Nerede ”durması” gerektiğini öğrenmiş insan iyi bilir; yaşamın bambaşka bi yönü daha mevcuttur. Diyelim, bi konsere gidildi. Elbet herbi bireyin ayrı ayrı emekleri söz konusudur. Koristlerin, çalgıcıların, ışıkçının, teknisyenin… Hadi Ruhi Baba gibi söyleyeyim; ”elbette güzeldir canım emeğin değerlemesi”. Ama, orkestra şefini izlemek gerekmez mi asıl? Semazenler adeta Samanyolu Galaksisi gezegenleri gibi fırıl fırıl dönmeye başlar gösterilerinde. İyi kötü bi yürek taşıyan, kendinden geçer izlerken. Hadi Mehmet Akif gibi söyleyeyim; ”o zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım”. Gösteriden ziyade, semazenbaşı denen abimizi takip etmelidir kanımca. O ne derse o olur çünkü. Dünyanın tüm at yarışları soyludur. Bahis falan gibi işin ”ucuz” tarafları görmezden gelindiğinde, atların ve jokeylerin alınteri çıkar ortaya. Ve seyisler-at sahipleri, aprantiler-şunlar bunlar derken, gümbürtüye gitmemesi gereken yegâne şahıs kalır geriye; start hakemi. O tabanca patlamadan hiçbi at koşamaz çünkü. Hadi bi Doğu Anadolu türküsü gibi söyleyeyim; ”arap atı gibi sallar başını”. Yok ula bu örnek tam uymadı! ** Bando takımları da aynı hesaptır diyebiliriz. Eskiden, devletimiz Atatürk’e aitken yani, bayram törenlerinde bi geçerdi Kuleli Askerî Lisesi uygun adım! Vay anam! Dünyada böyle bi güzellik yoktur kardeşlerim. En öndeki majör kardeşimiz, yürüyüşün şanı gereği, elindeki püsküllü değneği bi atardı ki havaya… Siz deyin 50 metre, ben diyim 100 metre… Rap rap yürür iken bi de tutması vardır o değneği. kolayca yapardı aslan parçamız bu zor hareketi, alkış kıyamet. (Ben de Cumhuriyet İlkokulu majörü idim. Oradan biliyorum kardeşim bu işleri! Çubuğu 10 metre havaya atmışlığım vardır yani. Tutamazdım, ayrı konu)
**
Bando deyince çoğu akla Sovyet Kızılordu gelir ilk. Benim gibi bebek her aklı taşıyanlara Bandosu gelse de asıl bando dediğin Mehter Takımı’dır. Bunu bilir, bunu söylerim. Gerçek adıyla Mehteran! İsimdeki endama bakar mısınız? Şimdi sözü mehteran şefine getireceğimi sandınız, ama mevzu bu diğildi, yanıldınız. Ters köşe yaptım, kandırdım sizi, kıh kıh! (Neyzen Tevfik’in askerliğini mehteran şefi olarak yaptığını yazmıştım zaten ilk kitabımda. Daha da bişey dememe gerek yoktur) Bu günkü konumuz Osmanlıcadır.
**
Kabul edeyim, salt günümüz Atatürk düşmanlarının sığındığı bi ”bahane” olduğu için Osmanlıya mesafeliyimdir. Sevmem ama saygı duyarım. Benim kişisel tarihim 1881 yılında başlar. Başka da hiç kimse benim ecdadım falan diğildir. Elbette önemli işler, önemli insanlar da vardır Osmanlı’da. Osmanlıca denen dil örneğin. İşte yazdım az evvel, mehteran sözcüğü az buz mu görkemlidir? Daha yazarken içim titredi. Şiir gibi diğil midir sizce de? Daha da şiir gibi bişey okudum geçende. Gurabahane-i Laklakan! Düşkün leylekler hastanesi yani! Her ne kadar okuduğum kaynak gerçek diğilmiş de sadece bi ”öykü” imiş gibi söz etse de çok duygulandım. Var olduğunu saydım. Laklakan, Osmanlıcada gerçekten leylekler demek midir, vallahi yanıtını bilmiyorum. Ama ne güzel uymuş di mi? Bizim, her biri çok değerli duru Türkçe sözcüklerimiz gibi… Laklakan da duru Osmanlıca akımının bi ürünü müdür yoksa? Dilbilimci olmak isterdim, sırf bunu çözmek için? Yine de insan kalmakta yarar var, düşkün leylekler için hastane açabilmiş nezih bi uygarlık, geri kafaların elinde yok olmamalıydı.
**
Gocamışım yahu. Yazarlıkta en sevdiğim şey olan lafı evirip çevirip dilediğim konuya bağlamayı beceremedim bi türlü. Demeye çalıştığım şudur deminden beri; geçtiğimiz gün yapılan 15 yürüyüşünde, Giresun Belediye Bandosu’nun bazı üyelerinin çember sakallı olduğunu görüp çok üzüldüm. Acil servise gidip serum yiyecek hallara düştüm. Resmi üniforma ve çember sakal asla bağdaşmayan şeylerdi kalbimde. Dayanamadı! Açıklama geldi resmi olmasa da… O arkadaşlar Mehter Takımı’ndan gelmişler. Ne diyeyim. Allah bildiği gibi yapsın hepsini!
**
Yok bandodaki çember sakal, yok tarikat liderinin abartılı ölüm töreni, yok yetkili bi şahsın karma karşıtı demeçleri derken… Allah’ın sopası geldi. Hem de ilaç gibi geldi. Kadın Takımımız dünya şampiyonu oldu. Atatürk’ün kızları attı tokatı bu kez. Ömrüne Mustafa Kemal’i kılavuz eylemişlere kutlu olsun. Bizim başımızı öne eğecek, kaşımızı yıkacak adam doğmadı daha.
Duygusal derinliklerinle yüzleşmek için mükemmel bir zaman. İçsel sezgilerin seni yönlendirecek, gizli hislerini keşfetmende yardımcı olacak. Yaratıcı projelerine odaklanmak için ilham alabileceğin bir ortam yaratmalısın. Sosyal etkileşimlerde daha duyarlı olman, başkalarının hislerine karşı empati kurmana olanak tanıyacak. Geçmişten gelen anıların gün yüzüne çıkabileceği, bu anıları değerlendirip, onları geleceğe taşımak için fırsat sunacak. Kendini ifade etmekte zorlanıyorsan, yazmak iyi bir seçenek olabilir. Ayrıca, sevdiklerinle arandaki bağları güçlendirmek için samimi bir konuşma yapabilir, hislerini açıklığa kavuşturabilirsin. Özellikle, ruhsal ve bedensel sağlığına özen göstermek, dengeyi bulmanda önemli bir rol oynayacak. Karar verme aşamasında dikkatli olmalı, aceleci davranmamalısın. Doğa yürüyüşleri veya meditasyon gibi aktiviteler, zihnini sakinleştirip, yeni açılımlara kapı aralayacaktır. Kendine zaman ayırmayı es geçme; bu, iç huzurunu bulmanda etkili bir yol olacak. Pozitif enerjini paylaşırken, kendi sınırlarını da korumayı unutmamalısın.