

Talking Heads grubunun kurucusu David Byrne’ün kaleme aldığı “Müzik Nasıl İşler” adlı kitap dilimize de çevrildi. Söyleşi yaptığımız ünlü müzisyen “Müzik hem bedenle hem de kafayla ilişkilidir. Kavanozda beyin değiliz biz” diyor
– “Müzik Nasıl İşler” adlı kitabınız aslında sizin çok bilmediğimiz bir yanınızı da gösterdi bize. Akademik bir yayın kadar derinlikli ve kapsamlı bir çalışma olmuş. Bu kitabı kaç yılda bitirdiniz?
Bölümlerin çok küçük bir kısmı eski konuşma ve denemelerimden alıntı. Mesela müzik ve mimarlık ile ilgili olan bölüm TED konuşmasından alıntı. Ama geri kalanın çoğu kitabın ne hakkında olacağını görebildiğimde ortaya çıktı. Kitabın son halini alması sanırım 2-3 yılı buldu.
– Kitabınızın hemen başlarında aynı müziği farklı bir bağlamda dinlemenin o müziğe bambaşka bir anlam kazandırdığını söylüyorsunuz. Bugün, özellikle de bu Covid-19 pandemisi sürerken her türlü müziği dijital ortamda dinlemeye başladık. Sizce dünyada bugün müziğin anlamı nasıl şekilleniyor?
Diğer sanat formları gibi müzik de içinde yaratıldığı bağlam içinde bir anlama ve yıllar sonra farklı bir bağlamda farklı bir anlama sahiptir. Kalabalık bir kulüpte olmakla ilgili bir şarkı eskiden kutlama anlamında olabilirdi, ama şimdi, şu anda, tuhaf ve riskli bir davranış gibi gelebilir, hatta rahatsız edici bulunabilir.
– Konser dinleme alışkanlıklarının 20. yüzyıldaki değişimini anlattığınız bölümde “En başından beri niyet baş ile bedeni birbirinden ayırmakmış” diyorsunuz. Müthiş bir tespit gerçekten. Sizin müzisyen olarak bu ayrımda bir tercihiniz var mı peki ve varsa bu tercihinizi nasıl nedenselleştiriyorsunuz?
Bana öyle geliyor ki, müzikte ortaya çıkan ve ifade edilen bu baş ve beden ayrımı, derin dini ve kültürel âdetlerin bir sonucudur. Bazı dini ve kültürel geleneklerde vücut tehlikeli, baştan çıkarıcı, rasyonel olmayan bir şeymiş gibi düşünülüyor ve bu nedenle kontrol altında tutulması gereken bir şey olarak görülüyor.
Müziğin gücü ise tüm dünyada tanınır. Müzik her zaman aynı anda hem bedenle hem de kafayla ilişkilidir. Ama örneğin Batıda’ki konser salonları, inanılmaz duygusal müzik çalmalarıyla bedeni müzikal deneyimden kovma ve uzaklaştırma girişimleri olarak bizi hareketsiz ve sessizce oturmaya zorlar. Bu imkânsız bir hedef, biz “kavanozda beyin” değiliz, fiziksel benliğimiz her zaman kim olduğumuzun bir parçası.
– Her türlü format savaşının ardından kaliteli müzik dinlemek isteyenlerin baskısı ve ticari bir potansiyel olduğunun anlaşılmasıyla son yıllarda yeniden plak (vinyl) formatının döndüğünü gördük. Ne düşünüyorsunuz bu dönüşe dair?
Birçoğu için bu, hiç yaşamadıkları bir zamanın nostaljisidir! Bununla birlikte, iyi yapılmış bir vinyl kaydı dinleme deneyimi, streaming parçaları dinlemekten çok farklıdır. Kişi bilinçli olarak dinleme eğilimindedir, dolayısıyla plağın tamamını kesintisiz olarak dinler. İnsanların neden bu deneyimden, bu şekilde müzik dinlemekten hoşlandığını anlayabiliyorum. Ve evet, tuhaf bir şekilde, iyi yapılmış vinyllerde müziğin zenginliği birçok CD’de olduğundan daha yüksektir.
– Talking Heads kendine has bir tınısı (sound) olan bir gruptu. Grubun bu karakterinin oluşmasında tesadüfün ya da şansın rolü ne kadardı? Yoksa her şeyi başından biri belli bir plan çerçevesinde mi tasarladınız?
Ha ha. Herhangi bir plan yoktu ama eleme yoluyla yaratma gibi bir şey geçerliydi. Yapmamaya karar verdiğimiz şey, kim olduğumuzu tanımlamanın bir yolu oldu. Mevcut görünümleri ve sesleri benimsemek yerine, her şeyi azaltmaya ve sıfırdan başlamaya karar verdik. Böylece kendimizi iyi hissettirecek ve bize doğru gelecek hareket ve tınıların hangileri olduğunu keşfedebilecektik.
– Spike Lee’nin “American Utopia” filminden de söz edelim istiyorum. Nasıl bir araya geldiniz, ilk fikir kimden çıktı ve nasıl bir ön hazırlık yaptınız?
Spike Lee ile?
Spike ve ben yıllar önce tanıştık ve uzun süredir filmlerinin hayranıyım. Ona mesaj attım ve gösterimizi izlemesi için davet ettim. Gösteriyi filme aktarma isteğimden zaten bahsetmiştim. Geldi ve gösteriye bayıldı – sonra filmi çekmek ve düzenlemek için para aramaya başladık. Spike ve sık sık birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Ellen Kuras defalarca gösteriye geldi. Her şarkıyı ve monoloğu nasıl çekeceklerini planladılar, hiçbiri tesadüfi değildi.
– Türk müziğinden haberdar mısınız? Bildiğinizi, dinlediğiniz isimler var mı?
Evet, Türk müziğinden haberdarım- eski Sezen Aksu ve Barış Manço kayıtlarından bazılarını seviyorum… ve Baba Zula ve Taksim Trio’yu da seviyorum.
Duygusal derinliklerin seni sarıp sarmalayacağı bir gün seni bekliyor. İçsel sesine kulak ver ve sezgilerini takip et. Hayal gücünün sınırlarını zorlamak, yaratıcılığını besleyecek. Diğer insanlarla olan ilişkilerinde empatin yükselebilir, bu da seni daha anlayışlı kılacak. Ani duygusal dalgalanmalara karşı hazırlıklı ol, sabırlı kalmak önemli. Kendi içsel huzurun için meditasyon veya doğa yürüyüşleri yapmak faydalı olabilir. Kalbinin sesini dinleyerek, kendine bir süre ayırmayı ihmal etme. Mükemmel olanı aramak yerine, olduğun gibi kabul edebilirsin. Sosyal çevrende seni destekleyecek insanlarla bir araya gelmek, ruhunun köklenmesine yardımcı olacak.