Hatırlıyorum; 1989 Ağustos ayıydı. Tek bir spot aydınlatıyordu sahneyi.
“Genç yaşta kazandığın ünü kolay taşıyacak mısın?
Severse halkın seni, pek aldırmazsın.
Nefreti yıkar seni,
Tüm genç yaşta ün yapanlar öderler, şöhretin bedelini…” (1)
Che Quevera (Neco) hırsla döndü. Müzik devam ediyordu. Eva Duarte (Füsun Önal) tükürür gibi baktı bir an yüzüne:
“Genç, hırslı kadın öyle miyim ?
Belki doğrudur. Bilinen hikaye, fakir kız ünlü bir koca bulur.
Geldim ben, tam yerine, tam zamanında.
Doldurdum bir boşluğu
Şunu bilin ki siz, hiç kimse alamaz yerimi…” (2)
“Hair” den, “Evita” ya Füsun Önal’ı düşünüyorum şimdi.
İşte, yine başladı. Ansızın. Durup dururken. Adımlarını daha da sıklaştırdı Che, hızlandırdı. Her adımda sesi daha da yükseliyordu.
“Ben buradan gitmeden söyler misin?
Son valsimiz de bitmeden,
Bu sorumu küstahlık sayma,
Ne kadar sürecek oynadığın oyun?
Ben yok olup gitmeden söyler misin?” (3)
Yıllar yılı bütün dünyada sadece “Evita” müzikalini sahneye koyan ünlü yönetmen Kenneth Urmston’un Türkiye’de sergilenen “Evita’’ için ilk tercihiydi Füsun Önal.
O gece ‘Arjantin Ağlama Bana’ şarkısının bitiminde Açıkhava Tiyatrosu alkıştan adeta inliyordu.
“Hair”, “Evita”, “Durdurun Dünyayı İnecek Var” gibi çok önemli müzikallerde, “Kelebekler Özgürdür”, “Maç”, “Üç Kadın Bir Çapkın”, “Figaro’nun Düğünü”, “Don Kişot”, “Pazar Günkü Cinayet” adlı oyunlarda rol aldı. Her defasında ayakta alkışlandı.
Suskun bakıyordu Eva Duarte Peron.
“Genç, hırslı kadın, güzel ve zirvede
Zengin, yetenekli, şöyle bakınca azize ile fahişe karışımı bir kadın.
Sokaklarda sürterdin.
Tırmalar, dişler, vurur, kırardın.
Genç, hırslı kadın.
Bu sevgiyi ve bu şöhreti hayal eder miydin?
Sürterken barlarda, arka sokaklarda
O salaş tiyatroda
Gözlerin hiç parlar mıydı?” (4)
Rutubetten küflenmiş evler arasında, yağmurun çürüttüğü bir pencere pervazına dayanmıştı Eva Duarte Peron.
“Dionysos’un Çocukları“ adlı röportaj serimizde Füsun Önal ile tiyatrodan ve müzikallerden konuştuk…
Pınar Çekirge – 12 Mart 1971 den bir gece önceye dönelim, diyorum. Dünyaca ünlü “Hair” Müzikali, üstelik doğum gününde, perde açıyor ve bir anda gündem yaratıyor. Gülriz Sururi, Engin Cezzar, sen, Neco anı kitaplarınızda “Hair”den hayli bahsetmiştiniz.
Yavuz Pak – “Hair”de rol almanın Füsun Önal’a en önemli getirisi ne olmuştu?
Füsun Önal – İlk kez çok meşhur bir müzikalde Hippi Sheila rolüyle tiyatro sahnesinde yer almak ve tabii, Engin Cezzar, Bernard Hassel gibi ustalarlarla çalışmış olmak diyebilirim. “Hair” hiç kuşkusuz, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, benim için olumlu bir deneyimdi. Tabii, şunu da söylemeliyim, Kolej sonrasında en büyük hayalim tiyatrocu olmaktı ama annem bu isteğime bir türlü sıcak bakmamıştı. Üniversiteye giderken Erol Pekcan Caz Orkestrası’nın solisti olmuş, aldığım teklifle dünyaya geldiğim şehre, İstanbul’a geri dönmüştüm. İşte o dönemde “Hair”de oynamam önerilmişti.
Pınar Çekirge – Sheila yorumun çok beğenilmiş. Nasıl biriydi Sheila ?
Füsun Önal – Diyebilirim ki o rol için biçilmiş kaftandım. Düşünsene, çok gençtim. Sarı, dalgalı, onuzlarıma dökülen saçlarımla, müzik bilgimle Sheila tam bana göreydi.
Yavuz Pak – Ancak, bir sakatlanma hadisesi nedeniyle oyundan ayrılmak mecburiyetinde kalıyorsun…
Füsun Önal – Mizansen gereği yerde yatan oyuncunun üzerine ben, benim üzerime üç kişi daha atlıyordu. Hem de denize atlar gibi yükseğe sıçrayıp öyle bırakıyorduk kendimizi. Bel kemiğimin hasar görmesi bundan oldu. Doktor, “Eğer, oyuna devam ederseniz hayat boyu çelik korse kullanmak mecburiyetinde kalırsınız” demişti. Topuklu ayakkabı giymem bile sakıncalıydı. Ağlayarak, büyük bir üzüntüyle ayrılmak zorunda kaldım “Hair”den. Ve Londra’ya tedaviye gittim.
Pınar Çekirge – Bir de ismini şu an hatırlamadığım kadın oyuncuyla öpüşme sahnen vardı...
Füsun Önal – Yönetmenimiz Engin Cezzar, rol gereği bu öpüşmeyi gerçekleştireceğimizi söylediğinde, “Ben bunu yapamam” diyecek oldum. Oysa oyunculukta “yapamam” demek olmaz.
Pınar Çekirge – Ve “Hair” tiyatroya dair bir formüle erişmene neden oluyor, değil mi?
Füsun Önal – Doğru, tiyatronun bir formülü var. Çok Emek + Az Para = Tiyatro. Benim gibi, tiyatroya tutkuyla bağlıysan, sahne tozu da yutmuşsan, inan gözün maddiyatı görmüyor hiç.
Yavuz Pak – Derken, 7 Tepe Oyuncuları ile “Kelebekler Özgürdür”…
Füsun Önal – Öncelikle belirtmeliyim ki, üç-dört ay oynamak üzere yola çıktığımız bu oyunu üç yıldan fazla tam bin kez oynadık. “Kelebekler Özgürdür” inanılmaz bir başarı yakalamıştı. Hangi şehirde, nerede oynarsak oynayalım, haftanın yedi günü, yedi oyun, iki de matine olmak üzere tam dokuz oyunu ağzına kadar dolu salona, kapalı gişe sergiliyorduk.
Pınar Çekirge – Ve oyunda yorumladığın şarkı… Çiğdem Talu’nun yazdığı son şarkı sözleriydi.
Füsun Önal –
“Ya mavisinde bir çiçeğin
Ya pembesinde…
Bazen de bir söğüt dalının
Serin gölgesinde
Yaşa dostum gönlünce
Ömrünün keyfini sür
İnsanlar değilse de,
Kelebekler Özgürdür.”
Ama ne yazık ki Çiğdem, bu oyunu izleyememiş, yazdığı şarkının sözlerini ve müziğini sahnede dinleyememişti.
Yavuz Pak – Hadi Çaman, Suna Selen / Meral Niron, Yüksel Gözen / Kutay Köktürk’lü kadroyla İstanbul’da kapalı gişe oynadıktan sonra çok uzun bir Anadolu turnesine çıkmıştınız. Oyunu Haldun Dormen yönetmişti değil mi?
Füsun Önal – Evet. Haldun öylesine harika bir rejisördür ki, oyuncuyu yönetir ama oyuncu her şeyi kendi bulup çıkartmış gibi düşünür. Bu yönetim anlayışı, oyuncuyu cesaretlendirir. Yıllar sonra “Don Kişot” ve “Pazar Günkü Cinayet” oyunlarında Haldun ile karşılıklı oynama fırsatım olmuştu, biliyorsun.
Pınar Çekirge – Haldun Dormen ile aslından yollarınız siyah beyaz televizyon günlerinde, “Lüküs Hayat” ile kesilmişti. Hizmetçi Şadiye rolündeydin.
Füsun Önal – Haldun yönetmişti, evet. Müthiş bir kadroydu. Ali Poyrazoğlu, İsmet Ay, Güzin Özipek, Suna Selen, Altan Karındaş, Münir Özkul.
Yavuz Pak – Başka kimler vardı kadroda?
Füsun Önal – Hadi Çaman, Bengü Şen, Mete İnselel, Pekcan Koşar, Kerem Yılmazer.
Pınar Çekirge – Haldun Dormen yönetiminde sahneye konulan, bugün bile rekoru kırılmamış bir müzikal çalışmanız daha vardı: “Merhaba Müzik”
Füsun Önal – Nükhet Duru, Huysuz Virjin, Ersan Erdura, Halit Kıvanç, Perran Kutman’lı kadroyla İstanbul Şan Tiyatrosu, Rumeli Hisarı, İzmir Fuarı, Ankara Arı Sineması’nda haftada dokuz oyun oynadık.Nükhet ile başı çektiğimiz müzikal gösteride, kendi şarkılarımızın yanında, birbirimizin şarkılarını söyleyip, düetler yapıp, sketchlerde oynuyorduk.
Haldun Dormen anı kitabında benden şöyle bahsetmişti: “Füsun Türkiye’deki garip fenomenlerden biri hiç kuşkusuz. Onu yıllar önce tiyatro meraklısı genç, başarılı bir şarkıcı olarak tanımıştık. Sonra birdenbire ‘Kelebekler Özgürdür’ oyununda, karşımıza başarılı bir tiyatro oyuncusu olarak çıktı. Şarkıcılıktan, başarılı tiyatroculuğa geçmek kolay iş değil, ama Füsun bunu rahatlıkla becerebildi.”
Pınar Çekirge – Metin Serezli ile de çalıştın, değil mi?
Füsun Önal – Evet, ”Durdurun Dünyayı İnecek Var”ı yönetmişti Metin Serezli.
Pınar Çekirge – Tiyatro Festivali kapsamında Taksim Venüs Tiyatrosu’nda izlemiştim o oyunu. Hatırlıyorum; Türk, Rus, Arap, Alman, Amerikalı olmak üzere beş ayrı karakteri, ustalık katında bir başarıyla yaşar kılmıştın.
Yavuz Pak – Ve unutulmaz “Evita”…
Füsun Önal – Her ne olursa olsun, “Evita” sanat hayatımda bir başka önemli deneyimdir. Üstelik kadro belirlenmeden önce yapılan auditionda yönetmen Kenneth Urmston’a, Buğra Uğur’un piyanosu eşliğinde İngilizce olarak müzikalin şarkılarından “Big Apple/ Buenos Aires”i yorumlamıştım. Kendisi diğer Evita adaylarını da dinlemiş olmasına karşın, Eva Duarte de Peron rolü için özellikle beni seçmişti.
Pınar Çekirge – Zuhal Olcay, Füsun Önal, derken Deniz Türkali, Arsen Gürzap ile yerli Evita’ların sayısı bir anda dörde çıkmıştı o yaz.
Füsun Önal – Yönetmenimiz Kenneth Urmston “Ben sadece iki Evita çalıştırmak için geldim. Madem başka Evita’lar geldi, provaları izleyip öğrensinler” dedi. Onlar adına üzülmüştüm. Düşünsenize, dünyanın en zor müzikallerinden birinde oynayacaksınız ve ekibe haftalar sonra katılıyorsunuz. Dinlenme anlarımda, Deniz Türkali’nin isteğiyle ona yardımcı olmaya çalışmıştım.
Pınar Çekirge – 20 yıl kadar önce seninle yaptığımız ilk röportajımızda bana“Sahnede hiç bir şeyin gerçeği seyrettiğin gibi olmayabilir” demiştin…
Füsun Önal – Sahne bir illüzyondur çünkü. Pek çok şey “gibi gibi”dir, bu nedenle. Pek çok kişi “asıllarını” evlerinde, kulis odalarında bırakıp, suretleriyle çıkarlar sahneye, sete.
Pınar Çekirge – Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, 7 Tepe Oyuncuları, İBBŞT, Tiyatrokare, Tiyatro Kedi… Bir ödenekli, dört özel tiyatroda çalıştın.Tiyatrokare’de çok başarılı bir yapımla izleyici karşısına çıkmıştınız, hatırlıyorum.
Füsun Önal – Evet, Neil Simon’un yazdığı, Tunç Yalman’ın yönettiği “Ateşli Aşıkların Sonuncusu – Üç Kadın Bir Çapkın”da Nilüfer Açıkalın, Tijen Par ve ben üç kadını, Nedim Saban da çapkını canlandırmıştı. Oyun hayli beğenilmişti. Uzun bir turnemiz de olmuştu bu arada.
Tam da bu noktada; Füsun Önal’ın sanat yolculuğuna dair pek çok hatıranın yer aldığı “Hayatımdan Sayfalar / Şöhretistan” (2005) adlı kitabını okumanızı özellikle öneririm.
Salondan koridora sızmış, sırılsıklam bir karanlık. Gece iyice çökmekte. Kırık saksılarda fesleğen ve sakız sardunyaları.
Pink Martini’nin bir şarkısı vardır hani: “Napoli’de bir gece… Ay ve denizle birlikte… Bir melekle karşılaştım!…” İşte, bizim için de aynen öyle.
Türkiye’nin en özel kadınlarından biridir Füsun Önal. Seneleri hiçe sayan bir güzellik, asla sönmeyen bir yıldız. 20.yüzyıldan 21. yüzyıla taşınan bir şöhretin sahibidir. Hayata füsun serpen bir enerji kaynağıdır aynı zamanda.
Füsun Önal’ı anlatmak ne kadar zor. (İyi de hangi Füsun Önal? Dünya standartlarında bir şarkıcı ve oyuncu, fotoğraf sanatçısı, besteci, söz yazarı, yazar) Bu defa farklı bir şey yapalım dedik Yavuz ile .Hiç araya girmeden onun anlattıklarını kağıda dökmeye karar verdik:
“Sevgiyle dolu bir insanım. Sevmeyi seviyorum. Her şeyi seviyorum. Doğayı, hayvanları, çocukları, yaşlıları. Ama doğayı yok eden, hayvanlara zulmeden, onları kobay olarak kullanan, çocuklara kötü davranan insanları hiç sevmiyorum.”
“Neşeli, sade, alçakgönüllü, ufak tefek, kendine özgü giyimi, davranışları olan, içi sevgi dolu, hayvan dostu, müzik delisi, tiyatro aşığı, yaşamda kendi koyduğu kurallara bağlı, hep çocuk, ebedi genç bir kadınım ben. Koşup durmayı çok severim. Bazen gün yetmez bana.”
“Daima, evde neysem, sokakta, sahnede, ekranda hep aynıyımdır. Dostlarıma, arkadaşlarıma olan sevgim neyse, odur. Sevgimde ikili davranma diye bir şey yoktur. Sevdiğimi, severim anlayacağın, sevmediğimi de belli ederim hemen.”
“Kadınım, canlılıktan yanayım. Hayatı doyasıya yaşarım, denerim. Kendimle, yüzümle, bedenimle, duygularımla barışığım. Dedim ya, ebedi gencim. Ateş parçasıyım. Bazen çılgın bir rüzgar gibi eserim… Umursamaz davranırken, çok kıskanabilirim. Gülerken duygulanır, bir an ağlar, sonra neşelenebilirim. Çok sinirlenip beş dakika geçmeden her şeyi unutabilirim. Ama üç kağıdı yalanı asla!”
“Acılar, sevgiler, birlikte yaşanmalıdır. Öyküler birlikte yaşanmalıdır. Hep sevdim, acı da çektim ama şanslıydım çünkü hep bir öyküm oldu benim.”
“Ardında pek çok yapıt bırakan, bırakabilen sanatçıdır. Yani, pek çok esere imza atmış, senelerini yaptığı işe adamış olanlara sanatçı denir, bilmem anlatabiliyor muyum? Öyle bazılarının düşündüğü kadar kolay değil sanatçı olmak. Daha doğrusu olabilmek. Kültürlü, disiplinli, yaratıcı olacaksın, arttıracak, okuyacak, dinleyecek, seyredeceksin, izleyecilerine saygın olacak, meslektaşlarınla iyi geçineceksin, yoksa her şey bir balon köpüğüdür.”
“Müzik dünyam benim, damarlarımda show-business kanı dolaşıyor. Sanat eserinin öncesiz sonrasız özgürlüğüne inanırım.”
“Halkın arasında dolaşmak keyif verir bana. Onlar beni ‘ben’ yaptı. Neden saklanayım ki onlardan? Gözümde daima kara gözlüklerim vardır. Ama arkasına gizlenmek adına takmam gözlüğümü. Severim insanlarımı, gencini yaşlısını.. Fazla havalı, kibirli olanları pek sevmiyor insanlar. Hatta hiç sevmiyor. İster sanatçı, ister politikacı olsun, kendine yakın olanları benimsiyor halk, yüreğinin kapılarını açıyor ardına kadar. Bana ‘bu kapılar’ açıldığı için mutluyum.”
“Müziğe başladığım yıllarda Ajda fırtınası esiyordu. Ama ben yine de sesimin ve giyim stilimin, hep kendim gibi olması gerektiğine inandım. Ve yıllarca uyguladım bunu. Taklitler, gerçekleri yaşatır her zaman. Tüketim eşyalarında da böyledir bu.”
“Radyo ve televizyon kanallarında çalan şarkılar yıllardır birbirlerinin devamı gibi. Nasıl desem, sanki seneler önce bir şarkı çalmaya başlamış da hala aynı şarkı söyleniyormuşcasına tıpatıp benzeyen şarkılar… Şarkıcılar sürekli imaj değiştirmeye devam ediyorlar. Adeta her şarkıya bir başka imaj bulma zorunluluğu. Türkiye’deki ekonomik dar boğaz gibi, onlar da imaj dar boğazına düşmüş ve ne yapacaklarını bilmeden, birbirlerinin eski imajlarını kullanmaya başlıyorlar neredeyse.”
“Bizim dönemimizde şarkıların modası geçmezdi. Bu nedenle de zırt-pırt plak yapılamaz, böylece de beste, şarkı sözü enflasyonu olmazdı.”
“Şarkılar bize can vermeli, şarkılar bize hayat vermeli. Şarkılar bizi karamsarlığa iteceğine, güç vermeli. Teselli bulmalı insan güzel yazılmış sözlerde.”
Herkesin diva ve benzeri (hak edilmiş/edilmemiş) unvanlara sığındığı günümüzde, Füsun Önal hep bir klasik olarak kaldı. Çoktan kolektif bilinç altımıza sinmiş “Minik Kuş”, “Aşk Nezlesi”, “Oh Olsun”, “Senden Başka”, “Bigudi”, “Ah Nerede”, “Karasevda”, “Aç Gözünü”, “Bunlar Da Geçer”, “Canım Benim”, “İnsanlar İnsancıklar”, “Bir Tanem”, “Dünya Benim Oldu”, “Çatla Patla”, “One Way Ticket” ve benim için çok özel olan “Gel Gel” adlı şarkılarıyla.
Altın plaklar, plaketler… İlk stadyum konseri… İlk dans grubu önce 11, sonra 21 kişilik… Film çalışmaları, fotoğraf sergileri…
Ve Tarık Dursun K.’nın, Aziz Nesin’in teşvikiyle adım attığı yayın dünyası. Üst üste yeni basımları yapılan Füsun Önal kitapları, imza günleri, söyleşiler. En son 2007 yılı NTV Radyo “En İyi Yazar” ödülü. Ayrıca 3 Altın Plak, 1 Altın Kelebek, “Alo Ben Füsun” adlı long play çalışmasından gelen Altın Telefon Ödülleri.
Gazete, dergilerde, sosyal medyada yazdığı köşe yazıları ve raflarda yerini almış 20 kitap.
Müzik, tiyatro ve edebiyat için yaratılmış bir sahne-varyete ustasıdır Füsun Önal. Gerçek bir iletişim uzmanıdır aynı zamanda.
Güzelliğine, yeteneğine hiçbir söz yetişemez zaten. Geçmiş ve gelecektir o. Hüzne ve neşeye aynı anda sürükleyebilen bir ikonadır Füsun Önal…
Dibine kadar kadar yaşamıştı hayatı da, sevgileri de.
Aşk denen o koskoca kayanın minicik bir taş parçasıyla yıkılamayacağını zaten Çiğdem Talu ve Füsun Önal’dan öğrenmiştik.
Pınar Çekirge – Buğulu bir pencere camına ilk ne yazarsın?
Füsun Önal – Aşk yazardım… Kitaplarımdan birinin adını hatırladım şimdi: “Aşk çiş gibidir, gelince tutamazsın.”
Gecenin son demleri.
Füsun Önal bütün güzelliği, o alıp götüren ışıltısıyla çokta eski sayılmayacak zamanlardan yarına doğru yürüyor. Yalnızlık çoğalıyor giderek. Anılar kronolojiye isyan etmekte.
İnsanlar değilse de kelebekler özgür müdür sahiden? Ya onlar da özgür değilse? Hiç özgür olmamışlarsa?
PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK
Kaynakça:
(1,2,3,4 ) Evita Müzikali. Çeviren: G. Gürün