Nedim Saban’ın AYLAK’sızlar Dergisi’nin Ocak 2023/21. sayısında yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:
Eski deyimle tiyatro patronu, yeni deyimle tiyatro yapımcıları arasında Haldun Dormen’in pek çok rekorundan hiç değilse birine ben de yaklaşmışım. Tiyatrokare, Dormen Tiyatrosu gibi, Erol/Suna Keskin’den sonra, Metin/Nevra Serezli çiftiyle de, aynı çatı altında çalışmayı başardı.
Erol Keskin ile 1993’de Oleanna, 2003’de “Salı Ziyaretlerinde”’ çalıştık, Suna Keskin Tiyatrokare ailesine 2008 yılında “Bu da Benim Ailem” ile katıldı. Bu oyunda, yıllarca Dormen Tiyatrosu’nda birlikte oynadıkları Metin Serezli ile buluştular. Ne şanslıyız ki, Metin Usta 2007 yılında aramıza, “Kim O” oyunuyla katılmış, ne yazık ki bu oyun birlikte çalıştığımız son oyun olmuştu. 2011’de, “Büyük İkramiye” oyununu çıkartacaktık, oyun provaları ilerlemişti. Metin Abi oyuna başlarken, karakterin piyango kazandığı sahneyi mümkünse son haftalara kadar çalışmak istemediğini çünkü kondisyonun yetersiz olduğunu söylemişti. Fiziksel ustalık gerektiren sahneyi olağanüstü biçimde oynayacağından emin olduğumuz için prova konusunda acele etmiyorduk. Oyun tarihi yaklaşıyor ancak piyango sahnesi erteleniyordu. Bir gün, ne yazık ki hastalık haberiyle uyandık. Kader ağalarını ters çevirmiş, piyango sahnesi üzücü ve talihsiz bir piyango haberine evrilerek vurmuştu bizi.
Metin/Nevra Serezli çiftini, 1978’den beri önce Çevre Tiyatrosu, ardından Dormen Tiyatrosu, Tiyatro İstanbul (ayrıca tekil olarak Şan Tiyatrosu, Devekuşu Kabare’de) izlemiştim. Ne mutlu bize ki, Nevra Serezli, tiyatroya uzun süre ara verdikten sonra, tekrar Tiyatrokare’nin bir teklifini kabul ederek “Ağaçlar Ayakta Ölür” ile döndü. Böylece, ben de Türkiye Tiyatrosu’nun en değerli oyuncularıyla çalışma konusundaki şansımı, bu çiftle de çalışmış olarak yine ikiye katladım.
1997 yılında Uludağ’daydık. Pistlerin neşesiydi Serezliler! Nevra Abla daha ciddi bir kayakçıydı, Metin Abi ise bol bol mola veren bir kaçak öğrenci! ( Ama Metin Serezli son dakikaya kadar çok ciddi bir tenisçi! ) . Bir sahlep arası verdiklerinde yakaladım iki ustayı ve Tiyatrokare bünyesine istedikleri oyunla katılabileceklerini söyledim. Ancak o dönem kısmet olamadı.
“Salı Ziyaretleri“ oyununun başarısıyla şımararak, Erol Keskin/ Metin Serezli’yi bu kez bir dramda buluşturmak istedim seyirciyle. Hangi seçim olduğunu hatırlamıyorum ama seçim yasaklarının olduğu bir günde buluştuk, Metin Abi kendisine önerdiğim ters köşe rolü kabul etmeyeceğini söyledi ama uzun zamandır gönlünde yatan başka bir oyundan bahsetti. Oyunu Gencay Gürün’e sunmuş ama beğendirememiş. Ben daha adını duymadan onay verdim. Her zamanki ciddiyetiyle kocaman bir tepki gösterdi: “Ne biçim tiyatrocusun? Okumadığın oyunu nasıl kabul edersin?”
O anda, okumadım ama filmini seyrettim diye bir yalan kıvırdım! Ancak tiyatro, metnin ötesinde bir dünya demek değil miydi zaten? Oyunu okumama gerek yoktu, böyle bir virtüözü bu denli heyecanlandıran bir oyunun kötü olma şansı yoktu ki!
“Kim O”, benim aslında çok ısınamadığım ama bir büyük aktörü provada, kuliste, sahnede izleyerek büyük bir tiyatro dersi aldığım bir oyundu! Metin Abi’nin özel huyları vardı: Her oyun tarihini defterine kaydeder, her turne öncesi eski defterleri karıştırır, o şehrin gezilecek yerlerini hatırlar ve hatırlatır, dekor ekibiyle muhteşem bir birlik içinde çalışır, perde açılmadan önce dekordaki bir delikten salondaki boş yerlere bakar, çok boş yer kalırsa azıcık hömürdenirdi. Geç gelen seyirciye tahammülü yoktu. Bir gün sahnedeki delikten baktığında, bir deprem kurtarma ekibine ayrılan 30 koltuğun boş kaldığını görmüştü. “Bunlar depreme de mi geç kalıyor?” diye serzenişini unutamam.
Metin Serezli ile çalışmak, mesleğin iflah olmaz sırlarını sahnede keşfetmek demekti. Seyircinin tansiyonunu anında sezer, zamanlamasını, hareket seçkisini, diğer oyuncuya tepkilerini sezgisel olarak öyle bir ayarlardı ki, belki 100 kez oynadığınız oyunun o gün 100 kuralını kırar, birinci kuralına dönerdiniz.
Bu kural, sözcüklere sığmayan sihirdi! Bu kural, “her gece aynı sözleri söylemekten sıkılmıyor musunuz?” diye soranlara en sert tokat olurdu. Bu kural nedir derseniz, bilmez, adlandırmaz ama sadece sezerdiniz! Metin Serezli ile çalışırken birkaç salisenin değerini anlardınız, perdecinin perdeyi çekerken bu hassas tartıyı gözetmesini umardınız! Bir oyuncunun hareket alanının birkaç santime de sığdığını, bir dönüşü, bir bakışın, bir göz kırpışın değerini çözerdiniz.
Metin Serezli, fiziksel komedi ustasıydı, ama bu özelliği içtepiseldi, O’nun oyunculuğunda bütün kuramlardan bir parça vardı. Onun ustalığı, gereken parçayı gereken zamanda kullanabilmekti. O, bir zamanlama ustasıydı. Her usta gibi, sırrını kendi de bilmezdi belki, olağanüstü yeteneğiyle çözerdi ama. Öğrenci yetiştirmeyi, çırak yetiştirmeyi ilke edinmişti, ama O’nun öğrencisi olmak için O’nun yüreğinin ritmini dinlemeniz gerekirdi, her gün yeni baştan, her gün ilk gün gibi!
Öte yandan, oldukça tutucu bir oyuncuydu. Bazı kuralları bozmaktan rahatsız olurdu. Çoğunda haklıydı söylediklerinin ama sanki bir küçücük kuralı bozsa, bütün bir inanç sisteminin yıkılacağını düşünürdü.
Bazen azar işitmeyi göze alarak, gençliğin verdiği cesaretle de saçmalamaktan sakınmazdım! “Bu da Benim Ailem”’in selam provasındaydık, artık azar işitmekten yorulmuştum, ama gençlik bu olmalı, bir alkış mizanseni önermeden edemedim. Cevabını, tonlamalarına kadar hatırlıyorum: “Bu çocuk hep saçmalıyor ama bazen de öyle bir şey söylüyor ki, acaba içinde saçmalayan başka biri mi var diye soruyorum!”
Çevre Tiyatrosu’nun ilk oyununu okuduğu zaman da aynı tepkiyi göstermiş. O dönem bir tersane işçisi olan Kandemir Konduk’un metninin yarısına itiraz ederken, diğer yarısının peşinden giderek, Türkiye Tiyatrosu’nun kült oyunlarından biri, Yüzsüz Zühtü’yü ortaya çıkartmış.
Nevra Serezli’den de aynı azarları işitmeyi göze alarak provaya girdim. Ağaçlar Ayakta Ölür’ün sahne tasarımında, evin içinde yer alan ağaçları önceden açıklama ihtiyacı hissettim. Bu nedenle maketin üzerini son dakikaya kadar kapalı tuttuk ve korka korka açtık. Ancak Nevra Abla, modern düşünceye çok açık bir oyuncu! Metin Abi provada az oynar, Nevra Serezli her ayrıntıyı milimetrik olarak çalışır. Metin Serezli oyunu hiç bozmaz, ancak son hamuru seyircinin tepkisiyle yoğurur, Nevra Abla kuliste pişmiş olan hamuru sahnede açar. Öyle bir açar ki, o hamurun hangi arada piştiğini anlayamazsınız.
Her iki ustada da, mesleğin akıl almadık sırrı saklıdır. Ancak Metin Serezli, bildiklerini sorgulamakta çok cömert değildir, Nevra Serezli ise, öyle bir özgüvene sahiptir ki, aynı rolü yüz değişik biçimde dener, doğruyu bulana kadar parçalar, bulduktan sonra da hiçbir gücün O’nu şaşırtmasına izin vermez. 11 yıl sonra sahneye çıktığı gecede, bütün genç oyunculara replik hatırlattığına şahid olmuşumdur.
Metin/Nevra Serezli çifti için tiyatro sözcüğünü her şeyin önüne çıkardı! Maç olmadığı gecelerde (Metin Abi için Fenerbahçe maçlarında 90 dakika için futbol öne çıkar) evde sadece tiyatro, inadına tiyatro konuşulurdu.
Ben bu ikiliyi hayatta, kayak pistinde, turne yemeğinde, izlerken tiyatronun yanına aşk sözcüğünü de eklerim. Sadece mesleği aşkla yapmaktan söz etmiyorum, aşkı mesleğe yansıtmaktan söz ediyorum.
Metin Abi’nin tiyatro anlaşmalarında ilk kuralı, Nevra Serezli’nin doğumgününe turne konulmamasıdır. Profesyonelliğinin ilk yıllarında Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan aldığı teklifi, aşkı Metin Serezli’nin desteğiyle kabul eden Nevra Şirvan, her repo günü öncesinde karşısında Metin Serezli’yi görür!
Şimdi, Ağaçlar Ayakta Ölür oyununun dekor panolarından birinde Metin Abi’nin eski bir fotoğrafı asılı. Bu ölümsüz aşk, yine uzak yakın sınırı tanımadan sürüyor. Ne mutlu bana ki, tiyatronun yine yazılı olmayan bir kuralına, aşka bu kadar yakından tanık oluyorum. O azarları iyi ki işitmişim. Tarihe canlı tanıklık etmenin bir bedeli olmalı!
NEDİM SABAN
05.01.2023