Yavuz Pak‘a, “Dersimiz: Tiyatro, Konumuz: İstanbul Efendisi, Öğretmenimiz: Engin Alkan’, ne dersin?” dediğimde cevabı “Haydi, geç kalmadan hemen derse yetişelim!” oldu.
Savleti, Afet, Feraset Bacı, İrfan, Menteş Ağa, Esma, Dilaram, Dilaver, Handan, Safi, Agop, Ferhat Ağa, Fidan, Apostol, Şadan, Cavidan, Bekir, Durmuş, Yuvan, Muhsine’yi ne çok özlediğimi düşündüm birden. Feraset ve Rüküş Hanım’dan medet umduğum günleri hatırladım.
Bir zaman yolculuğuna çıkıp, on yedinci yüzyılda buldum kendimi, İstanbul Kadı’sı Savleti Efendi’nin, ömrünü yiyip bitiren, İrfan Molla adlı mahdum-u muhteremiyle görüşme şerefine nail oldum. Hüddam sahibi olduğunu söyleyenler de vardı. Pek inandım diyemem.
Zekâ olarak biraz geri kalmış, bu nedenle hep örselenmiş, kandırılmıştı İrfan. Savleti Efendi’nin iç acısıydı aslında. Yine de kızdı mı, Allah yarattı demez, ayağının altına alıverirdi hemen. Etlerini pinçik pinçik ederdi. Ahh, şu on iki burcun isimlerini bir ezberleyebilse… Hamel, Sevr, Cevzâ, Seretân, Esed, Sünbüle, Mizân, Akrep, Kavs, Cedy, Delv ve Hût’ü dili dönüp de eksiksiz bir biçimde sayabilse. İlim, irfan sahibi olsa, olabilse… Neredeeee?
Musahipzade Celâl‘in “İstanbul Efendisi” (1912) adlı oyunuyla ilk tanışmam, 1980’lerin hemen başında Bilge Şen, Zekai Müftüoğlu, Ahmet Uğurlu‘lu kadroyla olmuştu.

Foto: Esra Kılıçer
2008 Kasım’ında Engin Alkan rejisiyle yepyeni, sımsıcak, hani nasıl derler şeker tadında, şarkılı, türkülü bambaşka bir “İstanbul Efendisi” ile karşılaşmıştım. Yirmi, belki yirmi beş kez izlediğimi, hatırlıyorum. Ümraniye, Harbiye, Kağıthane, Üsküdar fark etmiyordu, “İstanbul Efendisi” nerede temsil ediliyorsa edilsin, ilk sıranın tam ortasında yerim hazırdı. Bu arada oyunun hemen tüm repliklerini, şarkılarını ezberlemiştim. (Herhangi bir oyuncu hastalansa acaba Engin Alkan, mesela Agop rolünü bana emanet eder miydi? Olmaz olmaz, derler ya… Umut biçare kalplerin avuntusudur. Ne yapayım, bütün o sezonlar boyunca, bu hayali hep yedeğimde taşıdım.)
Gelelim House Of Performance‘ın yapımcılığını üstlendiği Engin Alkan‘ın yönetmenliğini ve Kadı Savleti rolünü üstlendiği yepyeni “İstanbul Efendisi”ne…
Başta Engin Alkan, Nihan Büyükağaç, Serkan Ilgaz, Tutku Erten, Şahin Can Bayır, Büşra Tut, Sertaç Nicholas Güder olmak üzere, Musa Can Pekcan, Burak Şamlı, Zeynep Sevi Yılmaz, Türkü Turan, Doğukan Yavuz, Uzay Gök Irmak, Ammar Özçelik, Nazlı Can Turan, Asyasu Şimşek, Begüm Solmaz, Eyşan Dönmez, Selen Severcan, Mert Arat son derece enerjik, seyirciyi bir anda sarıp sarmalayan, başarılı, içten, temposu bir an bile düşmeyen, pürüzsüz, üst düzey oyunculuklarıyla göz dolduruyor ve hak ettikleri alkışı alıyorlar. Hepsine ayrı ayrı hayran kalmamak elde değil.
Gençliğin taze, nasıl desem, o tılsımlı sesi müzikli oyunun her sahnesine imzasını atmış… Ve Engin Alkan, tiyatromuza bir kez daha yepyeni isimler kazandırmış.

Foto: Esra Kılıçer
Hemen belirteyim, dekor tasarımını Barış Dinçer, ışık tasarımını Cem Yılmazer, kostüm tasarımını Duygu Türkekul, koreografisini Senem Oluz‘un, korrepetitörlüğünü Murat Bavli, dramaturgluğunu Sinem Özlek, yönetmen yardımcılığını Gökhan Doğrusoy‘un gerçekleştirdiği “İstanbul Efendisi“nde davul, ud, akordeonda Hamit Erentürk adeta tek başına bir orkestra olarak esere çok şey katıyor.
Geçtiğimiz gün Engin Alkan, Serkan Ilgaz, Tutku Erten, Büşra Tut ve Sertaç Nicholas Güder ile buluştuk. Sözü söze, anıları anılara ekledik. Sertaç’ın esprilerine güldük.
Yavuz sorularını sorarken, Esra Kılıçer her anı kamerasıyla kaydederken “Tiyatrocuların gerçek tiyatrocu olabilmeleri için safkan ustalara ihtiyaç duyduklarını” düşündüm. Engin Alkan, o ustalardan biriydi.
Pınar Çekirge – Neden ‘İstanbul Efendisi’?
Engin Alkan – ‘İstanbul Efendisi’ İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sekiz sezon temsil edilmesine rağmen, izleyicisi azalmayan, tükenmeyen bir oyundu. Sonrasında Antalya Şehir Tiyatrosu’nda da ‘İstanbul Efendisi’ni sahneye koymuştum. Geçen yıl House of Performance’dan öneri geldiğinde, ilk sorum, ‘Emin misiniz, ciddi biçimde risk alacaksınız?’ olmuştu. Seyircisi bitmemiş, klasik bir fenomen olsa da, gişede çakılabilir, bir önceki versiyonla kıyaslanabilirdi. Dahası ödenekli tiyatro imkânlarından hiçbir eksiltme yapmadan sahneye taşınması gerekiyordu. Dev sponsorlara takipçi adedi bol, ünlü yüzlere dayanmadan yola çıktık. Ve özgün bir esere imza attık. Büyük sermayenin sanatı, sahne estetiğini belirlemesine izin vermeden, bir alternatif yapı oluşturduk diyebilirim. Umarım, kimi çevrelere ilham oluruz.

Engin Alkan, Foto: Esra Kılıçer
Yavuz Pak – Oyunculukta dinamizm, güçlü jest ve mimikler öne çıkıyor. Koreografi, danslar ve şarkılar oyuncuların tümünün belli yeteneklere sahip olmasını zorunlu kılıyor. Oyuncu seçimlerini nasıl yapıyorsunuz?
Engin Alkan – Bu işin, hiç kuşkusuz, en zor, en yorucu süreciydi. Tam dört yüz başvuru geldi bir anda. ‘Oyuna, canladırılacak karaktere yatkınlık, müzikalite, ekibe uyum’ gibi ölçütleri göz önünde tutarak üç yüz kırk kişiyi eledik. Dört gün boyunca altmış adayı dans, müzik, sahne performansı olarak, özenle ve dikkatle değerlendirdik. Biliyorsunuz, ‘İstanbul Efendisi’nde tulûat var. Bu nedenle oyuncuların her an tetikte olması gerekiyor… Ayrıca üç saat boyunca eğlenecek, yaptığı işten keyif alacak ki, bu durum izleyiciye de yansısın. İşte, tüm bu saydığım özellikleri yerine getiremeyecek başvuru sahiplerini eleyerek, içinde ateş yanan, maharetli yirmi bir oyuncuyu belirledik.
Pınar Çekirge – Haklısın, sahnede eğlenmeyi, eğlendirmeyi laubaliliğe çevirmemeyi başarmış, enerjik bir kadro mevcut.
Yavuz Pak – 2013 söyleşimizde “Yönettiğim oyunlarda her oyuncuya hünerini gösterebileceği imkanlar yaratırım. Oyuncu izleyici karşısında solosunu yapar, alkışını alır. Bu bireysel haz ister istemez oyuna yansıyacaktır” demiştiniz. Hâlâ bu anlayışı devam ettirdiğinizi görüyoruz oyunda.

Büşra Tut, Foto: Esra Kılıçer
Engin Alkan – Klâsik oyunların tersine, yatay hiyerarşiye inanan ve bunu, tam olarak uygulayan bir yönetmenim. Bizim oyunumuzda yirmi bir eşit değere sahip, ağırlığı her ne olursa olsun tam yirmi bir başrol var. Zaten aslolan sahnede ne kadar kaldığın değil, ne yaptığın, neyi başardığındır. Bu oyunda herkes biricik, herkes başrol oyuncusu, herkes imtiyazsız bir biçimde çok önemlidir. Kimse kimseye tabi olmadığı gibi, kimse de bir diğeri için tali değildir. Hele hele bir aksesuar, dekor parçası hiç değildir.
Pınar Çekirge – Dizginlenemeyen, Hakan Altıner’in ifadesiyle, aklın, düşüncenin önüne geçen ihtirasları böylece kontrol altına almış oluyorsun…
Engin Alkan – Her oyuncu sevilmek, beğenilmek, izlenmek, onaylanmak ister. Yeter ki bunu yirmi dört saat boyunca yaşamasın, oyun süresince duyumsasın ve perde kapandığında bu ruh halinden kolayca ve derhal sıyrılıp çıkmayı bilsin.
Pınar Çekirge – Lâfı yine şirazesinden çıkarttım, farkındayım. Bu konuya tekrar dönme kaydıyla Serkan, Tutku, Büşra ve Sertaç’a ilk sorumuzu Yavuz yöneltsin…
Yavuz Pak – ‘İstanbul Efendisi’ projesine nasıl dahil oldunuz? Her biriniz için bu sürecin nasıl ilerlediğini merak ediyoruz.

Serkan Ilgaz, Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Serkan, 2012 yılında Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Kulübü’nde Engin Alkan’ın sahneye koyduğu ‘Vişne Bahçesi’ oyununda Lopahin karakterini canlandırmış. Yani Engin Alkan ile ikinci buluşması.
Serkan Ilgaz – Sizin kadar rütbeli olamasam da, ben de Şehir Tiyatrosu’nda ‘İstanbul Efendisi’ni beş kez izlemiştim. Yanına da yedi kere ‘Şark Dişçisi’ ve üç kere ‘Tarla Kuşuydu Juliet’i ekleyelim… Bu arada Engin Alkan müzikallerine de büyük bir hayranlığım var. O günlerden beri bu oyunda İrfan karakterini oynamak hayallerimden biriydi. Bir sabah sosyal medyada ‘Engin Alkan yönetiminde İstanbul Efendisi Müzikali oyuncu seçmeleri‘ başlığıyla bir gönderi gördüm. Gerçekliğine inanmam, doğrusu biraz zaman alsa da, hemen başvuru yaptım.
Pınar Çekirge – Burada bir şey açıklamak istiyorum. Serkan’ı ‘Kundakçı’, Tutku’yu ‘Nuh’un Gemisini Aramak’ adlı oyunlarda izlediğimde, bu başarının devamı umarım gelir diye düşünmüştüm. ‘İstanbul Efendisi’ ile oyunculukları, başarıları yeniden tescillenmiş oldu. Evet, Tutku bu projeye nasıl dahil oldun?
Tutku Erten – Engin Alkan ‘İstanbul Efendisi Müzikali’ için audition açtı. Engin Alkan ismini duyunca kim başvurmaz ki o ilana! Ben de başvurdum. Bazı aksilikler oldu; zehirlendim tam seçmenin ilk günü, gidemedim. İkinci seçmeye yine de kabul etti beni sağ olsun. Canımı zor taşıdığım bir gündü diyebilirim ama kendime ‘devam et’ dedim. ‘Git o seçmeye. Kötü oynayacaksın belki ama git!’. İyi ki kendimi ikna etmişim o gün.

Tutku Erten, Foto: Esra Kılıçer
Büşra Tut – Kader, diye başlamak istiyorum. Bu proje hayatımın dönüm noktası oldu aslında. Umutlarımım kırıldığı, bu işten çoktan vazgeçip, taşınma, İstanbul’u terk etme kararı aldığım bir süreçte ilanı gördüm. Dediğim gibi beklentim yoktu hiç, ümitlerimi kaybetmiştim. En son gün, başvuruda bulundum zaten. Sınav esnasında sesim çıkmadı diyebilirim. Ancak Engin Alkan… Şöyle anlatmaya çalışayım, karşısındaki oyuncunun adeta röntgenini çekiyor, ne hissettiğini hemen anlıyor. Neyse, sözü uzatmayayım Handan rolü bana verildi… Ama mutlu değildim, kendimi yetersiz, değersiz görüyordum. Ve bir prova sonrası Engin Alkan’nın yanına gidip…
Engin Alkan – ‘Bu oyundan çekiliyorum, olmuyor’ dedi. Aslında o kadar çok işsiz oyuncu, o kadar çok rol arayan, açıkta kalmış mezun var ki… Hepsi düş, umut, güven, hayat kırıklığı yaşıyor. Büşra da benzer duygular içindeydi. Büşra’ya ‘Madem elemeleri geçtin, madem bu kadrodasın, o halde değerlisin, başarılısın, devam’ dedim. Aslına bakarsanız, İstanbul’da son yıllarda çok fazla oyuncu toplandı. Çok fazla oyuncu yetiştiren okul var ve oyuncu gençler arasında ciddi bir işsizlik var. Diğer olumsuzluklarla birlikte, bu neslin oyuncuları derin bir geleceksizlik ve hayal kırıklığı yaşıyorlar.
Büşra Tut – İyi ki, o sözlere kulak verdim. Havlu atıp gitmedim.
Yavuz Pak – Ve Sertaç?
Sertaç Nicolas Güder – Heyecanlarını, umutlarımı çoktan yitirmiş, adeta bir tükenmişlik girdabında tutsak kalmıştım. Rotterdam’a yerleşmek, orada yeni bir hayat kurmak, tutunmak istiyordum. Derken ‘İstanbul Efendisi’ ile ilgili ilanı gördüm. Engin Alkan ile çalışmak, onun yönettiği bir oyunda görev almak… Yok artık. Yine de, denemek istedim. Başvurdum. Elemeleri geçtim. Kazandığımı öğrendiğimde, sevincimden lokma dağıttım. Yere göğe sığamadım günlerce. Sözleşmeyi imzaladığım güne kadar hangi rolü üstleneceğim konusunda bir bilgim yoktu. Agop karakteri olabilir, diye düşünüyordum. Hacı Mimi yani Menteş Ağa rolünün bana verildiğini öğrendim. Zorlandığım, ya başaramasam diye korktuğum anlar da oldu. Ama bir provada…

Sertaç Nikolas Güder, Foto:: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Evet, bir provada…
Sertaç Nikolas Güder – Engin Alkan beni izleyip, ‘Aferin’ dedi. İşte, en büyük ödül, hayatım boyunca sahip olabileceğim en büyük ödül bu dört harfli sözcüktü. Oscar, Nobel ne ağabey?
Yavuz Pak – Tiyatronun özünde var olan kolektif anlayışın son yıllarda askıya alındığı, yeni nesil oyuncuların tarihsel, toplumsal koşulların etkisiyle bireyciliğe ve dolayısıyla tek kişilik oyunlara yöneldiği bir süreçten geçerken, sizin sahnede oldukça güçlü bir kolektif yapıyı nasıl inşa ettiğinizi merak ediyorum.
Serkan Ilgaz – Dertlerimiz ortaktı çünkü. Geleceğe dair endişeleriniz vardı. Mutsuzduk. Güvenebileceğimiz insanlarla bir araya geldik… Kendimizi anlayış, itimat dolu bir ortamda bulduk.
Sertaç Nikolas Güder – Engin Alkan adeta hepimizin burcuna bakıp, bizleri burada toplamıştı. Çok güzel anlaştık; sahnede de, kuliste de. Paylaştık, dertleştik, ortak amaca odaklandık. Candan öte can olduk, diyebilirim.
Tutku Erten – Şimdi düşünüyorum da, ne kadar iyi insan, ne kadar iyi oyuncu bu projede, uyum içinde birleşmiş, hemhal olmuşuz. En ufak bir çatışma, sürtüşme yok aramızda.

Engin Alkan, Foto:: Esra Kılıçer
Büşra Tut – Yönetmenin tavrı, hayata, insana bakışı ister istemez ekibe yansıyor. Engin Alkan bu konuda gerçek bir ölçüt ve örnek… Yan yana durduk, güçbirliği yaptık, kimse bir diğerini ezmeye, yok etmeye çalışmadı. Çünkü, her şeyden önce bir bütündük. Saygıyı hep koruduk.
Tutku Erten – Sahnede de, kuliste de bu uyumu tam olarak sağladık.
Serkan Ilgaz – Kimse kimsenin alanına girmedi, rol çalmadı…
Büşra Tut – Tam tersine rol alışverişi yaptı…
Engin Alkan – Biz yatay hiyerarşiyi tercih ediyoruz. Bir oyunun bir tane baş rolü olur. Dikey hiyerarşide baş rol en değerlidir, diğer rollerin gemi ve değeri azdır. Ben bunu kırmaya çalışıyorum sahnede oyuncular arasında, tasarımcılar arasında, asistanlar arasında… Sahnede 21 kişi varsa, 21 eşit değere sahip oyuncu vardır ve insanların da bunu içselleştirmesini istiyorum. Yatay hiyerarşide 21 tane baş rolüm var benim. Hiç bir oyuncunun değeri oynadığı rolün uzunluğuyla ölçülemez. Herkes bu oyunda yatay hiyerarşi deneyimi yaşadı ve benimsedi. Herkes biricik, herkes başrol, herkes önemlice değerli…
Serkan Ilgaz – ‘Şark Dişçisi’nde Giragos nam-ı diğer Figüran’ın isyan ettiği hadiseleri hiç yaşamadık, anlayacağınız.

Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Tuğrul Arsever’e eşlik etmez miyim, bu sözden sonra…
“Seni hatırlarlar elbet, en son sahneye çıksan,
Kimse bilmez adını nam-ı diğer figüran.
Mizansenin geride, yırt kendini görün diye
Kibar adın kordonbale, sen dekordan hallice.
İtirazım var;
Sanki etten avizeyim.
Masa yahut sürahiyim,
Ne kanepe, ne döşemeyim,
Nam- ı diğer figüran.
Kuliste yoktur yerin, ne de var özel terzin,
Büyük yük üzerinde, kimse çekmez kaprisin,
Maaş günü gelince, sen listenin en dibinde,
Bir imza veresin diye mahşere kadar bekle.”
Serkan sağ ol, nice zaman sonra hem o güzelim oyunu andık, hem de Figüran şarkısını söz yazarı ve bestecisinin karşısında yorumlama cesareti buldum. Engin Alkan beni affetsin, diyor ve sözü Yavuz’a bırakıyorum.

Büşra Tut, Foto: Esra Kılıçer
Yavuz Pak- İrfan, Handan, Menteş, Handan rollerine nasıl hazırlandınız?
Pınar Çekirge – İrfan Molla. Hanimiş İrfan… Çok sevimli bir eksen kahraman…
Serkan Ilgaz – Başta Çağlar Çorumlu’nun efsaneleştirdiği, daha sonra da Edip Tepeli’nin başarıyla devam ettirdiği bu rolün omuzlarıma yüklediği bir ağırlık oldu tabii. Aslında seçmeler için hazırladığım İrfan, şu an oynadığımdan biraz daha sert mizaçlıydı. Parçamı oynarken, Engin Hoca, ‘İrfan’ı büyüyememiş, yaralı, hor görülen bir çocuk olarak düşün ’ dedi ve bu açıklama bana çok yardımcı oldu. Daha sonra provalarda benden gelen malzemeler ve Engin Hoca’nın yönlendirmeleriyle böyle bir İrfan çıktı ortaya.
Pınar Çekirge – Biraz da dedikodu yapalım. Zaten kimse duymayacak konuştuklarımızı. Engin Alkan nasıl bir yönetmen? Sert, dediğim dedik, oyuncuya söz hakkı tanımayan ya da demokrat, ılımlı?
Serkan Ilgaz – Engin Alkan ile çalışmak, adeta hızlandırılmış ikinci bir konservatuvar eğitimi almak gibi. O kadar çok şey öğreniyor ki insan.Yirmi farklı oyuncuya, yirmi farklı kişiliğe, farklı ekollerde eğitim almış yirmi aktöre bir şekilde doğru yerden ulaşıp, ışık tutabilmek gerçekten çok takdir edilesi bir durum. İnanılmaz derecede sabırlı ve anlayışlı bir yönetmen. Sizden beklediği şeyler yalnızca; ‘yeteri kadar’ın sıradanlığından sıyrılıp, ortaya koyacağınız ufak bir daha iyiye ulaşma çabası, oynadığınız rolü sahiplenmeniz, son olarak da disiplin ve karşılıklı saygı. Bu şartlar sağlandığında şahane geçiyor süreç.

Serkan Ilgaz, Foto: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Hem yönetmen, hem aktör Engin Alkan ile aynı sahnede olmak nasıl bir duygu?
Serkan Ilgaz – Madem dedikodu yapıyoruz, aslında içimizde en çok yaramazlık yapan Engin Hoca. O kadar eğleniyor ki sahnede, onun o haline katılmamak elde değil. Böyle bir usta ile sahneyi paylaşmak muazzam bir duygu ve deneyim.
Tutku Erten – Engin Alkan tam da bilindiği gibi inanılmaz bir yönetmen. Potansiyeli görme ve onu ortaya çıkarmada bir numara.
Çok fazla şey duymuştum Engin Alkan hakkında beni en çok etkileyeni de ‘Engin Alkan’ın oyununda figüran yoktur’ lâfı olmuştu. Gerçekten de öyle. Rolü az olsa dahi oyuncuda oluşan en küçük itkiden güç alarak koca bir alan yaratıp, seyirlik bir sahneye dönüştürebilir. Feraset için de aynı şeyi yaşadığımı söyleyebilirim. Rolü Engin Hoca büyüttü resmen.
Aynı sahnede olma kısmına gelecek olursam, oyun esnasında o kadar çok yeni şeyler öğreniyorum ki ondan. Seyircinin nabzını öyle iyi tutuyor ve o kadar iyi oynuyor ki. Bazen beraber oynarken, Feraset’i unutup onu izliyorum Tutku olarak. Laf aramızda. Öğrencilik yanım ağır basıyor. Sonra hemen hatırlıyorum tabii oyunda olduğumuzu.
Pınar Çekirge – Engin Alkan nasıl bir yönetmen sizce?
Tutku Erten – Sert bir yönetmen olduğunu asla düşünmüyorum. Hatta bir keresinde ‘Yine çok yumuşak davranıyorum. Yalandan bağırmalıyım herkes çok dağıldı’ diye konuştuğunu duymuştum. Tam dedikodu oldu.

Tutku Erten, Foto: Esra Kılıçer
Büşra Tut – Engin Alkan gibi bir ustayla aynı sahneyi paylaşacağımı ve yönetmenim olarak duyduğum güven hissinin sahne üzerinde de desteklenerek devam edeceğini öğrendiğim gün çok heyecanlandım.
Sahnede asla ezbere düşerek sıkıcılaşmamıza ya da izleyici konumuna geçmemize izin vermiyor. Şunu özellikle belirteyim, ‘Esas olan eğlenmek’ mottosuyla, ilk prova gününden bu yana beklenmedik anlarda attığı paslarla bizleri diri tutmaya devam etti, ediyor. Bu kadar eğlenirken, karakterin sınırları içinde özgürce gezinebilme deneyimini de bize son derece konforlu bir şekilde yaşatıyor. Hiyerarşi aşığı oyuncuların aksine, sergilediği tutumla da muazzam bir rol model. Anlayacağınız, keyfim yerinde ve hafızam inanılmaz güzellikteki anılarla dolu.
Sertaç Nicholas Güder – Sanırım tüm ekip olarak başından beri – hatta zaman zaman şimdi bile – ayırmakta küçük tereddütlerimizin olduğu bir durum yaşadığımız oluyor. Acaba az önce Savleti mi konuştu? Engin Alkan reji mi veriyor yoksa Engin Hoca bizimle mi konuşuyor kararsızlığı diyelim. Kusursuz bir oyun çıkartmak çok zor hele Engin Alkan bu oyunu yönetiyorsa…
Pınar Çekirge – Neden?
Sertaç Nicholas Güder – Çünkü her zaman daha iyisini yapacağınızı bilir, görür ve bunu sizin de görüp yapmanız için elinden geleni yapar. Bir oyunu hem yönetmek hem de oynamak aşırı zor bir durum hak verirsiniz.

Sertaç Nicholas Güder, Foto:: Esra Kılıçer
Yavuz Pak – Peki ya provalarda?
Sertaç Nicholas Güder – Provalarda Engin Hoca kendi sahnelerinde bir arkadaşımızı sahneye çıkartıp, koltuğundan repliklerini sahnedeymiş gibi verip hem oyunu oynar, hem de yönetirdi. İnanılmaz güç bir şey bu! Onca kişinin karakterini incelemek, rejisini kurabilmek, herkes ile ayrı ayrı ilgilenebilmek ve oyuncusunun artısı ve eksisi ile parlatabilmek üstüne oyunu oynamak! Oy! Ben konuşurken yoruldum! Şöyle bir komik an var: Provalar döneminde sahnede arkadaşım, kürkü Savleti, sesi Engin Hocam, aşağıda reji veren Engin Alkan o sırada tüm heyecanı ve panik ataklığı ile ne yapacağını bilemeyen ben.
Pınar Çekirge – E, sonra?
Sertaç Nicholas Güder – ‘Hocam çok pardon ben anlayamadım ya, şimdi kim konuştu siz mi, Savleti mi?’ diye sordum. Ufak bir sessizlik ve sonrasında kocaman bir kahkaha ve ‘Sence ben böyle konuşur muyum Niko?’ diye beni yanıtlayan, sakinleştiren o ses. Anlayacağınız, provası, kulisi, sahnesi her anı ayrı komik, ayrı eğlenceli, ayrı öğretici ve ayrı bir dost Engin Alkan! Düşünün matine suare oynadığımız günler oluyor, üçerden altı saat eder, değil mi? İnanın bir üçüncü temsil için bile enerjimiz kalıyor. Çünkü mutluyuz, keyif alıyoruz bu nedenle de yorulmuyoruz hiç. Ayrıca Engin Alkan, ekibine şarkı yazan bir yönetmendir. Daha ne olsun?
Serkan Ilgaz – Oyun boyunca beynimizin her iki lobunu da kullandığınızı, ifade edebilirim. Mutluyuz, rahatız ve zevk alarak işimizi yapıyoruz.

Foto:: Esra Kılıçer
Büşra Tut – Engin Alkan prova sürecinden beri ‘Seyircinin aklıyla dalga geçilmemesi, oyuncu olarak tekrarlar, sabitlenişlere takılı kalınmaması’ gibi hususlar da bizleri hep uyarır. İzleyiciyi keşfetmemizi ister. Ortada, sizin dediğiniz gibi, bir başarı varsa… Bu başarının altında saydığımız tüm bu unsurlar yatıyor.
Yavuz Pak – Hiciv, güncel politik göndermelerle yapılan taşlamalar, doğaçlamalar oyunun en çok ilgi çeken yönlerinden biri. Seyirciyle etkileşimin de en belirleyici anları bu anlar diyebilir miyiz?
Engin Alkan – Bize seyirci öğretecek ne yapmamız gerektiğini çünkü doğaçlamanın ölçüsü seyircinin reaksiyonudur. Sahnedeki 21 oyuncu yaptığı her şeyde seyirciyi dinliyor. Tabii doğaçlamanın da belli kuralları ve zorlukları var. Mesela seksist esprilerden uzak durmaya çalışıyoruz. Topla, kekemeye, feminene herkes gülüyor diye buralardan doğaçlama yapmayı doğru bulmuyoruz. Ötekileştirmeden yapılmalı doğaçlama. Politik göndermelerde de doğrudan, parmak sallayarak ya da parmağı göze sokarak değil de dolaylı, ince ve estetize bir dili kullanmaya özen gösteriyoruz sahnede.
Yavuz Pak – İstanbul’da uzun zamandır yaygınlaşan, kafa sesi dinlediğimiz, deneysel biçim arayışlarıyla içe dönük bir yapı inşa eden alternatif tiyatro oyunlarının aksine, epik tiyatronun belirgin özelliklerinin sahneye yansıdığı, açık biçime, göstermeci tavra yaslanan ve seyircinin düşünsel ve duyusal katılımına alan açan oyun adeta bir ferahlama arınma vesilesi oldu bizim için.

Foto:: Esra Kılıçer
Engin Alkan: Benim bu oyunu yaparken ilhamım Haldun Dormen’in yönettiği, Suna Pekuysal, Zihni Göktay gibi isimlerin yer aldığı “Lüküs Hayat” oyunuydu. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun tarihinde geleneksel tiyatro ile Batı tiyatrosu arasında kalan ara dönemde bu oyun tulûat tiyatrosunun güzel örneklerinden biriydi. Ama çok bilinçle yapılan bir şey değildi. 28 yıl boyunca oynanan bu oyuna pek sahip çıkıldığı ya da onaylandığı da söylenemez. Kimi çevrelerde utanılacak bir oyun gibi algılandı hatta. Ben o dönemde Lüküs Hayat’ın seyirciyle kurduğu ilişkiyi analiz etmeye çalıştım. Her ne kadar el yordamıyla yapılsa da, çok canlı, yaşayan bir oyun ve aslında Bizans’a kadar giden, oradan dithyramboslara uzanan bir temaşa geleneğinin örneği. Biz bu kentte yaşayan insanlar olarak kadim bir kültürün devamıyız. Bizden önce de, Osmanlı’dan önce de, Bizans’tan önce de bu şehirde bir kültür vardı ve bu kültürün ayak izlerini takip ediyoruz biz. Adile Naşit’leri, Suna Pekuysal’ları yaratan kültür bu kadim kültürden besleniyor aslında. Seyircinin benimsediği, hoşuna giden şeyler de bir bakıma bu kültürün binlerce yıllık izlerinden etkileniyor. Bütün bunlardan yola çıkarak, Lüküs Hayat gibi oyunları, gülmeceyi hafife almadan, bilinçle nasıl yapabiliriz diye düşündüm. Bir formülasyon var. Stanislavski’nin sarf ettiği gibi, bu oyun yapısı tuğlaların üst üste konularak inşa ediliyor, sonra her oyunda bu sabitlenip sabitlenen şeyin seyirciye sunulacağı bir sistemle asla yürümüyor. Burada farklı olarak, sizin elinizde yapının bütün tuğlaların olacağı ve her akşam seyirciye göre oyunun yeniden kurulacağı yapılar bunlar. Zihni Göktay’ın el yordamıyla Lüküs Hayat’ta yaptığı da buydu. Dolayısıyla bizim oyunumuzda tekrar ve sabitlenme ölümcül bir şey. Çünkü oyuncu eğlenmediği zaman seyirci eğlenemez ve tekrarlar, sabitler oyunun içini boşaltmaya başlar, sahnede burada ve şimdi olan şey giderek mekanikleşir, statikleşir ve bu oyunun sonunu getirir. Bu oyunlar yapısal olarak bu özellikleriyle farklı oyunlar. Benim de sahnede oyunculara müdahelelerim, doğaçlamalarım sahneyi yaşar kılmak, dinamize etmek için. Her akşam oyun yeniden kurulması için yapılan kasti müdaheleler bunlar.

Foto:: Esra Kılıçer
Pınar Çekirge – Son olarak, ‘İstanbul Efendisi’ni günümüz tiyatrosu için değerli ve önemli kılan nedir diye sorsam?
Engin Alkan – Tiyatro bir dönüşüm içinde günümüzde. Büyük sermaye tiyatro alanına girdiği andan itibaren kuralları onlar yazmaya başladı. Dev sponsorluklar, büyük prodüksiyonlarla, ünlü isimlerle yüksek bütçeli, gösterişli işler yapılıyor. İster istemez bu büyük ticari yapı, kendi kurallarını dayatıyor ve estetiği de tayin etmeye başlıyor. Dolayısıyla, sermayenin kültürel çıtayı aşağıya doğru çektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar bayrak yarışıyla taşıdığımız tiyatro hafızası, bu büyük show Business işlerin neresinde acaba? Ülke sanki 50-60 yıl öncesine geri dönmüş gibi hissediyorum. Bu noktada, HOP’un yaptığı işi çok kıymetli buluyorum. Sponsorlara yaslanmadan, televizyon ünlülerine dayanmadan ‘İstanbul Efendisi’ gibi bir oyunun kıymetini bilerek bu oyuna yatırım yaptı. Bir sezon içinde gördük ki, bu tercih pekala seyircide karşılık buluyor ve bulmaya da devem edecek. Ben, bu esasın ilham vermesini istiyorum. Bakın biz burada iki saattir tiyatrodan, sahneden, oyunun yapısından, tiyatronun işleyişinden bahsettik, oyunculuktan, oyunculuğun hallerinden konuştuk. Konu hiç takipçi sayısına gelmedi, popüler dünyanın sansasyonlarına gelmedi. Özgün bir yapıya sahip bu oyun salonu dolduran seyircinin büyük bir ilgisiyle karşılaşıyor. Bu oyun cesaret vermeli, ilham vermeli insanlara. Bu işlerin popülizmin dümenine kapılmadan yapılamayacağına dair önyargının kırılması için insanlar bu oyuna, bu alternatif yapıya bakabilirler. Bu tür yapımlar daha fazla hayata geçirilebilirse kendi kaderimizi sermayenin elinden alabiliriz. Sermaye düşmanlığı gibi anlaşılmasın ama, sermaye sanatı, sahnedeki estetiği belirleyemez. Bu tür yapımlar çoğalırsa tiyatromuz kazanır.
Yavuz Pak – Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz…
Engin Alkan – Biz de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederiz.