları üzerinde oyuncularla karşılıklı güven ve düşünce birliği yaratmış, bu konuda karar verip el sıkışmışızdır.Böyle bir durumda, oyuncu kurulan karakteri ve hikayeyi anlatma biçimini değiştirecek, esere zarar verecek herhangi bir girişimde zaten bulunmaz.
Pınar Çekirge – Bir yönetmenin başarısında eser seçiminin yanında hayal kurmak mı, doğru rol dağılımı mı daha önemlidir?
Nihat Alpteki – Öncelikle belirtmek isterim ki, benim oyuncudan beklentim samimi, zeki olması, metni doğru anlayıp, yorumlamasıdır. Tekste, canlandıracağı karaktere felsefi, psikolojik, sosyolojik açıdan bakması da çok önemlidir. Yine bir yönetmen için dramaturg ile çalışmak, o hep savunduğum çok mercekli dokunuşları ortaya koyması için gereklidir. Yaratıcı, derinliği, deneyimi olan, hikaye anlatmayı kendini göstermekten daha çok önemseyen oyunculardan oluşan bir kadroyla yola çıkmak etkiye giden yolu kolay almamızı sağlar.

Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Toplam kaç oyun yönettin?
Nihat Alpteki – Son on yıl içinde on beş oyun. Toplamda 25 oyun yönettim. Önümüzdeki 15 yıl içinde bu sayıyı 50 yapmayı diliyorum.
Pınar Çekirge – En beğendiğin, sende iz bırakmış, örnek ve ölçüt olarak gördüğün yönetmenleri sorsam…
Nihat Alpteki – Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan, Başar Sabuncu, Engin Cezzar, Müge Gürman, Mahir Günşiray, Engin Alkan, Şahika Tekand, Yiğit Sertdemir, Mustafa Avkıran, Oğuz Utku Güneş diyebilirim.
Yavuz Pak – Tiyatrocu olmaya nasıl, ne zaman karar verdin?
Nihat Alpteki – Ben kendimi bildim bileli sanatın içindeydim. Sanatçıydım. Öyle yaşadım. 1980 yılında İstanbulda yetimhaneye girdim.Sekiz yaşındaydım. İlkokuldaydım, Folklor, koro, tiyatro çalışmaları yaptım.1984 yılında okulda ilk oyunumda oynadım.Sahnede oldum. Yazdım. Paylaştım. Yalnızdım. Ama sanat kimliksiz olmamı engelledi… Sanat travmalarımla başa çıkmamı sağladı.Beni iyileştirdi. Akıl ve gönül Pusulam oldu.

Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Haydi konuyu değiştirelim, tiyatroda duyguya değil düşünceye, kavramlara önem verdiğini biliyorum..
Nihat Alpteki – Aynı zamanda görkemli bordo kadife perdeye, yani burjuva tiyatrosuna da karşıyım. Tiyatronun katarsis gücünü de kabul etmiyorum. Tiyatro kavram ve düşünce sanatıdır çünkü. Güldürme ve ağlatma duvarı değildir. Moliere, Arthur Miller, Bertolt Brecht, Sam Shaperd, Vasıf Öngören eserlerini bu nedenle çok daha önemli buluyorum. Çünkü toplumsal gerçekçiliği ortaya koyuyorlar.
Yavuz Pak – Peki ya Anton Çehov, Williams Shakespeare, Tennessee Williams?
N.A – Onlar duyguyu eksen almışlar. Othello’nun kıskançlığı, Macbeth’in hırsları, Nina’nın pişmanlığı beni ilgilendirmiyor. Çünkü psikoloji bilimi öyle gelişti ki biz bu güdüsel davranışların nedenlerini öğrendik artık bunlar trajik hata değil bence. Toplumcu gerçekçi bağlamda baktığımızda sınıfların, sınırların, eşitsizliklerin ve sömürünün olması insanın en büyük trajik hatası ve bu hatanın nedenlerini sonuçlarını anlatan hikayeleri önemsiyorum.

Foto: Esra Kılıçer
Yavuz Pak – Münir Özkul’a olan hayranlığı dan da konuşalım mı?
Nihat Alpteki – Münir Özkul benim için, dünyalı değil… Boyutlar arasında yolculuk yapan, zaman ötesi, insanüstü bir aktör. Tıpkı Sadri Alışık gibi… bu isimler, son derece doğal, inandırıcı oyunculuklar sergileyen çok önemli değerlerimiz. Münir Özkul aynı yıl içinde rol aldığı, diyelim sekiz filmde huysuz bir ihtiyar, çapkın bir eş, aile reisi, kürek mahkumu bir adam, köy muhtarını canlandırıyor.Her karakterde yepyeni bir Münir Özkul olarak… Tekrara düşmeden. Örneğin Sadri Alışık, hem Turist Ömer, Haşmet İbriktaroğlu, Ofsayt Osman, Efkarlı Arif’tir.Bu aktörler sizi oyunculuklarıyla ikna eder, sarıp sarmalarlar. Zamansız ve yaşsızdırlar. Çünkü gerçek anlamda oyunculuk bir gönül yolculuğudur, egodan kurtulduğumuz kendimizle yüzleştiğimiz ‘’HİÇ’’ e doğru yaptığımız bir yolculuk.
Pınar Çekirge – Kendini nasıl tanımlarsın?
Nihat Alpteki – Hayatını tiyatroya adamış, kendini keşfetmeye, anlamaya anlamlandırmaya çalışan tutkulu bir gönül… Geçmişle bugün arasında köprü kurmaya çalışan iyi bir arşivci. Hikaye anlatıcısı, son 10 yıldır özellikle lise ve üniversitelere gidip kendi hikayemi anlatarak umudumu paylaşıp sanatın iyileştirici gücünün somut örneği olarak hikayemi paylaşıyorum çünkü herkesin bir hikayesi var; dinlenmeye değer bir hikaye bedensel olarak yok olduktan sonra bırakacağımız en önemli miras.

Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Ve gerçek bir tekst obur olduğunu da, eklemek istiyorum.Özellikle Türkiye’de hiç sahnelenmemiş tekstleri bulup, inceliyorsun.Kendi adıma söyleyeyim Torben Betts’i ile ‘ Yenilmez ‘i ve daha geçen ay Chris Chibnall’ı senin sayende tanıdım.Sahi, buğulu bir pencere camına ne yazardın?
Nihat Alpteki – ” Sevelim ve sevilelim”, ”İnsanlar eşittir.”
Bir an susuyoruz. Konuşacak hiç bir şey kalmamış sanki. Sessizlik uzuyor. Bir belki de her şeyi aramaktan yorgunuz nicedir. İsli bir yağ kandili yanıyor bir yerlerde… Duvarda ince gölgeler oynaşmaya başlıyor. Dawn, Alan, Oliver, Emily, Şeyhmus ve Lezgin, Bisküvi Adam gizlendikleri odalardan çıkıp usulca bize doğru yürümeye başlıyorlar. Çünkü herkesin bir hikayesi var!