Yangın, yangını izleyen kalabalık, yangına müdahale eden itfaiye ekipleri, bu esnada oracıkta duran cankurtaran ve polis araçları, bizim oyunlarımızda da oldu hep.
Rahmetli Fikret’in, Dr Ruşen’in, can dostum Doğan Gülener’in hep bi itfaiyeci ruhu taşıdığını düşünürüm, bugün bile.
(Bizden küçüklerdir; Ahmet Öndaş ve Uğur Kap’ın o hallerini bilemiyorum.. Kesin, evlerini kaç kez yakmışlardır.. Halen de sakar ve beceriksizdirler.. Azıcık büyük olması itibariyle Ömer Cinel dostumun da veletlik hallarını göremedim hiç, O’nda daha bi ”doktor” ağırlığı olsa gerektir, tahminen hiç itfaiyecilik oynamadan, bi başhekim edasıyla büyümüştür)
***
Biz, Giresun Cumhuriyet İlkokulu’nda okuyanlar, biraz daha şanslıydık bu ”maceralarla” içli dışlı olma yönüyle. 30bin nüfuslu Şehr-i Canan’ın itfaiye binası okulumuzun tam karşısındaydı.
İtfaiye personeli, genellikle çok yakındaki kahvelerde oturup bekleşir, anca yangın ihbarı içeren bi telefon gelir de nöbetçi abimiz alarm çanını çalarsa koşa koşa araçların yanına gelirlerdi.
O çanı çok duydum. Her nasılsa sınıfın en ”akıllısı” olduğum için öğretmenimiz tarafından itfaiye binasına çok yollandım;
-”İyi günler abiciim, beni Meral öğretmen gönderdi, yangın acaba hangi mahallede çıkmış, kimin eviymiş”?
(Bi kağıda yazıp verirdi oradaki görevli abi)
Öğretmenimiz, yangının kendi evinde çıkmadığını duyar, rahatlardı herhalde, ne bileyim?
Buradan bana miras kaldı; ”itfaiye çanı”!
Uzun yıllardır ve halen Yeşilgiresun’daki köşemin adıdır.
(Ahmet Öndaş kardeşim çok iyi anlatır, ne de olsa tiyatrocudur. İtfaiye’nin oralardaki Çınarlar Camii müdavimi gocamanlar laf sokarmış itfaiye çalışanlarına; ”Oooh ne güzel, bütün gün kaavede oturup maaş alın, arada bi ahabu çan çalacak da koşup yangına gideceksiniz”. ”Naapalım amca, yangın mı çıkaralım” dermiş onlar da cevaben)
(Ömer Cinel o zamanlar komşu gızlarla başhekimcilk oynadığı için bilmez bunları!!)
(Uğur Kap tahminen o zamanlar sümüklüdür henüz!!)
***
Şehrin küçüklüğü, nüfusun azlığı falan filan gibi etkenlerin de payı olmalı, öyle çok büyük yangınlar çıkmazdı Giresun’da. 1970’lerden söz ediyorum. Genelde baca tutuşması yangınlarıydı yaşanan.
İki kez çıktı büyük yangın. Gazi caddemizin yarısı yandı.
Unutulmaz bi korku filmiydi o gece. İlkokul 4’deydim. Fırtına bi yandan, tüm şehre yağan kıvılcımlar öte yandan.
Başta İhsan Hakyemez abim, mahalledeki ve apartmandaki herkesin elinde hortumlarla kendi çatısı-balkonu tutuşmasın diye çırpındığını anımsarım.
Babamın şaşkın, tedirgin, ama her şeye hakim bakışlarını.
Tahminen; ”Hangi inek çıkardı bu yangını” anlamındaki yüz ifadesini.
***
(Başka yangınlar da gördü çocuk gözlerimiz. Misal Güveli Oteli yandı. Çok üzüldükdü. Ama hiçbiri cadde yangını gibi büyük diğildi)
***
Bizim kuşak, bugün bile büyük bi dikkatle takip eder itfaiyeli-yangınlı filmleri.
Hepimizin gözünde o epeski ve sadece 2 adet olan itfaiye araçlarımız durur. Kimi itfaiye erleri şoförün yanında otururken, asıl kahramanlar aracın arkasında tutunarak, ayakta gidenlerdi bizim için. Hep onlara özenirdik.
At üzerindeki Malkoçoğlu 1, son hızla giden itfaiye aracı arkasında düşmeden durabilen abilerimiz 2…
İşte biz, onlardık.
***
Yine öyleyiz, kimse değiştik sanmasın.
Bakınız örneğin ben, güya siyasete atıldım, güya m.vekili aday adayı oldum, Türkiye’mizdeki oy oranı binde 1 bile olmayan bi parti adına, seçilemeyeceğimi bile bile seçim çalışmaları yaptım bikaç yıl evvel.
Neydi o çalışmam? Edebiyatçı gözüyle siyaset idi. Kitaplarımda konu ettiğim noktaları ziyaret ettim sadece. Şehir içi dolmuş hatları, ayakkabı boyacıları, berberler, Giresun Belediye Bandosu, Garılar Pazarı, stadyum personeli, Zeytinlik Mahallesi, Sokakbaşıspor Kulübü, Yeşilgiresun Gazetesi, Fındıkkale Otobüs İşletmesi ve elbette ve özellikle ve göz nurum Giresun İtfaiyesi.
Gerisinden bana ne ula demeye çalıştım.
Anlamadı şu şehrimin insanları mesajımı.
Boş verdim, anlamayanların bu kadarmış akılları.
***
Şehrimiz güzel bi Cumhuriyet Bayramı gecesi yaşadı. Katkısı olanları kutluyorum. 100. yıl için daha görkemli, daha nitelikli işler de yapılabilirdi gibi bi eleştirim var, onu da saklı tutuyorum tabi.
Umarım, yıkamayacaklarını… Umarım, ilelebet payidar kalacağını… Anlamışlardır.
29 Ekim günü siren sesleriyle şehrimizi inleterek tüylerimizi diken eyleyen araç konvoyunda; jandarma ve polis dışında en çok gözlemlerimi nemlendiren Giresun itfaiyesi araçlarıydı. Cumhuriyet İlkokulu’ndaki hallarıma kadar götürdü beni.
O çan sesini duymuş gibi oluverdim.
Çan deyip durdum,çan ile bitireyim. Şu mübarek topraklarda ezan sesi duymayı sadece ve sadece tekbi kişiye borçlu olduğunu unutanlaradır sözüm;
Layığınız kilise çanı sesidir, sizin 100. yılınız kutlu olmasın!