Doğan Hocamla bir Elâzığ seyahati planlamıştık. Sabah uçağına yetişmek için onu evden almaya gittim. Kapıda hazır bekliyordu. Yola çıktık. Yoğun sabah trafiğinde havaalanına vardık. O seyahatte uçaktan itibaren çok geniş zamanımız vardı. Kendi adıma çok sevinçliydim. Doğan Hocamın her sohbeti ufkumu genişleten bir seminerdi. O yolculukta bana “Elâzığ’da senin ilkokul öğretmeninle tanışmak isterim,” dedi. Ben de mutlu oldum. Bu vesileyle beni beş yıl okutan Tahsin Solmaz öğretmenimle görüşme imkânı bulacaktım. “Öğretmenin nasıl biriydi?” diye sordu. Uzun uzun anlattım. Merakı daha da arttı. Doğan Hocamın müthiş bir gözlem gücü, araştırma merakı vardı. Bunu, ailemle tanıştığında da hissetmiştim.
Uçaktan indik. Bizi Elâzığ yöneticimiz Sabri Turan karşıladı. Ona da seyahat boyunca Elâzığ kültürüyle ilgili sorular sordu. Akşam Fırat Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu’nda seminer verecekti. O boşlukta Tahsin Hocama gitmek için aradık. Hocamın vefat ettiğini öğrendik ve birlikte üzüldük. Çocukluğumun geçtiği mahalleye gittik, beraber dostlarla sohbet ettik. İnanılmaz mutluydu. Hocamın çocukluk anılarımla ilgilenmesi benim için başka hiçbir duyguyla kıyaslanmayacak kadar değerliydi. Her soruda onun araştırmacı kişiliğini biraz daha yakından tanıyordum. Doyumsuz bir seyahatti benim için.
Akşam seminere geçtik. Salon doluydu. Yer bulamayanlar merdivenlere oturmuşlardı. Sohbete başlarken cep telefonlarını kapatma anonsu yapıldı ve seminer başladı. Bütün salonla bütünleşmişti, herkes pürdikkat dinliyordu. Birden yüksek tonda bir telefon sesi duyuldu. Salondakilerin ve Doğan Hocamın bakışları sesin geldiği yere yöneldi. Arka sıralarda oturan bir babanın telefonuydu çalan. Konuşmanın akışı bozulmuştu. Doğan Hocam telefonla ilgili ikaz yapıldığını hatırlattı. Ses tonu biraz sertti. İlk defa böyle sert bir ikazına şahit olmuştum. Sonra konuşmasına devam etti.
Beş on dakika sonra telefonu çalan baba, eşi ve çocuğuyla sessiz bir şekilde salondan çıktı. Onların çıkışını salonun kalabalığından ve arka sıralarda oturuyor olmalarından dolayı çoğu kişi fark etmedi. Doğan Hocam da görmemişti. Seminer bitti. Kitap imzalatmak isteyenler uzun kuyruklar oluşturdu. Gecenin ilerleyen saatlerinde otele yöneldik. Arabada telefon konusu açıldı. Doğan Hocama o ailenin salondan bir süre sonra ayrıldığını söyleyince çok üzüldü.
“İkazım biraz sert oldu galiba İbrahimciğim. Tanıyor musun aileyi bir konuşsam,” dedi. Soruşturdum ama belirleyemedik. İstanbul’a dönünceye kadar birkaç kez üzüntüsünü dile getirdi bana.
Aradan birkaç ay geçmişti. Florya’da bir seminerdeydik. Seminerin ortasında Doğan Hocamın açık unuttuğu cep telefonu çaldı. Hemen cebinden çıkarıp susturdu. Özür diledi. Sonra bana dönüp tebessümle “Gördün mü İbrahimciğim, etme bulma dünyası,” dedi. Salona da olayı anlattı. Hep birlikte gülüştük. Hocamın o günkü olaydan ne kadar üzüntü duyduğuna ama bunu kendi üzerinden örnekleyerek hoşgörünün önemini vurgulayan bir hikâyeye dönüştürdüğüne şahit olmuştuk.
İyi ki Kitabından – İbrahim Taşel