Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümü’nde öğrenciyken, Tatbikat Sahnesi’nde “Jül Sezar”, “Baba Evinde Hayat”, “Hastalık Hastası’, “Kral Oidipus”, “Don Carlos”, “Romeo Juliet”, “Büyük Söylememeli” ,” Cyrano de Bergerac ” “Yap da Söyleme”, “Pygmalion”, “Montserat” gibi oyunların başrollerinde oynadı Gökçen Hıdır.
Sonrasında uzun yıllar devam edecek Devlet Tiyatrosu dönemi başladı.
“Ondine / Su Kızı”, “Tanrıdağı Ziyareti”, “Çemberler”, “Dünkü Çocuk”, “Yaslı Aile”, “Güneşte On Kişi”, “Bir Ümit İçin”, “Gönül Avcısı”, “Oğuz Ata”, “Aşk Acısı”, “Bu Gece Başka Gece”, “On İkinci Gece”, “Günah Gecesi”, “Haytulra”, ” Finten”, “Çalıkuşu”, “Harput’ta Bir Amerikalı”, “Haydutlar”, “Kırlangıçlar”, “Devlet İşleri”, “Rehin Sandığı”, “Yerma”, “Dört Albayın Aşkı”, “Ayrı Dünyalar”, “İlkbaharda İntihar Yasak”, “Romanoff’la Juliet”, “Genç Osman”, “Windsor’un Şen Kadınları”, “Ayı”, “Sahibinin Sesi”, “Asiye Nasıl Kurtulur?”, “Budala” ve sergilediği oyunculukla büyük ses getiren “Soruşturma” gibi oyunlarda oynadı Gökçen Hıdır.
Gün geldi tek bir repliğe bin hayat sığdırdı. Sözcüklerle, duygularla bir dünya yarattı sahnede. Dağarcığına hayatın en güzel renklerini ekledi.
Her yaşar kıldığı karaktere soluğunu, sesini, kokusunu, hislerini kattı cömertçe. Rolüyle kurduğu organik ve duygusal bağ onu başarıdan başarıya götürürken, asla prototip bir oyuncu olmadığını da kanıtlamış oldu.
Reşat Nuri Güntekin, Sevim Burak, Cevat Fehmi, Çetin Altan, Cahit Atay, Turgut Özakman, Abdülhak Hamid’den tutun da Shakespeare, Moliere, Cehov, Giraudeaux, Lorca’ya kadar pek çok yazarın piyesinde önemli roller üstlendi Gökçen Hıdır.
Turneler, provalar, radyo tiyatroları, arkası yarınlar…
Biraz Tyrone Power, biraz Aliki Vuyuklaki, biraz Belgin Doruk,
daha çok Grace Kelly’i andıran fiziğiyle sahnede göz alıcı bir ışık seli olarak, 1950’li, 60’lı yıllara imzasını atmıştı aslında.
Alkışlarla kapanan, tekrar açılan perde… Alkışlar, dakikalarca, kesintisiz devam eden alkışlar…
1960’lı yıllarda basın başarılarından bahsetti hep. Sanat hayatının doruğundayken mesleğiyle ilgili yeni bilgiler edinmek, incelemeler yapmak üzere Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti Gökçen Hıdır. Bu arada evlendi. Anne oldu. Ve 1978’de yeniden Devlet Tiyatrosu’na döndü… Bilenmiş oyunculuğu, sahne hakimiyeti, sezgilerini kattığı üstün yorum tekniği ile bir kez daha onaylattı başarısını.
Geçmiş yılların birinde Semiha Berksoy‘un jübilesinde üstlendiği görev nedeniyle, Semiha Berksoy, Gökçe Hıdır‘a “Yerma” oyunundan esinlenerek yaptığı çalışmayı hediye etmişti… Şimdi düşünüyorum da, anılar sağanağında, kim bilir buna benzer daha ne çok değeri ölçülmez yaşanmışlıklar vardı.
Gökçen Hıdır‘ın 1965 yılında “Yerma”da gösterdiği başarı bugün bile anlatılmakta… Ve daha öncesi var. Gökçen Hıdır‘ı bir başka zirveye taşıyan, Semih Sergen, Ejder Akışık, Muazzez Kurtoğlu, Yıldırım Keskin ile başlıca rolleri paylaştığı “Soruşturma” adlı oyun mesela.
Gökçen Hıdır, ”Soruşturma”da sesi, tipi, karakteri birbirinden tamamen ayrı, hiçbiri diğerine benzemeyen dört kadını öylesine büyük bir başarıyla canlandırır ki, bir gazete haberinde “Yıldız Kenter’in ayrılmasından sonra Devlet Tiyatrosu’nda kalan üç büyük aktrisinden biri ” olduğu yazılır. Döneminin en önemli ve özel oyuncularından biridir, kuşkusuz. Öyle de kalır.
Tam da bu noktada, sözü kızı Heyecan Nazlı Veziroğlu‘na bırakmak istiyorum:
“Annem Gökçen Hıdır, 1958 yılında Müşfik Kenter ile oynadığı ‘Dünkü Çocuk’ adlı komedide Billie Dawn rolü ile, üstün bir başarıya ulaşmış, bir anda, şöhretin zirvesine çıkmış. Ankara seyircileri, o dönem, annemin canlandırdığı karakterden öylesine çok etkilenmişler ki, onun sesini taklit etmeye, birbirleriyle onun gibi konuşmaya başlamışlar.”
“Yerma’ ile ilgili anlatmak istediğim birşey var. Piyesi izleyen İspanya Büyükelçisi Prof. Dr.Emilio Garcia Gomez,’ Oyunu ve Yerma’yı hiç yadırgamadım. Sahnede geçenleri şaşırtacak ölçüde, İspanya’dakine yakın buldum. Oyun beni, gerçekten çok duygulandırdı. Sevindim. Mutlu oldum. Yerma’yı candan kutluyorum’ diye ifade etmiş duygularını.”
“Cüneyt Gökçer, Mediha Gökçer, Muazzez Kurtoğlu, Macide Tanır, Kerim Afşar, Ayten Gökçer, Melek Ökte, Müşfik Kenter, Saim Alpago ve annem, Gökçen Hıdır artık var olmayan bir dönemin simgeleriydiler, bana göre…”
“Henüz öğrenciyken, konservatuvar temsillerinde rol alan annemi, izleyen yabancı seyirciler, ‘Dilinizi pek az anladığımız halde, bu genç sanatçınızın Moliere oyunlarındaki başarılı yorumu, sergilediği sahicilik bize, dilsiz konuşmanın bir örneği gibi geldi’ demişler.”
“Annem eskrimi çok severdi. Gönüllü olarak, tiyatro öğrencilerine diksiyon, fonetik sahnede tonlama, jest, mimik dersleri verdi bir süre. O sahnede de, hayatta olduğu gibi hep gönüllere seslendi… Hep gönüllerde yaşadı.”
“Gökçen Hıdır mesleğine tutkundu. Muhsin Ertuğrul’a göre, onu doktorunun, ev halkının tüm zorlamalarına rağmen, perde açılmalıdır, diye tiyatroya götüren, işte bu amansız tiyatro sevgisiydi. Ve elbette izleyiciye olan saygısı…”
Muhsin Bey’in anneme hitaben yazdığı mektuptan küçük bir bölümü aktarmak istiyorum:
‘ … Diyeceksin ki, aktör hasta ise ne yapsın? Bilmem, vereceğim cevabı tahmin ettin mi? Oynasın, derim.
– Oynayamayacak kadar hasta ise ne yapsın?
– Yine oynasın, derim.
– Ya evinden çıkamayacak kadar hasta ise, nasıl gelsin?
– Sıhhi imdat arabasıyla gelsin, derim.
– Ya bu yüzden hastalığı artarsa?
– Artsın, derim.
-Ya o akşam oynamak yüzünden ölürse?
– Ölsün, derim. En yakınım, en sevdiğim de olsa yine ölsün derim. Bu suretle tiyatro tarihine adını altın harflerle yazdırır, böylelikle nesline ve kendinden sonra geleceklere, sanat sevgisinin bir sembolü olarak kalır, tiyatro tarihine geçer ebedileşir.
Kaldı ki, sen nefsinde tecrübe ettin. İnsan sahnede ölmez, canlanır ve dirilir. Bizim sanatımızın en asil tarafı öğretmek, ağlatmak, güldürmek, eğlendirmek değil, ruha ve kalbe tesir etmektir.
Seni eskiden de iyiliğin ve dürüstlüğün için severdim, sende bu sanat ateşini gördükten sonra, şimdi daha da çok seviyorum. Tekrar teşekkür ederim, gözlerinden öperim.” (*)
Gökçen Hıdır incelikli oyunculuğu, üstün oyun yeteneği, başarılarıyla aramızdan ayrılışının üçüncü yılında hala saygıyla anılıyor, bir ölçüt olarak değerlendiriliyorsa, demek ki tiyatro hiç de suya yazılmış bir sanat dalı değil. Değerli olan, kalıcılığını belleklerde hep koruyor ve çoktan sonrasız bir hayata erişiyor.
Fonda hep o alkışlar, program dergileri, kül rengi ışıklar ve gözlerdeki ışıltı yağmuru, uçsuz bucaksız duyarlıklara kan vermiş, hayatla ve zamanla ödeşmeyi bilen, alışagelmiş sığ piyasa beğenisini elinin tersiyle itmiş, tiyatroyu tüm kalbiyle sevmiş, “gerçek bir aktris”i kuşatan o simli ayla…
Gökçen Hıdır alaca gölgelere boğulmuş sahnede tek başına… İzleyicilerini selamlıyor.
Değerli hatırasına saygıyla…
PINAR ÇEKİRGE
Kaynakça:
(*) Demirci, Vedat. ”Alnında Işığı İlk Hisseden Tiyatro Sanatçılarımız”, Doğuş Otomotiv- Wolkswagen,1999