Hayat Yaşadığına Değsin’i elime aldığımda, bir televizyon kapanış cümlesinin kitap boyunca yankıya dönüşebileceğini doğrusu bu kadar derli toplu göreceğimi sanmıyordum. Emre Kongar, dört eksenli bir düzen kuruyor: Hayat, Aşk, Başarı, Mutluluk. Fakat bu düzen, reçete dağıtan bir “kişisel gelişim” şeması değil; yaşanmışlığın içinden süzülmüş, ilkelere yaslanan bir düşünme yordamı. Metin ilerledikçe anlıyoruz: Kongar, öğütlerin yerini ölçüte, coşkunun yerini sorumluluğa, anekdotun yerini sınanmış deneyime bırakıyor. Bu yüzden kitap, ilk sayfada bir slogan gibi açılıp son sayfada bir yönteme dönüşüyor.
Kongar’ın üslubu yıllardır bildiğimiz berraklıkta: sade cümle, doğrudan çağrı, gereksiz parıltıdan arınmış bir ses. “Kongarizmalar” adını verdiği kısa ilkeler, metnin hem ritmini hem de akılda kalıcılığını taşıyor. Bu ilkelerin fünyesi, tam da karar anlarına bağlanmış: “İnsanlardan çok, ilkelere inan.” Bir cümlenin yöneltisi olabileceğini, bu tür pasajlarda görüyoruz. Yazar, okuru yönlendirmiyor; yönü gösterip geri çekiliyor. Haritayı tamamlamak bize kalıyor.
“Hayat” bölümünde ölümlülüğün çıplak gerçeğiyle yüzleşmek, bir an için sarsıcı. Kongar, panik üreten felaket diline sığınmak yerine zamanı katmanlandırmayı öneriyor: okuma–üretme–paylaşma. Bu, aslında günün içine niyet yerleştirmek. Zaman uzamıyor ama dağılıp gitmiyor; elinin üzerinde kalıyor. Burada düşünsel bir damar da beliriyor: İnsanın varlık karşısındaki yeri, bilimin bulgularıyla ahlakın terazisine birlikte çıkarılıyor. Eleştirel mesafe korunurken, kişisel tanıklık cümleden çekilmiyor.
“Aşk” bölümünün edebi omurgası daha görünür. Kanûnî’nin dizeleriyle Marx’ın mektupları yan yana gelince, duygunun tek başına yeterli olmadığını hatırlıyoruz: Aşk, etik ve bedenle kurulan bir denge. Kongar burada romantik parıltıya kapılmadan, sözcüğün sorumluluğunu öne çıkarıyor. Sevmek, sözle başlıyor; söz, özen ister. Kısa ama yoğun yaşantıların kıymetini vurgularken, modern ilişkilerin hızına kapılmadan bir dikkat talep ediyor; bu dikkat, aynı zamanda dilin terbiyesidir.
“Başarı”da yılların yönetim ve akademi tecrübesi cümleye ağırlığını bırakıyor. “Yedi Altın Kural” ile denetim listelerinin ham motivasyon değil, ilke eğitimi olduğunu görüyoruz: hayal kurmak, cesaret, hedefe kilitlenmek, dinlemek ve empati, adil ödül–ölçülü eleştiri, küçük de olsa yaratıcı fark. Bizde en çok ihmal edilen iki kelime; dinlemek ve ölçü, tam ortada duruyor. Sadakatin kişilere değil ölçütlere olması gerektiğini söyleyen paragraf, yalnız bir iş disiplini değil, ahlaki bir duruş öneriyor. Burada Kongar’ın biyografisi metne gerekçe oluyor: söz, görev görmüş; bu nedenle inandırıcı.
“Mutluluk” bölümünde, avuç içinden kayan bir duygu yerine kurulan bir ilişki konuşuluyor: mutluluk, hayat ile kurduğun bağın niteliğidir. Dışarıdan gelecek vaatlere değil, alışkanlıkların toplamına bakmayı öneren yaklaşım, okuru yalın bir gerçeklikle buluşturuyor. Doğayla uyumu eşik kabul etmek, hem bedene hem zihne tutulan bir ayna. Kişisel reçetelerin toplumsal iklimle sınanması gerektiğini söyleyen satırlar, bireysel çabanın sınırlarını da hatırlatıyor; bu çerçeve, metni kolay umutların ötesine taşıyor.
Bu kitapla ritüelim basit: Aç, bir cümle seç; günün istikametini o belirlesin. Kongar’ın dili tam burada parlıyor: Süslü söz yok, düşüncenin kapsayıcı sadeliği var.
Sonuçta, Hayat Yaşadığına Değsin, bir televizyon cümlesinin edebiyatla değil ama edebî bir dikkatle işlenmiş yöntem metnine dönüşmesidir. Kişisel gelişim rafına hapsolmayacak kadar düşünsel; akademik soğukluğa teslim olmayacak kadar insani. Benim payıma düşen, bu kitabı bir ritüele çevirmek oldu: zamanı katmanlandırmak, söze özen göstermek, başarıyı ilkeye bağlamak, mutluluğu hedef değil ilişki olarak kurmak. Geri kalanı oyalanma. Kongar’ın kapanış cümlesi, burada okurun açılış cümlesine dönüyor: Hayat, yaşadığına değsin.