Çağdaş Ermeni Klasik Müziği’nin kurucusu olarak adlandırılan, Gomidas Vartabed, gerçek adıyla Soğomon Kevork Soğomonyan besteci, etnomüzikolog ve koro şefiydi. 1869 yılında Kütahya’da dünyaya gelmişti. Sonrası uzun ve acılı bir hikayeydi aslında.
Gomidas Vartabed ölümünden tam seksen altı yıl sonra, yaşadığı trajediyle, hayatı boyunca peşini bırakmayan suçlamalar ve hepsinden öte korkularıyla tiyatro sahnesinde… Paris, Villejuif’de, İstanbul Hospital de la Paix’de, Çankırı, Kütahya’da…
Sıla özlemi, duygusal çelişkiler, uçsuz bucaksız yalnızlıklar, düş kırıklıkları, engellemeler, politik baskılar, şöhret, kuşku, endişe, öfke, tutuklanma, Çankırı’da kısa bir sürgün dönemi, psikiyatri hastanelerinin terk edilmiş koğuşları ve acılar içinde geçen bir ömürdü payına düşen. Kimileri için, alt tarafı “aşk şarkıları söyleyip, yazan günahkar papaz”dı. Oysa her insanın bir şarkısı olduğuna, inanıyordu.
Rita Soulahıan Kuyumjian ‘nın “Delliğin Arkeolojisi Gomidas / Bir Ermeni İkonu’nun Portresi” (2010) adlı kitabında belirttiği gibi, derin travmalar içindeydi. Giderek dış dünya ile olan bağlantıları tümüyle koptu. Darmadağınıktı artık. Günün birinde pek çok eserinin esrarengiz bir biçimde kaybolması…
“Ama ben buradayken içim gurbet olmuş. Toprağım beni unutmuş…”
“Yaşam dört mevsimde; bendeki iki mevsim yastı. Dayanmak ömrümün haritasıydı.”
” Anahtarı olmak istedim o kilitli sandıkların.”
Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği, süpervizörlüğünü ve yapımcılığını Ersin Umut Güler’in üstlendiği eserde, Hagop Mamigonyan şefliğindeki kırk kişilik Lusavoriç Korosu oyun boyunca Gomidas Vartabed’in eserlerini seslendiriyor. Işık, hareket, kostüm, sahne tasarımları kusursuz. Fehmi Karaarslan’ın, yaşar kıldığı Gomidas karakteri ile sergilediği dorukta oyunculuk, kelimenin tam anlamıyla virtüözite düzeyinde. Seyirci sahnede yaratılan illüzyonun tesiriyle, deha ile deliliğin arasındaki o kıldan ince, kılıçtan keskin çizgide Gomidas’ın cinnetini yaşarken buluyor kendini. İliklerine kadar ürperiyor.
Bu güzel oyunun, “Gomidas”ın yaratıcı ekibiyle konuştuk. Ahmet Sami Özbudak, Ersin Umut Güler, Hagop Mamigonyan ve Fehmi Karararslan sorularımızı yanıtladılar. Söyleşimiz bugün ve yarın, iki bölüm halinde yayımlanacak olup ilk bölümde oyunun hazırlık süreçleri, metni, dramaturjisi ile müzikleri, koronun oyunla ilgili hazırlıkları ve çalışmaları yer alıyor.
Tiyatro… Tiyatro… Dergisi olarak, Gomidas oyununun sahneye taşınmasına önemli katkılar sunan ve geçtiğimiz günlerde hayata veda eden Başrahip Tatul Anuşyan’ı saygıyla anıyoruz…
Pınar Çekirge: Sade dili, ustalıklı anlatımı, kullanılan simge ve metaforlarıyla, dünyanın hemen her yerinde sahnelenebilir yetkinlikte bir oyun yazmışsın. Bu başarını öncelikle kutlamak istiyorum. Gomidas üzerine bir oyun tasarlama fikri nasıl ortaya çıktı, sahneleme süreci nasıl gelişti?
Ahmet Sami Özbudak: Aslında “Hayal-i Temsil”e çalışırken, Gomidas ismine ilk kez rastlamıştım. Sonrasında Gomidas’ın, yaşamını incelemeye karar verdim, eserlerini kimi zaman ürpererek, farklı duygular yaşayarak dinledim. Uzun bir çalışma, yayın taraması dönemi oldu. Özellikle de, Rita Soulahian Kuyumjian’ın kitabı beni çok etkiledi.
Yavuz Pak: Kaynak sıkıntısı yaşamamışsın pek anladığım kadarıyla. Ermeni tiyatrocularla ilgili araştırma yapmaya kalktığımızda ciddi kaynak sıkıntısı yaşıyoruz.
Ahmet Sami Özbudak: Hiç kaynak sıkıntısı çekmedim. Kütüphaneye gidip mevcut ansiklopedileri tek tek taradım. İşime yarayacak her kaynağı, her satırı. Çok güzel kitaplar var. Gomidas’ı yazma sürecinde “Deliliğin Arkeolojisi” benim temel kitabımdı, bir de “Çankırı Yollarında” kitabı. Sonra Melissa Bilal ve Burcu Yıldız’ın kitabı çıktı: “Kalbim O Viran Evlere Benzer.” O kitapta da gerçek mektuplar var yazışmalar var. Onu da okuyunca teksti bir daha değiştirdim, oyunun finalini biraz bu kitaptan okuduklarımla oluşturdum. O resmin gerçek hikayesini ve Rumelihisarı Köyü’nde olanları yine aynı eserden öğrendim. “Dünyaya Ait Hissettiğim Yer” dediğim bloğu ben o kitaptaki kaynaklardan devşirdim.
Pınar Çekirge: Eserin elde ettiği başarı da ortada.. Sence bunun sırrı ne?
Ahmet Sami Özbudak: Gomidas çok özel bir projeydi kuşkusuz. Ve tüm ekip, duygu, inanç, düşünce, kalp, beyin olarak oyunun içinde yer aldık. Kopmalar, uzaklaşmalar yaşamadık hiç. İtiraf edeyim, kendimden çok şeyler gördüm Gomidas’ın hayatında ve kendimden de çok şeyler kattım.
Pınar Çekirge: Bir insan hikayesi vardı, ondan da öte tekrarlara düşülmeden anlatılması gereken acılar ve yalnızlıklar, duygusal ezimler, kırılışlar…
Ahmet Sami Özbudak: Evet, dediğiniz gibi, bir insan hikayesinden yola çıktım. Ama aslında bizim hikayemizdi bu. Hassas, bıçak sırtı bir konuydu. Dengeyi korumaya özen gösterdim. Tekst defalarca yeniden, en başından yazıldı. Tam son noktayı koymuşken, tekrar yazdım.
Pınar Çekirge: Bir tür kan bağı, güçlü bir doku uyuşması ya da özdeşim diyebiliriz o halde…
Ahmet Sami Özbudak: Tümüyle katılıyorum. Gomidas’ın yaşadıklarını çağrıştıran travmalar, dışlanmışlıklara kendi hayatımda, yakın çevremde tanıklık, hatta suç ortaklığı etmiş olduğumu yadsıyamam. Dediğim gibi, hepimizin ortak acıları, geçmişi, ortak hayatıydı söz konusu olan.
Yavuz Pak: Peki başlarken koronun olacağı belli miydi?
Ahmet Sami Özbudak: Oyuncu belliydi, yapımcı belliydi ve de koro belliydi. Sadece metin yoktu ortada başlarken. Aslında oyunun da iki yönetmeni var. Koronun yönetimi ve benim rejim.
Pınar Çekirge: Bu hikayede neden metafor olarak koyunu seçtin? Bu kadar masum bir hayvanın böylesi trajik bir hikayede ön planda olması ilginç değil mi?
Ahmet Sami Özbudak: Koyunun, Hristiyanlıktaki karşılığı üzerinden bir metaforik özelliği var. Aslında başlangıçta ceylandı Gomidas’a eşlik eden. Sonra geyik denedim ama olmadı. Bunların hepsi denendi, okumaları yapıldı. Nihayet en uygunu koyun oldu. Hem Hristiyanlık’taki metaforik özelliği, İncil’deki “ben sizin çobanınızım” göndermesi gibi etkenler dolayısıyla koyun en doğru cevap oldu bizim için.
Pınar Çekirge: Gomidas bir yandan koyun üzerinden anlatıyor hikayesini ama diğer yandan da oyun boyunca koyunla bir mücadele içinde ve önce bir gözünü sonra diğer gözünü oyuyor. Kör ediyor, fakat canını alamıyor.
Ahmet Sami Özbudak: Tabii ki onu yok etmeye çalışıyor. Koyunla, yani o hayalle mücadele ediyor. “Gezdirme beni, geçmişime götürme. Acı çekiyorum ve ben hani geçmişime gittikçe yok oluyorum, kayboluyorum. Beni burada bırak. Ben hastanedeyim ve ölmeye hazırlanıyorum, daha fazla deşme bu yaraları.” Koyun belki öldü orada ve sizin hayatınıza zıpladı. Böyle düşündüğünüzde, Gomidas’ın koyunu belki kendi seyircileri kendi geçmişleriyle yüzleştirecek.
Pınar Çekirge: Kreşendo sahneler, müziğin büyüleyici etkisi ve Gomidas’ın cinnete varan yolculuğunun kökeninde yatan psiko-dinamikler çok güçlü biçimde aktarılmış. Örneğin; “Bana bir ev verecek misin Berlin?” repliği…
Ahmet Sami Özbudak: Hayatı boyunca evsiz kalmış biri Gomidas. Oradan oraya savrulmuş hep.
Yavuz Pak: Ben metni okurken diyalektik bir bütünsellik içinde buldum kendimi. Bir toplumun, tarihsel sancısını sancılı bir insanın psikolojisi üzerinden, onun toplumsal tarihe değen yürüyüşü üzerinden anlatırken hem toplumsal hem bireysel olarak tarihe tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla tarih bilimsel soğukluğundan soyunup Gomidas’ın görkemli sesinde, yaratıcı aklında, sanatçı duyarlılığında, insan sıcaklığında eriyor gözlerimizin önünde..
Tarihi toplum ve onun izdüşümü bireyi yoğurarak bütünleştiren bir diyalektik işliyor metinde. Toplumsal/tarihsel bir trajedinin öznesi üzerinde bireysel bir dramla diyalektik bütünselliği. Benzer biçimde akıl ve duygunun, doxa ile epistemenin dansına tanıklık ediyoruz metinde. Bu ikisi arasındaki dengeyi ve etkileşimi, diyalektik bütünselliği çok iyi kurgulamış metin.
Ahmet Sami Özbudak: Evet gerçekten öyle, ancak itiraf etmeliyim ki, hafızam bu tür bir belgesel tiyatro metni hazırlamak için pek iyi değildir. Tarihleri aklımda tutamam, her şey bir moddur. Bir biyografi, aslında bir belgesel tiyatro bu. Yani bunların hepsi var. İşte o sorunsal, belgesel tiyatroyu ben nasıl geçireceğim insanlara? Hep bu tür çalışmalar bende bir duvar olarak duruyor. Tüm biriktirdiklerimi çok iyi çalışıp, her şeyi bir kenara bırakıp, “şimdi yeniden bir gerçeklik yarat” demeyi öğrendim galiba. Öyle bir form, denklem kullandım. Bir de çok draft yazıldı bunlar ve defalarca yazıldığı için o kıvama gelmeyi başardık sonunda… Oyuna iki gün kala, örneğin Berlin bloğunu attık. Kocaman üç sayfayı! Gomidas bir pirinç heykelle Berlin’i geziyor, insanlar pencereye çıkıyor, onları yönetiyor. Masal gibi bir sahneydi, Gomidas’ın Berlin başarılarını anlatıyordu. Ama biz onu atmak zorunda kaldık.
Ayrıca, Gomidas’ın bir büyüsü olduğuna inanıyorum. Ben böyle şeylere inanırım. Spiritüel bir şey söyleyeceğim; çok çalıştım, çok okudum ama galiba ona, Gomidas’a bıraktım kendimi birazcık. Onun dünyasına, duygusuna. Kendi duygusal durumlarım, boşluklarım da eşlik etti bu sürece. Çünkü kendinden kendi kuyundan çekiyorsun bir de bazı şeyleri. Oralarda bir özdeşlik ve bütünsellik kurduk.
Yavuz Pak: Bir toplumun tarihsel olarak delirmeye başladığı bir çağdan bahsediyoruz aslında. Böyle bir tarihsel süreci bir delinin (hem sanatçı hem akıl hastası olarak) üzerinden anlatmak gayet etkileyici ve fakat didaktizme de kolaylıkla yelken açabilecek bir potansiyeli var.
Ahmet Sami Özbudak: Didaktizmden uzak kalmak çok önemliydi bizim için. “Bize zulmediyorlar, bizi götürüyorlar” gibi bir yerden değil de işin içine şiirselliği de katarak sakındık hep didaktik olmaktan. Bu anlamda çok titiz davrandık ve şiirsel bir biyografi formuyla didaktik ve belgesel olma halini aştık gibi hissediyorum. O zihin, o dünya, o müzikler ve bir bütün olarak Gomidas’ın ruh hali de inanılmaz tabii. Karakter olarak pek çok kapıyı aralıyor kendisi.
Yavuz Pak: Ahmet Sami’nin kaleminden süzülen duygusal betimlemeleri akılıcı metaforlar, insanı avucuna alan bir anlatı. Metin hem dinamik hem de iç matematiği çok iyi çalışıyor, bir sarkaç gibi salınırken aynı zamanda sahnedeki ritmi, tempoyu tayin ediyor. Metinde de oyunda da hissettiğim, tempo yavaş yavaş yükseliyor, delilik halleri, monologları, hayalle gerçek arasındaki sınır ihlalleri birbirine ustaca eklemleniyor ve Gomidas’la birlikte biz de katman katman deliriyoruz adeta…
Ahmet Sami Özbudak: İşte bu en çok çalıştığımız şey! Tabii, aktörün elini kaşıyan çok güzel anlar var. Ama o sahneleri biraz büyüttüğünüz zaman anlatım bozuluyor ve hikayeden kopma tehlikesi doğuyor. Şöyle böldüm dramaturjiyi: Metnin ilk kısımlarını anlatıyor, sonra finale doğru oynuyor aktör. Böyle bir dramaturji yaptık. Başta oldukça sakin bir tondan seyirciye hikayemizi anlatıyoruz, ama giderek hikaye oyuna dönüşüyor ve finalde gösteriyor kendini. Ama her şeyden önce izlenebilir bir şey olması gerek. Burada hikayenin seyirciye geçmesi için bu dramaturji çok doğruydu. Gerçekten denedik her şeyi. Galiba tekstte de, rejide de en iyi olasılıkları alıp kullanmayı başardık.
Pınar Çekirge: Pandemide oyunu çıkartmak zor olmadı mı?
Ahmet Sami Özbudak: Zordu ama fırsatları iyi değerlendirdik. Yazın Fehmi Alanya’ya geldi, biz Alanya’da kapandık ve ilk kanavayı çıkardık. Sonra o kanavayı baştan sona, tiyatro ile hiç alakası olmayan 20 kişiye Alanya Kalesi’nde bir gün batımında izlettik böyle baştan sona. Bu da çok güzel ve ilginç bir deneyim oldu. Tekst orada izleyicilere geçince insanlara tamam dedik, “biz doğru yoldayız”. Oldukça uzun soluklu bir çalışma sürecimiz oldu tabii.
Ersin Umut Güler: Uzun bir prova süreci oldu. Biz nisanda mı başlamıştık? Mart’ta kapanma oldu. Biz zoom üzerinden çalışmalara başladık. Birkaç ay zoom üzerinden prova yaptık. Üç günde bir, bir bölümü okuyoruz, deniyoruz. Hiç bu kadar uzun prova süreci yaşadığım bir oyun olmadı daha önce. Biraz pandeminin de etkisi tabii. Vakit genişti ve galiba bazı projelerin istediği şey bu uzun çalışma.
Pınar Çekirge: Kilisede oyun sergilemek zor oldu mu? Bir sorun yaşadınız mı?
Ersin Umut Güler: Bizim açımızdan olmadı ama neticede oyunun kilisede oynanması için öncelikle Ermeni Patrikhanesi’nin onay vermesi gerekiyordu. Görüşmeye gittiğimizde nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı aşağı yukarı tahmin ediyorduk. Başrahip Tatul Anuşyan çok destek oldu bize. Ne yazık ki, geçtiğimiz günlerde kaybettik kendisini…
Ahmet Sami Özbudak: Evet. Tatul Anuşyan metni okudu ve bir saat konuştu bizimle. O kadar hoşuma gitti ki! Çok güzel bir sohbetti ve Tatul Bey metni çok sevdi ve O’nun sayesinde biz çok hızlı yol aldık.
Hagop Mamigonyan: Başrahip Tatul Anuşyan’ın çok büyük katkısı oldu gerçekten. O’nun yönlendirmeleri de önemliydi. Mesela, rütbeli din görevlilerine karşı hitap tarzlarını anlattı bize. Ermenice’deki söyleyişlerin Türkçe’ye nasıl çevrilmesi gerektiği hususunda da değerli yönlendirmeleri oldu. Benim dahi yüzde yüz bilmediğim şeyler var. Metni okuduktan sonra, Tatul Bey’in “Bu bir başyapıt” dediğini hatırlıyorum. “Ben teksti okudum, muhteşem bir eser bu” demişti. Katkısı çok büyük oldu kendisinin bu süreçte. Bir de başrahip olarak Gomidas ile aynı rütbedeydiler. Tatul Anuşyan’ı da sevgi ve saygıyla anmış olalım burada…
Yavuz Pak: Final cümlesi çok etkileyici. “Ben buradayım. Benim sesim de burada. Hadi toplanın etrafıma.” Sami, son olarak kişisel bir şey soracağım sana. Gerçekten bu topraklarda çan ve ezan sesinin yeniden kardeşçe yükselebileceğine inanıyor musun?
Ahmet Sami Özbudak: Hem de çok inanıyorum! Yani bu en büyük hayalim. Çünkü şu an Balat’ta yaşıyorum. Biliyorsunuz, burada yedi sekiz tane kilise var. Camiler de var. Sinagog var. Bunların hepsinin işler halde olması, çan sesi ve ezan sesinin karışması… Bu dünyadaki en büyük zenginlik! Bilmiyorum niye bu olamıyor? Dünyanın başka hiçbir yerinde bu olamaz zaten. İstanbul’da olabilir ancak. Mesela Almanya’da ezanı duymazsınız, çanı duyarsınız. Fransa’da da öyle. Ama burada bu olabilir, İstanbul’da olabilir.
Yavuz Pak: Gülin Dede Tekin’in bir tespiti var. “Bugüne kadar Ahmet Sami Özbudak’ın hayranlıkla takip ettiğimiz metinlerinin en iyisi” diyor. Katılır mısın?
Ahmet Sami Özbudak: “En iyi“ çok değişken bir şey. Dönemle, duyguyla alakalı… Ama şu var, çok kalpten yazdığım için, çok çalıştığım için ve ben olduğum için o cümlelerin hepsi Sami’nin cümleleri. Oyunu yönetmem de tekstin doğru geçmesinde büyük etken. Ve ilk defa kendi metnimi sahnede yönetiyorum. Bu benim karar vereceğim bir şey değil açıkçası. Ama bu metnin neden iyi olduğunu biliyorum: Çalışması, duygusu fazlasıyla bana aitti, çünkü kendimdim, tam olarak ben, Sami olarak oradaydım. Yine de yazdığım metinleri kıyaslamam doğru olmaz sanırım.
Yavuz Pak: Gomidas’ın da aralarında olduğu 234 Ermeni aydının Çankırı’ya sürgünü metnin ve Gomidas’ın hayatının en sarsıcı bölümlerinden biri. O dönemi ve olayları yansıtırken neleri öne çıkarttın?
Ahmet Sami Özbudak: Bu noktada kuracağım cümleler, bir balans ayarı olarak hem Türkiye hem Ermeniler için çok önemli. Çankırı sürgünü, hikayenin beni çok yaralayan, günümüzle de örtüşen kısmı aslında. O gece 234 Ermeni aydının bir gecede toplanıp evlerinden alınması bugünle de örtüşüyor. Yaşananlar bana trajik geliyor açıkçası. Kültür yaşamına etki eden bu insanlar bir gecede böyle alınıp götürülmese, İstanbul başka bir İstanbul olurdu belki. Benim yazar olarak hareket noktam bu. Beni en çok etkileyen kısmı da bu aslında. Zaten biz, Anadolu’da o dönem yaşanan olayları biliyoruz. Çok da tartışılıyor elbette. Ama burada ben, daha çok bununla ilgileniyorum.
Pınar Çekirge: Metinde hem duygusal hem politik olarak abartılabilecek, kolaylık ajitasyona dönüşebilecek kısımlar var. Ama sahnede çok dengeli ve naif bir oyun izliyoruz aslında.
Ahmet Sami Özbudak: Şöyle ki, oyun çok hamasi bir şeye de dönüşebilirdi. Hep bıçak sırtı bir durum. O naifliği koruyarak, o sertliği de vererek ona dikkat ettik. Çok ekonomik yapılandırdık sahneleri. Bu çok büyüyebilirdi ama özellikle sakındık bu dilden.
Ersin Umut Güler: Çok sevdiğim bir cümle var. Yetkin güzellik sadelikten doğar. Ne kadar yalın yaklaşırsak o kadar iyi.
Ahmet Sami Özbudak : Benim mesela son yıllarda, daha yeni yeni olabildiğim bir şey bu. Daha azı bulabilmek, daha sade aktarabilmek. Ama bunun için galiba gerçekten deneyim kazanmak, biraz zaman geçirmek gerekiyor.
Pınar Çekirge: Oyunun iki başrolü var aslında: Biri Fehmi Karaarslan, diğeri de Hagop Mamigonyan şefliğindeki kırk kişilik Lusavoriç Korosu. Oyun boyunca Gomidas Vartabed’in eserlerinin seslendirilmesi izleyiciyi hayli etkiliyor ve o büyülü illüzyon tam anlamıyla kurulmuş oluyor. Koro şefi ve tabii koristler olarak bir tiyatro yapıtında yer almak nasıl bir duyguydu?
Hagop Mamigonyan: Öncelikle müzikal anlamda, başta birkaç zorluk yaşamış olsak da, prova sürecinde bu zorluklar kolayca çözümlendi. Ancak takdir edersiniz ki, korolar bir repertuvar belirleyip altı, yedi ay bu repertuvarda yer alan eserlere çalışıp, yılda bir ya da iki konser verirler. Oysa işin içine tiyatro girince durum farklılaştı. Bazen haftada üç oyun, yani üç konser, bir koro şefi olarak benim de, koroda görevli arkadaşlarımın da alışık olmadığımız bir durumdu. Hele oyunun, önümüzdeki haftalarda bazı günler iki temsil olarak sergilenmesi gündemde, kuşkusuz yorucu olacak ama uyum göstereceğiz.
Pınar Çekirge: Eserin ikinci başrolü olan Lusavoriç Korosu bir anda öyle lirik, öyle etkileyici bir atmosfer yaratıyor ki… Nasıl desem büyü gibi, metafizik gibi bir dünyada buluyor izleyici kendisini.
Hagop Mamigonyan: Gomidas eserlerinin gücü diyebiliriz buna. Tabii, çok çalıştık. Her eseri özenle ortaya koymaktı amacımız. Dediğiniz gibi, aktör ve izleyici ile oyun boyunca kopmayan bir duygusal bağ oluşturabilmekti esas olan. Umarım başarabilmişizdir.
Pınar Çekirge: Koro neden kırk kişilikti? Kırk sayısının bir anlamı var mı?
Hagop Mamigonyan: Aslında bu sayıda pandeminin etkisi var. Normalde bizim koroda 50 – 55 kişi civarında eleman sayımız var ama pandemide herkesin gelemeyeceğini hesapladık ve ses dengesi açısından da soprano, alto, tenor ve basın dengeli bir sayıda olma durumu var. Bu ses dengesini kırk kişi ile oluşturabileceğimizi düşündük. Böyle örnekler var. Bunu oda korosu veya oda korosunun bir parça daha fazlası olarak düşünebiliriz. 30 ile 40 arası ve 40 kişinin bu işi hakkıyla layıkıyla yapabileceğini düşündük. Sesin volümü ve seyirciyi etkileyiciliği açısından. Ama tabi bu sayı esasında net 40 da olmadı. İçimizden hastalıklardan dolayı eksilenler oldu ve 35-34-32 gibi. Her gösteride farklı sayılarımız oldu. Bu da pandemi şartlarında normal diye görüyorum. Mesela Gomidas’ın 1910 yılında İstanbul’da kurduğu bir koro var, Kusan Korosu. Kusan, ozan demek aynı zamanda Türkçe’de de. O koro mesela üç yüz kişilik bir koroymuş. Onun bir sıfırını atıp, o koronun bir benzerini kurmaya çalıştık bir ara. Mesela 32-33 kişi olmuştu. Çok kısa bir dönem. Sadece erkek korosuydu o ama. Şimdi burada kadınlar ve erkekler var. Dolayısıyla 40 bir sembol değil.
Yavuz Pak: Oyunda seslendirilen bütün şarkılar Gomidas’ın şarkıları değil mi? Gomidas’ın Kürtçe, Zazaca derlemelerinden örnekler var mı?
Hagop Mamigonyan: Yok, hepsi Ermenice.
Pınar Çekirge: Gomidas’ın antolojisi duruyor mu hala onu merak ettim ve ondan faydalanabildiniz mi?
Hagop Mamigonyan: Gomidas’ın Ermenistan’da basılmış olan, 14 cilt civarında bilinen eseri var. Fakat söylenen o ki, bunların hepsi koro eserleri değil. Piyano için yaptıkları, halk dansları için yaptıkları var. Mesela, halk danslarını piyanoya uyarlamış, piyano ile çalınabilecek halk dansları var, klasik piyano eserleri var, koro için sololar var. İstanbul’da hepsinin var olduğunu zannetmiyorum. Tam bir kaynak orada var, ama bu da yine Gomidas’ın bütün eserlerini içermiyor. Yani bize söylenen odur ki, eserlerinin büyük bir bölümü, şu an elimizde olanların belki de iki katı da yok olmuştur. Keşke onlar da olsaydı. Daha farklı daha büyük bir antoloji olurdu. Elimizde Daha çok seçenek olurdu.
Yavuz Pak: “Ermenistan bir müzik kutusuymuş. Her açtığımda yeni bir şey duydum” diyor. Gomidas’tan sonra onun çalışmaları aynı şekilde devam ettirildi mi, bununla ilgili bilginiz var mı?
Hagop Mamigonyan: Şöyle diyelim Gomidas sanki Ermeni çok sesli müziğinin bir öncüsü konumunda. Gomidas’tan önce Magar Yegmalyan var. Gomidas O’nun öğrencisi olmuş kısa bir dönem. O’ndan bir şeyler öğrenmiş, sonra çok geliştirerek bunu devam ettirmiş kendisi. Ve Gomidas’tan sonra hepimizin bildiği Aram Haçaturyan var. Kendisi Sovyet bir besteci olarak bilinmekle beraber Sovyet Ermenisi. Esasında Tiflis doğumlu. Moskova’da vefat ediyor fakat bir Ermeni neticede. Dolayısıyla Aram Haçaturyan yaptığı röportajlarda “hepimiz Gomidas’ın yolundan devam ediyoruz” demiştir. Daha sonrasında mesela Edgar Manas diye bir bestecimiz var ki o da Türkiye’de çok sesli müzik alanında çalışmalar yapmış. Hatta, bu konuda belge olup olmadığını bilmiyorum ama, İstiklal Marşı’nın ilk armonizasyonunu, orkestra düzenlemesinin Manas tarafından yapıldığı söylenir. Bütün bu isimler Gomidas’tan etkilenerek, yola çıkarak kendi müzik yapılarını oluşturan besteciler.
Yavuz Pak: Ben size biraz Gomidas’ın kilise ile ilişkisini de sormak istiyorum. Kilisenin Ermeni halkının yaşamında büyük bir etkisi var. Hatta halk cemaat olarak adlandırılıyor. Bu durum, Gomidas’ın yetim bir çocuk olmasından kaynaklanan kilisenin kimsesiz çocuklara kol kanat germesi, toplumsal dayanışma örgütü olmasından mı, yoksa dine ve dini kimliğe yönelmenin bir sonucu mu? Gomidas gibi aykırı bir sanatçı bile kiliseyle yaşadığı çatışmalar rağmen, başı sıkıştığında kiliseye sığınıyor.
Hagop Mamigonyan: Gomidas’ın küçük yaşta öksüz kalması, onu sahiplenecek birilerinin olmaması veya onların maddi şartlarının da yeterli olmaması, o şartlarda en güvenilir yerin kilise olması gibi etkenler var. Kilisede sesi güzel olan çocukların, müziğe kabiliyeti olan çocukların yetiştirilmesi o sıralarda herhalde sık yapılan bir şey. Amcası buna ön ayak oluyor ve Gomidas sesinin güzelliğiyle öne çıkıyor ve düzenlenen yarışmayı kazanıyor. Evet, sanki bir sığınak kilise. Oraya gidersen güvendesin, aşın, yemeğin var. Günümüze dönecek olursak, bugün de baktığımızda İstanbul’da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerde, Feriköy, Bakırköy, Samatya, Yeşilköy, Kadıköy gibi semtlerde de kilise ile okul yan yanadır. İnsanlar kiliseyi ve okulu toplanılan, birleşilen, beraber ayin yapılan, paskalyanın kutlandığı, Hz. İsa’nın doğumunun kutlandığı, sonrasında aile ziyaretlerinin yapıldığı bir mekan olarak görüyorlar. Kilise, bu anlamda birleştirici ve güven duyulan yer.
Yavuz Pak: Peki Gomidas’ın ayinleri kilise dışında seslendirmesi tepkiye yol açıyor ve orada bir sorun yaşanıyor Gomidas bir de kiliseden sürgün ediliyor o anlamda. Bugün hala böyle bir yaklaşım var mı kilisede?
Hagop Mamigonyan: Ben din adamlarımızın bir çoğunu tanıyorum yakınen. Mesela Gomidas gibi müzikle ilgilenen bir din adamı dostumuz da var. Benden de bir kaç yaş büyüktür. Opera müziğine inanılmaz ilgi duyuyor ve bu konuda belki benim dahi bilmediğim eserleri bilir, aryaları bilir. Ama din adamlığı ile müziği hiçbir zaman karıştırmaz. Din adamlığı normal seyrinde gidiyordur. Gomidas için bence müzik çok ağır basıyor, din adamlığı, rahiplik gibi unsurlardan çok müzisyenliği benimsiyor. Gomidas’ın müzikle olan ilişkisi ve müzisyenliği hayatını belirliyor. Ve din adamlığını bir süre sonra arka plana atıp müziği ön plana çıkarıyor. Bugünkü şartlarda öyle bir şey yok, herkes önce kendi dini görevlerini yapıyor. Müziği de bir şekilde yapıyorlar. Öte yandan, din adamlarının da aslında seslerinin iyi olması lazım. Çünkü kilisede ayini yönetirken, ayini söylerken koro bana sorarsanız başrolde ama, koronun yukarıdan söylediği ezgilerin sunak dediğimiz kilisenin ön bölümünden karşılık bulması için rahibin veya papazın iyi bir sesle karşılık vermesi gerek koroya. Gomidas o anlamda kilise için de bir şansmış!
Pınar Çekirge: Oyuncuyla ses tekniği üzerinden yaşadığınız bir zorluk oldu mu ya da bağı nasıl kurdunuz?
Hagop Mamigonyan: Fehmi Karaarslan, gerçekten hem çok iyi bir oyuncu hem de kendisinde bir müzik yeteneği de var. Ben onu provalarda gördüm. Sesi çok iyi; çok kavrayıcı, kucaklayıcı bir sesi var ve doğru okuyor. Ben güzel sesi çok aramam ama doğru sesi ararım. Sesi güzel, tamam ama doğru söylüyor mu? Vibrasyonu güzel ayarlayabiliyor mu? Seste de sadelik ve doğallık çok önemli aslında. Ama doğru söylemek yani notaları doğru basmak çok belirleyici. Bu anlamda da Fehmi’nin çok iyi olduğunu gördük. Bariton ses rengi de Gomidas’ı andırıyor. Bu düşünülmedi tabii ama denk geldi ve çok hoş bir tesadüf oldu.
PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK