Son iki sezon boyunca, tek kişilik oyunlar açısından bereketli günler geçiriyoruz. Sahneler, tek bir oyuncuyu ve harika performanslarını ağırlıyor. Her geçen gün, böyle oyunların karşısında yerimizi alıyor, perdelerin açıldığı andan kapanmasına kadar hikayesine ortak oluyor ve beğeni listemize bir yenisi ekliyoruz.
Tek kişilik oyunlar ayrı bir emeğin ürünüdür. Tek başına bir oyuncunun sizi alıp anlattığı dünyaya götürmesi, son dakikaya kadar tüm ilgi ve ışıkları kendi üstünde tutması ve verdiği selamın karşılığında ayakta alkışı hak etmesi hiç kolay bir iş değildir. Bu nedenledir ki, tek kişilik oyunların bende yeri ve önceliği ayrıdır. Hazır bu kadar zengin seçenek varken, radarıma takılan, ilk bulduğum fırsatta izleyip mutlaka diyerek önerilerimi bir araya getirmek istedim.
N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali, Tiyatro Hemhal
Henüz izlediğim bu oyun, yıldızlı pekiyi listemin ilk sırasına hemen yerleşti. Bizim olayımız Yusuf Umut, onun olayı ise annesi, anneannesi, dedesi, Nina’sı ve dahası… Salona girdiğimizde bizi karşılayan Yusuf Umut ile karşılıklı kendimizi kanka ilan ediyoruz. Sonra da vakit kaybetmeden hikayesini dinliyoruz. Ailesi gibi biz de aynı soruyu soruyor ve hep birlikte bu sorunun cevabını aramaya koyuluyoruz. Yusuf Umut’u, hayatın anlamını bulma çabasını, maceralarını, arkadaşlarını aşkını, benim de aynı dertten mustarip olduğum çekyat travmasını dinledikçe; kahkahalarımız ve umutlarımızla karışık duygular içinde kendisini bağrımıza basma ve oyun sonunda alıp evimize götürme isteğimiz de doruklara çıkıyor. Alis Çalışkan’ın yine başarılı imzasını taşıyan kalemine, Ayşe Draz ile Nezaket Erden’in iyi iş çıkartmış dedirten yönetmenliklerine, Hakan Emre Ünal’ın 90 dakika boyunca hiç bitmeyen enerjisine ve şapka çıkartan performansına doyamadım. Bir kez daha ‘N’olcak bu Yusuf Umut’un Hali?’ diye sormaya var mısınız denilirse, cevabım net hem de hiç düşünmeden: ‘evet, en kısa zamanda neden olmasın!’ Bence siz de, izledikten sonra aynı cevabı vereceksiniz.
Ağladım, Oda Tiyatrosu
Hakkari Yüksekova’da bir öğretmen, bombaların gölgesinde bizi selamlıyor. Haklı isyanıyla açıyor perdeyi ve sonra yaşamını önümüze seriyor. Bambaşka bir dünya var, nasıl olduğunu az çok tahmin ediyoruz ama ilk defa bu kadar yakından şahit oluyoruz. Şenay Öğretmen bu dünyanın öğrencileriyle kutsal mesleğini yapma çabası içinde bizi okuluna, sonra iki dükkandan ibaret çarşısına götürüyor. Hatta aşkıyla tanıştırıyor. Sonrasında ne mi oluyor, izliyor ve onun ağladım dediği her durumda acısını paylaşmaya çalışıyoruz. Kaan Erkam’ın yazdığı, Levent Tayman’ın yönettiği oyunun metninde bir takım kopukluklar olsa da, oyun Selena Demirli’nin performansını alkışlamak için görmeye değer. Daha önce İzlanda’nın Başkenti’nde izleyip, oyunculuğunu mutlaka takip etmeliyim diye not aldığım Selena Demirli, burada da başarısının altını çiziyor ve hatta oynarken gözlerindeki ışığın hep parlaması temennimiz de alkışımızın yanında yer ediniyor. Şenay Öğretmen’le tanışmak isterseniz, adresiniz Oda Tiyatrosu olsun.
Tilkiler ve Kötü Kalpli İtler, Tiyatro Yan Etki
Nadia’nın öyküsü Halep’te başlıyor. Küçük bir kardeş, anne, baba, abilerle bir fotoğraf karesi sahnenin ortasına yerleşiyor önce. Sonra savaş, savaşın iğrenç yüzü, ödenen bedeller ve kaçınılmaz göç. İstikamet Aksaray. Bu kez öyküsünde yeni bir perde açılıyor Nadia’ın. Amcasının evinde iş, restoranında başka iş, bulaşık yıkama, paspas yapma, yemek pişirme, çay demleme gibi bir takım asli görevlerin içinde geçen hızlı ve anlamsız bir yaşam. Bir tek gece yatarken ki sorumluluğu güzel çünkü masal zamanı. Tilkiler ve kötü kalpli itler, onlar her yerde olabilir ama masallar mutlu sonla biter; senin hikayen de öyle olmalı, değil mi Nadia? İzlerken, içiniz acıyacak ama sonunda umudunuz Nadia gibi can yeleği olacak. Biraz hüzünleneceğiz ama bu kadar güzel anlatılınca birçok yerde gülüp eğlenmeyi de ihmal etmeyeceğiz. Özden Selim Karadana çok güzel bir metin yazıp yönetmiş, Algı Eke de etkileyici oyunculuğuyla bizi kendisine hayran bırakmış. Sizler de benim gibi, oyunu izleyip, sahnede bırakmayacak, Nadia’nın şimdi ne yaptığını düşünüyor olacaksınız.
Herkes Kocama Benziyor, Kadıköy Emek Tiyatrosu
Listemin başına ve sezonun açılışına bundan daha iyi bir oyun yakışmazdı. Tek kişilik sadece bir oyun izleme hakkınız olsa, seçiminizi hiç düşünmeden Herkes Kocama Benziyor’dan yana kullanmalısınız. Pavyonda tuvalet temizleyicisi Ayten, karşımıza bir sandalye çekiyor ve başlıyor hikayesini anlatmaya. Mesleğini sevenlerden, makamına da özenle sahip çıkanlardan. Bize eski Türk filmlerinde gördüğümüz bir dünyayı tanıtıyor, pavyon hayatına ve feleğin çemberinden geçen insanlarına bu kez en arka köşesinden bakıyoruz. Ayten’in kocası yüzünden maruz kaldığı durumlara sinir oluyor, hayatta kalma çabasını takdir ediyor, dobralığına katılıyor ve cesaretine de hayran oluyoruz. Ayten evimizin bir konuğu gibi sürekli bizimle iletişimde ve bizi fazlasıyla eğlendiriyor. Alis Çalışkan’ın yazdığı, Hakan Emre Ünal’ın yönettiği ve Pınar Güntürkün’ün deyim yerindeyse resmen döktürdüğü bu oyuna kesinlikle seyirci kalın. Yeri gelmişken, 24. Afife Tiyatro Ödüllerinde de en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülen Pınar Güntürkün’e bir kez daha bu hak edilmiş ödül için tebriklerimi iletiyorum.
Dalgakıran/Seawall, Craft Tiyatro
Sarsıcı bir metin, etkileyici bir oyunculukla birleşirse ortaya da böylesine başarılı bir oyun çıkar. Salona girdiğimizde bir baba karşılıyor bizi. Yerimize yerleşmeye başlayınca, o da hemen sohbete başlıyor. Önce birinden bahsediyor, sonra eşinden, evliliğinden. Ve sıra tatlı kızına geliyor. Dinledikçe de bu babayı seviyor hatta benzer duyguları paylaşıyoruz. Sonrasında yavaş yavaş oturduğumuz yere öylece çakılıp kalıyoruz, oyun bitiyor ama biz hala oturuyoruz. Kalkabilir miyiz emin değiliz, ancak bir süre sonra kendimize geliyor ve salondan ayrılıyoruz. Simon Stephens’in vurucu metninde Serkan Altunorak, muhteşem performansıyla oyunculuğunun hakkını sonuna kadar veriyor. Kalbimize dokunan bu oyunun etkisinden hemen çıkabilir misiniz bilinmez ama bu babaya hemen sarılmak isteyeceğiniz kesin.
Harika İyi Şeyler Listesi, Talimhane Tiyatrosu
Her şey, altı yaşındaki bir çocuğun harika şeyler listesi yapmasıyla başlıyor. Yaşamaya değer bir sebep bulamayan annesinin hastaneye kaldırıldığını öğrenen bu çocuğun, ona hediye olarak yazdığı bu liste, zaman içinde yaşam algısını değiştiren bambaşka bir şeye dönüşüyor. Biraz dokunaklı gibi görünse de, oyun o kadar tatlı bir tebessümle akıyor ki! O listeye artık her gün yeni bir şeyler eklemek çok mümkün. Oyun ilerledikçe, hepimiz kendi hayatımızdan bir parçalar buluyoruz. Bizler de o listede yazılanlarla mutlu oluyor, ya da hiç düşünmemiştim ama neden olmasın diye içimizden geçiriyoruz. Duncan Macmillan’ın metni, Lerzan Pamir’in yönetmenliği ve Bora Akkaş’ın harika oyunculuğuyla tek kişilik oyun olsa da, fazlasıyla interaktif. Salonun girişinde herkese bir kart veriliyor. Kartın üstünde numara var ve listede yazan herhangi harika bir şey. Oyuncu, yeri geldiğinde bir numara söylediğinde ve o numara kartınızdakiyle aynı ise, hemen kartta yazılanı okuyorsunuz. Başka görevleriniz de olabiliyor. Böylece oyunun yan kişisi olarak keyifli bir sorumluluk üstleniyorsunuz. Mesela bana 3 numaralı kart geldi. Bakalım, size hangisi gelecek?
Sıfır Telaş, Tiyatroperest
Gelin hep birlikte yerel bir radyonun kayıt odasına konuk olalım ve görüp göreceğiniz en başarılı radyocuyla tanışalım. Kahramanımız Yamaç bir radyocu ama istemekten ziyade şartlar ona bu mesleği zorunlu kılıyor. Çok da iyi kotarıyor, içinde yatan radyocu aslanı uyandırıyor. Programın ismi her ne kadar Sıfır Telaş olsa da, mikrofon kapandığında telaşı pek sıfır olamıyor çünkü hayatı böyle değil. Hepimizin de az çok benzerlerini yaşadığı dertlerini paylaşıyor, maddi kayıplarını, bir baba olmanın sorumluluğunu… Sanmayın ki hep kötü şeyleri dinliyoruz. Güzel günlerini de anlatıyor; eşiyle tanışmasının, kızının doğumunun ve müzik kariyerinin de üstünden geçiyor. Kendisiyle tanışmaktan memnun oluyoruz ama dedesiyle tanışmaktan daha çok. Bir de gitarıyla eşlik ettiği şarkılarla neşemiz yerine geliyor. Sonunda ne mi oluyor, sadece bir ipucu verelim: umut ve sevgi kazanıyor. Onur Özaydın, çok seveceğimiz bir metin yazmakla kalmamış, oyunculuğunu da beğenimize ortak etmiş. Müzisyen kimliğiyle de oyuna bambaşka bir renk katmış. Bence radyocu Yamaç’ın programına bir kulak verin, müziklerine de!
Aşınma, Studio Oyuncuları
Geçtiğimiz sezon sahneye adımını atar atmaz kendinden söz ettirmeye başladı Aşınma. Zihnimize, algılarımıza ve korkularımıza odaklanan izlemesi zor bir oyun. Oyuncuyla birlikte oyunun dilini ve doğasını çözmeye çalışıyorsunuz. Metin inanılmaz güçlü, izledikten sonra elime alıp, her satırını okumak ve altını çizmek ihtiyacı hissettiriyor. Sürekli yanan sönen ışıklar, tiz seslerle birlikte oyunun karmaşıklığı arada ivme kazanıyor ve bazen de kopmamıza sebep oluyor. Daha ilk dakikasından itibaren tam bir Şahika Tekand metni dedirten oyunda, Yiğit Özşener‘in oyunculuğu tavan yapıyor. 24. Afife Tiyatro ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanması da bunun en güzel göstergesi. İnatçı bir izleyiciyseniz, ışıklar, efektler ve zihninizde dönen kelimelerle sorgulatan bu oyun tam size göre.
Özetle, sadece bir oyuncu deyip geçmeyeceğimiz, eğlenip, düşünüp, hatta bazen de ağlayıp salondan alkışlarımızla ayrılacağımız birçok tek kişilik oyun seçeneğimiz bulunuyor. Bununla yetinmem derseniz de Sevgili Arsız Ölüm-Dirmit, Gomidas, Düğün Şarkıcısı, Kendi Gökkubbemiz, Demiryolu Hikayecileri, Kalabalık Duası, Mutlu Değilim ama Kahrımdan da Ölmüyorum, Kreutzer Sonat, Celile, Kızlar ve Oğlanlar’ı da listenize almalısınız. O halde, iyi bir oyun deneyimi için oyuncuların davetini geri çevirmeyelim ve perdeyi birlikte aralayalım.
İyi seyirler!