17 Kasım 2019’da sadece Türk tiyatrosunun değil, tiyatro sanatının gerçek ‘yıldız’ı aramızdan ayrılmıştı.
Şanslıydım, 1969-2010 yılları arasında Yıldız Kenter‘i sahnede, sinema perdesinde pek çok kez izleme imkanım olmuştu.
Yıldız Kenter’i ayrıca Lale Belkıs, Füsun Erbulak, Jülide Kural, Nergis Çorakçı, Şebnem Köstem, Deniz Yüce Başarır, Hakan Güner, Can Doğan, Levent Kurumlu, Nermin Genç ve Hakan Altıner‘den dinleme imkanım olmuştu.
Hakan Altıner ile gerçekleştirdiğimiz “Hayal Bilgisi” (2025) adlı kitap ve “Bu Işıltılı Hayali Ben Seçtim” oyununun yazılım aşamasında Yıldız Kenter de bizimleydi aslında… Öğretileri, insanlığı, yaşama bakış tarzı ile Yıldız Kenter “fenomeni“ni en çok o süreçte anladım, diyebilirim.

Çöl Feresi oyunundan
Kenter Tiyatrosu’na gelince…
Kenter Tiyatrosu, kutsal bir mabed gibidir benim için. Mimarisiyle, her ayrıntının ince bir estetik beğeninin izini taşıyor olmasıyla… Bana Yıldız Kenter‘i ve o muhteşem oyunları hatırlattığı için.
İlk aklıma gelenler: “Çöl Faresi”, ” Bodrumdaki Pencere”, “Guguk Kuşu”, “Katır Tırnağı”, “Arzu Tramvayı”, “Bodrumdaki Pencere”, “İnsan Denen Garip Hayvan”, “Küçük Mutluluklar”, “Ben Anadolu”, “Savunma”, “Orhan Veli”, “Nükte”, “Ramis İle Jülide”, “Nalınlar”, “Kraliçe Lear”.
Kenter Tiyatrosu’nun fuayesinde fotoğraflar dururdu… Şimdi azalmış, tozlanmış. Belki de çoktan yitip gitmiş.

Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Şükran Güngör, Kamran Yüce, Gül Onat, Hakan Altıner, Mehmet Birkiye, Kadriye Kenter, Gülsüm Kamu, Meral Taygun…
Bir kaç basamak inildiğinde program dergileri, geçmiş oyunların kitapları (“Aptal Kız” mesela, “Fadik” ), onların yanında Kamran Yüce‘nin şiir kitapları (“Güneş Yorgunu Atlar” örneğin ) dururdu. Muhsin Ertuğrul’un imzalı bir portresi.
Erol Simavi‘den Zeki Müren‘e kaç kişlinin adı yazılıydı o koltukların arkasında. Akıl almaz bir inancın, çabanın, kan ve terin, emeğin sonucunda açılmıştı o tiyatro. Koltukları tek tek satılmıştı…

Hatırlıyorum; Şükran Güngör‘ü anma töreninde Yıldız Kenter fuayede küçük bir konuşma yapmıştı. Küçük dediğime bakmayın, içe dokunan bir konuşmaydı. Ali Poyrazoğlu, Yeşim Koçak, Tijen Par, Osman Şengezer‘i gördüm gelenler arasında.
Kenter Tiyatrosu, benim ASIL üniversitelerimden biri olmuştu her zaman.
O merdivenlerden inerken süzülen sarı ışık… Duvarlarda oynaşan sarılı, eflatunlu gölgeler. Hep o parfüm kokusu…

“Geldi işte gene! kimsin sen? Ne istiyorsun benden? Neden geliyorsun peşimden? Git. Giit. Gelme, giit… Kim bu adam? Bir var bir yok… Özgeçmişimi öğrenmek istiyor. Onlarca kadın var özgeçmişimde.. Hangi birini söyleyeyim? Hepsi de benim. Babamın ölümüne dökemediğim gözyaşlarını Pembe Kadın’da döktüm desem… Antigone, Nina ağladı annem, Nedim Abi için… Çocukluğumun yoksulluğa isyanını , çocukluğumun minicik özlemlerini Çöl Faresi’nde dile getirdim … Aldatılmanın, terk edilmenin, aşağılanmanın acısını, sonra başarının o garip, o buruk yalnızlığını Maria Callas’ta haykırdım desem… Anlar mısınız? Ben oyuncuyum… Yok başka kimliğim.” (1)
Çocuktum. Her akşamüstü radyonun başına geçerdim. Körüklü, kenarında yeşil ampulü olan koskoca bir radyoydu hatırlıyorum. Ve işte, sabırsızlıkla beklediğim o anons:
“Uğurlugil Ailesi. Yazan: Selçuk Kaskan. Bu bölümde rol alan sanatçılar: Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Çolpan İlhan, Genco Erkal, Pekcan Koşar, Adile Naşit, Erol Günaydın ve Tevfik Gelenbe. Anlatan, Şükran Güngör.”

Yıldız Kenter ve Şükran Güngör
Salim Bey, Nurcihan Kalfa, Davut Ağa, Türkan, Bülent, ama en çok Nebahat Hanım nasıl da bizden, aileden biriydiler. Aynı yıllarda yazlık sinemaların birinde, “Ağaçlar Ayakta Ölür” filminde yaşlı büyükanne olarak karşıma çıktı Nebahat Hanım. O Yıldız Kenter‘di.
“Anneler ve Kızları”, “Kızım Ayşe”, “Yaşlı Gözler”, “Büyük Adam Küçük Aşk”, “Pembe Kadın”, “Güle Güle”, “Ablam”, “Fatma Bacı”, o her sahnesi belleğimde yapışıp kalmış “Hanım”da Olcay Hanım.
Bir gün aynı sonu paylaşacağıma inandığım, Olcay Hanım’ın o kopkoyu yalnızlığını perdede nasıl da yaşar kılmıştı.

Hanım filminden…
Olcay – Sen gittikten sonra her şey öyle değişti ki. Seninle yaşadığımız dünyadan pek az şey kaldı. Bu evden dışarı her çıkışta bu yeni dünyanın gitgide bir yabancısı olduğumu hissediyorum. Seni özlüyorum.
Kemal – Ben de seni yanıma almaya geldim.
Olcay – Buna hazırım. Senin yanına geleceğim içinde seviniyorum. Yalnız bir şeyden endişeleniyorum.
Kemal – Nedir o?
Olcay – Biliyor musun, hiç dua etmeye alışamadım. Tanrı’ya nasıl yakarılır bilmiyorum. Bu dünyadan ayrılırken dua etmem gerekmez miydi?
Kemal – Merak etme, arkandan senin için dua edenler çıkar.(2)

“Hanım” baştan sona bir Yıldız Kenter resitali olarak anılarıma sızmıştı. Olağanüstü bir oyunculuk, kan, can verilen yüzlerce karakter. Brecht, Shakespeare, Tenessee Williams, Neil Simon, Necati Cumalı, Güner Sümer, Arthur Miller, Melih Cevdet Anday ve daha kimler ve kimlerin oyunlarını sahneye koydu, oynadı. Sadece Türkiye’de değil yurt dışında da sayısız ödül kazandı.
“Beyaz Melek” filmini izlediğimde, seneler öncesine döndüm bir an. Tuz Gölü’nde çekilen o ölüm sahnesinde Yıdız Kenter kelimenin tam anlamıyla müthişti..
“Ölüm anında herkesin göreceği tek melek var: Beyaz melek..”

Beyaz Melek filminden
Yıldız Kenter büründüğü her rolde mucizeler yaratarak çoğaldı. Tiyatroların gün gelip panayıra, sirke döndüğü yıllarda bile o hep mağrur ve ödün vermez bir sanatçıydı. Asla düzeysizliğe gönül indirmedi. Baş eğmedi.
“Konken Partisi”nde Fonsia, “Martı”da Madam Arcadina, “Arzu Tramvay”’nda Blanche, “Gece Mevsimi”nde Lily… Hepsi Yıldız Kenter‘de gövdelenmişti. Hepsi Yıldız Kenter‘e iliklemişti kendini. Ramis’in Jülide’si, Osmanlı Sarayı’nın Kösem Sultan’ı. Puduhepa, Lamassi, Teodora, Nilüfer Hatun, Niobe, Anna Komnena, Şair Nigâr, Kibele, Artemis, Andromak onlar da Yıldız Kenter’le soluklandılar. Yeniden hayata tutundular.
Genco Erkal‘ın sesini duyar gibi oluyorum :
“Oyuncu var. İyi oyuncu var. Yıldız Kenter var.”

Yıldız Kenter, Genco Erkal ile
Zeynep Oral, ‘O Güzel İnsanlar’ (2007) adlı kitabında: “Sahneye çıktığı an, o Yıldız Kenter’dir ama dakikalar geçtikçe, Yıldız Kenter olduğunu unutur, karşımızda ki oyun kişisini izlemeye başlarsınız’” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Rol, ikinci bir ten olmuştur. Bedeninin ve yüzünün her zerresine işlenmiştir. Her davranış, her hareket, her tavır artık oyun kişisinin egemenliğindedir. Anadolu köylüsü, kraliçe ya da tanrıça hiç fark etmez.. Oyuncu ve canlandırdığı oyun kişisi tektir. Ve o teklikte, o bütünlükte aslolan yazarın hedeflediği yazarın düşündüğü, düşlediği gerçekliktir… Sahnede eşsiz bir ritm duygusu vardır. Sesiyle, her daim zinde tuttuğu bedeniyle, yüzüyle ve ruhuyla bu ritmi yakalar.”
Yıldız Kenter insanların kendilerine sahte ünvanlar bahşettikleri bir dönemde, bir dünya sanatçısı olarak kaldı. Şimdi hatırlıyorum. Füruzan’ın ‘Edirne’nin Köprüleri’ adlı oyunu radyoya uyarlanmıştı. Yaşlı, Arnavut göçmeni büyükanneye sesiyle yaşam katmıştı Yıldız Kenter tıpkı Nebahat Uğurlugil’de olduğu gibi.

Ben Anadolu oyunundan
Şimdilerde herkes her şey yapıyor, yapabiliyor. Şarkı söylüyor, film çekiyor, podyumdan tiyatro sahnelerine, televizyon dizilerine sıçrıyor, sunuculuğu deniyor, hatta kitap yazıyor, köşe yazarı oluveriyor… Ve en kötüsü ‘sanatçıyım’ diyebiliyor. Peki onlar ‘sanatçı’ ise Yıldız Kenter nedir?
Sahne dehası
Tek Diva
Do minör sonat
Tanımlamak zor. Çünkü o Yıldız Kenter. Çağına meydan okuyabilen, erişilmez olan, toplum olarak sadece borçlu olduğumuz Yıldız Kenter.

Yıldız Kenter, Müşfik Kenter ile
Fonda geç kalmış gurbet yağmurları.
Hıçkırıklarla ağlıyordu Olcay Hanım.
Harold – Maude, n’olursun ölme, dayanamam..
Maude – Doğar doğmaz ölmeye başlıyoruz, Ölüm o kadar tuhaf mı? Şaşılacak bir yanı yok bunun. Hayatın bir parçasıdır ölüm. Bir değişmedir..
Harold – Niye Şimdi ölüyorsun? Niye?
Maulde – Seneler önce karar vermiştim; Ölüm tarihini ben belirleyecektim. Yuvarlak hesap olsun, diye seksen dedim.. gözlerim kararıyor.. (3)

Eskilerden kalma fotoğraflar, replikler, roller sökün etmekte. Program dergilerinde sararmış yazılar. Yapayalnız bir salon. Geçmiş oyunları söyleyip duran. Gölgeler düşüyor duvarlara. Erguvanlar artık çiçeksiz.
Ve Yıldız Kenter geçen yüzyıldan, gelecek bin yıllara taşıyor sanat dehasını.
Gözpınarlarında yaşlar titreşerek baktı yüzüme Olcay Hanım. Gölgesine basıp durdurmak istedim sadece. Benimle kalmasını istedim. Maulde’un son anlarıydı. Nabız atışı giderek duyulmaz oluyordu. Pembe Kadın hiddetle döndü. Maria Callas umutsuzluğunu haykırdı birden. Sesi kınından çekilmiş bir hançer olmalıydı. Zaman durmuştu. Yalnızdım.
PINAR ÇEKİRGE
Kaynakça:
(1) ‘Hep Aşk vardı’ Yıldız Kenter
(2) “Hanım” / Halit Refiğ
(3) ‘Horold ile Maulde / C.Higgins
































