Hiç bilemedim, gerçekten tıp doktoru muydu?
Türk Sanat Musikimizdeki yüzlerce şarkının bestekârı…
Doktor Selahattin İçli?
****
Herif hem doktor!
Hem besteci!
Üstelik içli de!
Daha adını duyar duymaz sunucudan, efkâr kaplardı kalplerimizi.
Kim bilir ne dertli bi şarkıdır?
****
Güfte kime aitti?
Hangi solist okuyacaktı?
Yoktu bunların önemi hiç.
Doktordu ve içliydi adam özetle.
****
Araştırmacı yazar falan diğilim, o nedenle hissettiğimi kaleme aldım hep.
Boğaz’da doğmuştu muhtemelen. Münir Nurettin’i tanıyordu yüksek ihtimal. Feyz almıştı en azından Üstad’dan.
Ve büyükşehirde ne aşklar yaşamıştı Allah bilir?
Az mı gıpta ederdik?
****
Büyüdük, biz de büyükşehirli olduk bi gün.
Sevdalandık. Kavuştuk.
Kavga ettik. Bozuştuk.
Zamanı geldi aldattık.
Haliyle aldatıldık.
Aşk özetle bu imiş, başka bişey diğil.
Gıptayı boşuna etmişik…
****
Şimdi size bi sırrımı vereceğim, ama sakın ola;
– “Ulan ne duyarlı bi insanmış” demeyin. Sevemedim asla böyle klişe lafları. Ve ne yazık ki şehrimizde böylesi pozlara girip puan toplamak isteyen yığınla sanatçı-edebiyatçı müsveddesi de var.
Aman uzak dursunlar.
Sırrım şudur; üniversite yıllarımda, Bakırköy’deki bi çocuk yuvasında ”gönüllü” olarak çalıştımdı ben bi süre. O yıllar, Timur Selçuk’un gözde öğrencisiydim elhamdülillah. Çünkü tamamı İstanbul “hergelesi” olan diğer gençlerin yanında tek Anadolu çocuğu bendim. İlginçti tabi, bi Karadeniz uşağının arya okuması…
Her genç müzisyen adayı gibi ben de kendimi Beethoven ayarında gördüğüm için, hepsi çok minicik olan kimsesiz keratalara şarkı-türkü öğretiyordum hafta sonları.
Derseniz;
– “Ahabu yaşa geldin, naaptın ula gardeşim şu gezegende”?
İşte, çocuk yuvasında çalıştım, seve-isteye.
****
Bu dünyalar sevimlisi eşşek sıpalarının anasını-babasını tanıyanı-bileni yoğidi. Kimsesizlik denen şeyi ilk onlarda görmüştüm.
Başlangıçta;
– “Baba” diyerek boynuma atılanı çok olduydu.
Azıcık “adam” oldumsa, orada oldum ben, biliniz.
(Sonradan alıştılar, öğrendiler, “Gürsel Abi” oluverdimdi, çok şükür)
****
Hele bi Elif’cik var idi.
O yıllar 20’ysem ben, 4 yaşındaydı en fazla.
Çok severdi beni, kanki olmuştuk kısa sürede.
– “Büyüsem de şu Elif’i evlatlık alsam” diye az mı dua ederdim.
Allah bilir şimdi nerededir?
40 yaşında mıdır?
****
Geri kafalılığın temelleri taa o zamandan atılırmış demek memlekette.
Bi gün beni odasına çağırdı Müdür Bey;
– “Gürsel Bey, malumunuz, kız öğrencilerimiz de var, siz daha derse gelmeyin” dediydi mendebur herif.
Evet, evet, bana dendi bu? Benim gibi birine dendi bu? Unutamadım hiç bu hakareti. Şahsıma diğil, vatanıma yapılmıştı çünkü.
Nasıl bi sabır geldiyse artık kalbime o an, müdür’ü camdan aşağı atamadım, bağrıma taş basıp vedalaştım çocuklarımla.
Giderken hepbi ağızdan bana söyledikleri;
– “Bilmem şu feleğin bende nesi var” türküsünü, şimdi büyük kızım Çiğse’yle ben sizlere söylüyorum, kimi ortamlarda.
Hayatta hiçbi icraatım temelsiz diğildir.
****
(Biz, hiç büyümeyenler için “kayık tabak” denen şeyden yemek yemek dünyadaki en önemli şeydir.
Oyuncak gibi bişidir kayık tabak, yense yense salata yenir. Oysa biz, köfte-patatesi bile kayık tabakta yemeyi sevenlerdeniz)
****
Batuş da öyleydi. Kim midir Batuş?
Batuhan.
Uzun yıllar sonra Giresun’a döndüğümüzde, çocuk yuvasından evlatlık aldığımız Batuhan.
Elif’in yerine koydumdu Batuş’u belki de. Ömrümü O’na adamaya hazırdım. Ve nasıl bi benzerlikse, ikiz gibi, kızım Çiğse’ye benziyordu aynen Batuş.
Çiğse 2 yaşındaydı, Batuş 4…
****
Görenler;
– “Ula doğru söyle, bunu İstanbul’da peydahladın da sonradan mı getirdin, yuvadan aldık diye bizi mi ganduruyun” diyordu.
Anca bu kadar olurdu benzerlik?
Ne diyebilirdim;
– “Yahu benim İstanbul’da çocuğum olsa, dünyadaki hangi kuvvet beni ondan ayırır”?
Diyemezdim bunu. Gülümserdim bitek;
– “Saçmalamayın la”…
****
Batuş maalesef anne düşmanıydı. Gerçek annesini anımsıyordu ve bırakıp gittiği için çok yıpranmıştı ruhu.
Eşime düşman kesilmişti o nedenle. Neler neler yapıyordu, anlatmiyim, boş verin.
Baktık, olacak gibi diğil. Destek istedik. Yardıma çağırdığımız uzmanlar;
– “Bunu tekrar yuvaya alacağız Gürsel Bey” dediler. Kabullenmesi zor oldu. Halen de yüreğim dayanmıyor Batuş dedikçe. Mecburdum ama…
– “Lütfen ben evde yokken alın” dedim. Görmiyim gittiğini… Yoksa ne oğlum gider, ne de ben yollarım.
Dedim…
Alıp gitmişler, işteyken ben…
****
Yatağına kapanıp çok ağladım Batuş’un.
Ama şimdi emin ellerde sevgili oğlum, bunu biliyorum bakın.
Görmem yasaksa da, varlığı yeter.
****
Büyük sanatçı Selçuk Alagöz, ”Malabadi Köprüsü” adlı eserinin sonlarına doğru, sözler bitip, sırf enstrümanla finale gelindiği bi anda, derinden bi;
”Aaaaaah!” çeker.
****
Fatma, şeyh kızıdır. Garibin biri Fatma’ya sevdalanır.
Şeyh, izin vermez.
İkisini de vurdurur adamlarına, Malabadi Köprüsü’nde.
Selçuk Alagöz’ün çektiği “ah” işte bu ah’tır.
****
Seversin, kavuşamazsın aşk olur. Âşık Veysel’e yakıştırılan bu sözler nasıl da doğrudur.
Dünyanın bütün gariplerinin aşkı Malabadi Köprüsü’nde biter.
Yine de; Elif’ten, Batuş’tan, Çiğse’den ve minik kızım Yağmur’dan öte aşk yoktur.
****
“Evli evine gider, garip nerde akşamlar”?
Bunu kimseler bilemez.