İkinci zil çalarken, ağır ağır kulisteki odasından çıktı. Bir an peşinden gitmeyi, hiç değilse sahneye girişini koridor aralığından izlemeyi düşündüm. Titriyordum. Kımıldayamadım yerimden. Dudaklarında sönen gülümseyiş yeniden alev alacaktı birazdan, biliyordum. Çok güzel, çok etkileyiciydi.
Doğru, O’nu ne çok sevmiştim. Kırık camdan lodosun ıslığı duyuluyordu. Gözleri… Beni tutsak alan yeşil ıslak pırıltılarla dolu o ışık çakımları.
“Çolpan; kopya kağıdı kullanmadan yazılmış, edebi değeri son derece zengin bir sayfa bana göre ve tek nüsha ’’ dermiş Sadri Alışık. Film senaryoları, tiyatro oyunları yazmış Selim İleri onun için. Ben sadece bir saat süresinde konuştuklarımızı, yıllardır yaşadığım aşk benzeri hayranlığı anlatmaya çalışacağım size.
“Sinema değil, tiyatro oyuncusu olmak istiyordum. Güzel Sanatlar Akademisi’ndeyken, Ali Avni Çelebi hocamdı. Fevkalade yetenekli bulurdu beni. Tiyatroya yöneldiğimde, ‘Yanlış bir iş yapıyorsun Çolpan’ demişti, ’Orada sadece icracı olacaksın, bunu unutma. Resim yaparken yalnızsın oysa, kendinle baş başasın.’ Doğrusu ya, üzülmüştü Ali Avni Çelebi. Dediğim gibi, çocukluğumdan beri tiyatro vardı içimde. Resmi, akademiden sonra bıraktım. Sadri devam et, dedi ama…”
“Akademinin ikinci sınıfındayken ‘Antigone’yi sahnelemiştik. Erol Keskin, Pekcan Koşar da vardı kadroda. Oyun hayli ses getirdi. O kadar çok teklif geldi ki tiyatrodan. Fakat aileden izin alamadım bir türlü. Öncelikle eğitimini tamamla, dediler. Bu arada konservatuarda gece derslerine katılmaya başladım.”
”Dediğim gibi, Güzel Sanatlar Akademisi’inde, sanırım 1953 yılıydı, Akademi Tiyatrosu’nu kurup, ‘Modern Antigone’yi oynamıştık. Sonrasında Küçük Sahne, Oda Tiyatrosu, Arena Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Sadri Alışık Tiyatrosu’nda devam ettim tiyatroya. ‘Sevgili Gölge’, ‘Soytarı’, ‘Ziyafet’, ‘Soytarı’, ‘Yarın Cumartesi’, ‘Tersine Dönen Şemsiye’, ‘Boing Boing’, ‘Baba Evinde Hayat’, ‘Baharın Sesi’, ‘Allahaısmarladık Cumhuriyet’, ‘Mihri Müşfik’, ‘Yeşil Papağan Ltd.’, ‘Dolunay Katili’, ‘Sıradan Bir Gün’de oynadım. Kenterler‘de birkaç oyunun kostüm tasarımını da üstlenmiştim.”
İzmir vali yardımcısı Bedri Bey, kızının geleceği hakkında düşüncelidir… Çocukları Cengiz, Atilla ve Çolpan’ı karşısında alır. Uzun uzun konuşurlar. Atilla İlhan kız kardeşinin seçimini ısrarla destekler. Sonunda Bedri Bey, ‘Peki olur…’ diye mırıldanır. Böylece ‘Kamelyalı Kadın’la sinemaya ve hemen aynı günlerde ‘Sevgili Gölge’ ile Küçük Sahne’de tiyatroya adım atar Çolpan İlhan.
‘‘Kamelyalı Kadın’’ın ardından, ‘‘Zümrüt’’, ‘‘Bir Şoförün Gizli Defteri’’ adlı filmlerde cesur kompozisyonlar çizer. Zaten derinliği olan rolleri seviyordur, masum genç kız şablonunu yinelemek taraftarı değildir pek. Kıskanç, alkolik, akıl hastası, kumar tutkunu kadın tiplemelerini başarıyla canlandırır perdede. (Şimdi nasıl unuturum, ‘‘Seni Kalbime Gömdüm’’, ‘‘Yalnızlar Rıhtımı’’, ‘‘Ahtapotun Kolları’’nı. İlle ‘‘Aşk-ı Memnu’’daki Matmazel de Courton karakterini…)
“Lütfü Akad’ın yönettiği ‘Zümrüt’ önemli bir çalışmaydı. Dahası o tarihte, Yeni Melek’te gösterime giren ilk yerli film özelliğini de taşıyordu. Düşünsene, en az on, on beş yıl sonra oynamam gereken rolleri yirmili yaşlarımın başında üstlenmişim. Lütfi Bey arada, ‘Aman profilden çekmeyin, çok çocuk görünüyor Çolpan’ derdi. ‘Bir Şoförün Gizli Defteri’ öylesine ilgi görmüştü ki, hatırlıyorum da, yüzlerce ehliyet imzalamıştım o günlerde. Sonra yüze yakın sinema filmi. TV dizileri.”
“1957’ de sinemaya başladığımda ciddi bir bakış açısı vardı Yeşilçam’da. İyi yönetmenler, disiplinli bir set ekibi falan… Hep iyi şeyler yapmaya çabalıyorduk. Sevgi vardı o filmlerde. Diyebilirim ki; içe işleyen, samimi filmler olduklarından dolayı, bugün hala beğeniyle izleniyorlar TV’de gösterildiklerinde. Ardından konfeksiyon dönemi başladı. Senaryolar kötüydü… Hep aynı konular çekiliyordu. Derken halktan kopuk, seyirciye ulaşmayan filmler yapıldı.”
Ve Attila İlhan‘ın sözlerini hatırlıyorum :
“Bizim Türk Sineması, Türk Tiyatrosu da, erkeklerin alıştığı tiplerden yıldız yapar. O tipin dışındaki kadınlar istedikleri kadar iyi oyuncu olsunlar, yıldızlığa ulaşamazlar. Böyle kadınlardan, yalnızca iki kişi tanıyorum yıldızlığa ulaşmış. Biri Çolpan’dır, birisi de Filiz. Bunlar, bizim alıştığımız star geleneğinin dışındadır. Buna rağmen star olmuştur, ikisi de..”
Çolpan İlhan devam ediyor anlatmaya :
“Haklısın, evlendiğimde Çolpan İlhan olarak Sadri’den daha öndeydim sinemada.”
– Ve geri çekildiniz sanki, diyorum. Uzaklaştınız…
“Bunun muhasebesini yaptım kendimle. Aynı iddiayı sinemada devam ettirseydim evlilik yürümeyecekti. Yürümeseydi, diyeceksin. O kadar iddia edecek bir ortam görmedim. Hırsım yoktu. Pişmanlık… Belki… Ama büyük, acıtan bir pişmanlık değildi bu. İnan, çok samimiyim. Daha sıradan filmlerde rol alıp izleyicinin kafasındaki Çolpan hayalini örselemek de istemiyordum ve tabii, Sadri’nin çıkış dönemiydi. Ona yardımcı olmam, destek çıkmam gerekiyordu. Kerem büyüyordu bu arada. Bir süre Kenterler’de tiyatro yaptım. Radyo’da ‘Uğurlugiller’ devam ediyordu. Yetmişli yılların sonuna doğru artık sadece modayla, atölyeyle, butikle uğraşmaya karar verdim; sinemayı tümüyle silmeye çalıştım kafamda… Ama evde hep sinema konuşuluyordu. Atilla ağabeyim olsun, Sadri olsun tekrar setlere dönmem hususunda ısrar ediyorlardı. ‘Sahte Dünyalar’ dizisini kabul ettim sonunda ve gördüm ki seyirci beni, ne kadar ara versem de ya da başka işlerle uğraşsam da silmemiş belleğinden. Sahi uzun yıllar ‘Uğurlugiller’ adlı radyo programında Türkan rolünü üstlendim.”
O’nu unutabilir miydik? Hüzün ve puslu akşam alacaları, bir kadına ancak bu denli yaraşırdı… Bir kadının gözleri ancak bu kadar güzel ve anlamlı olabilirdi. Dünden yarına hiç eskimeyecek bir güzellik… Dünya standartlarında bir “yıldız” oyuncuydu. Çolpan İlhan’a nasıl ihanet edebilirdik ki?
– “Ölü Bir Kelebek”, “Sıradan Bir Gün” ile tiyatroya yeniden görkemli bir dönüş yaptınız. Tiyatroya bu denli ara vermenizin nedenini sorsam?
“Dediğim gibi, o yıllarda sinema bütün vaktimi alıyordu… Bir yanda evlilik, çocuk… Gün boyu setler, gece tiyatro yapamazdım. Yüreğimde hep yarım kalmış bir iş, bir eksiklik olarak kaldı tiyatro.”
Bulutlu bir akşam. Hüzün; kurşunlanmış gibi delik deşik, kayıp düşüyor ellerimden. Hayat albümümde en unutulmaz, en güzel beş altı fotoğraftan biridir Çolpan İlhan.
“Ben bir ömrün paylaşılmasında erkeğin önemini biliyorum, otuz beş yıllık eşimi kaybettiğimde bomboş kaldığımı hissettim… Bunu ancak çalışarak doldurmam mümkündü. Giulia bunu başaramıyor işte…”
Dilimin ucuna gelen soruyu, sorsam mı diye düşünürken dayanamıyorum:
– Buğulu bir cama ilk ne yazarsınız? ” diyorum.
“Sadri’’, diyor bir solukta…
“Öylesine büyük, yoğun bir içtenlikti ki o… Sadri’yi kaybettikten sonra yaşadığım boşluğu anlatamam sana. Şöyle düşün; iki hayat var iç içe geçmiş, birini çekip aldığında diğeri ıssız, bomboş kalacaktır. Evet,aşk bu… Ama anladığın manada bir aşk değil belki. Rahatsızlığı sırasında, Sadri’nin bana çok ihtiyacı vardı… Bambaşka bir şeydi bu… Yaşam adına direnmek; karı-koca ilişkisinin dışında bir sevgi, bir bağ ve bir tutku… Sadri’nin gençlik döneminde çevirdiği filmleri izliyorum da , son filmi ‘Yengeç Sepeti’ bakamıyorum bir türlü… Baştan çok korkmuş, çekinmişti, hastalanırım film yarım kalır diye… Çalışma süresince çok iyiydi. Karakalem resimler yapıyordu set arasında, karaciğerinde bir sorun yoktu. Beş yılı atlatabilseydi tümüyle kurtulmuş olacaktı. Ancak aldığı ilaçlar kalbini yormuştu…”
Sesi titriyor birden… Gözleri ıslanmış… Sigarasından derin bir nefes çekiyor:
“Sadri’den sonra büyük bir boşlukta buldum kendimi. Ayakta kalabilmem için bir şeyler yapmam, tutunmam gerekiyordu. Onun adını taşıyan bir tiyatro kurdum: Küçük Sahne, Sadri Alışık Tiyatrosu.”
Üzerinden yıllar geçti. Çok yıllar. Belki mevsim sonbahardı, belki yağmurların tam başındaydık. Selim İleri’nin anılarını yeniden okuyordum :
“İşte Atıf Yılmaz, ‘Bir Şoförün Gizli Defteri’ ile çıkageliyordu. Bu filmde bütün zamanlarımı alt üst eden Çolpan İlhan, bile isteye kuduz köpeklere verilen zehirlerden içiyor ve sanki ölümün aşk, aşkın ölüm olduğunu söylüyordu.”
Yağmur hızlanmıştı. Teybin düğmesine bastım.
“Seyirciye saygı esastı bizim zamanımızda. Hatırlarım; Ayhan ile Sadri, yahu bir çapkınlık yapamıyoruz diye yakınırlardı şaka yollu. En küçük bir hatayı seyircimiz bağışlamazdı çünkü. Ekrem Bora’nın yaş günüydü sanırım, eşiyle geldi, beni de alacaklar bir yere yemeğe gideceğiz. Sadri de Ankara’da idi. Sadri’ye soralım dedim, ‘Hayır, gidemezsin.’ dedi. ‘Delirdin mi Sadri? Ben, karım ve Çolpan beraber yemek yiyeceğiz, ne var bunda?’ diye üsteledi Ekrem. ‘Seninle ilgisi yok.’ diye yanıtladı Sadri telefonun ucundan. ‘Siz oradayken biri alakasız biri gelir masaya, bir fotoğraf çekilir. Sonra yırtınalım ki bir yaş günü davetiydi diye.’ Özel hayatlarımıza öylesine dikkat ederdik.”
Yağmur yağıyordu. Ses Dergisi’nden kesip çerçevelettiğim otuz yıl öncesine ait fotoğrafa takıldı gözüm. Çolpan İlhan gülümsüyordu. Alıp götüren güzelliği ile gülümsüyordu. Aşk benzeri bir hayranlık mıydı bu? Galiba evet. Ve son oynadığı “Sonbaharı Beklerken”i hatırladım yeniden.
JOHN: Bir ömrü yitirdik mi biz seninle? Buna inanmak gelmiyor içimden. Her şey bunun içine sığmış olamaz.
(Iris başını John’un göğsüne yaslar. John bu sefer kutunun içinden bir mektup çıkarır.)
JOHN: Bu mektup… Bunu hatırlıyorum sanırım.
(John mektubu açar. Iris huzurlu bir gülümseyişle boşluğa bakmaktadır.)
JOHN: (Okur.) Sevgili John… Bu mektubu sana 1956 yılından yazıyorum. Eğer şu an bu satırları okuyorsan, biz seninle mutlu bir evlilik yaşamış ve bir ömrü beraber geçirmişizdir. Bunun böyle olacağını biliyorum. Seninle yarın evleneceğiz. Heyecanlıyım. Kendimi çok şanslı hissediyorum… Ve sana minnettarım.
(Lokal ışık John ve Iris’in üzerine düşerken, bu sefer Dış Ses olarak Iris’i işitiriz.)
IRIS: Seni tanımak ve seni sevmek çok güzeldi John. Sana bunu itiraf etmek için belki de çok geç kalmış olabilirim. Yıllarca sana bunu söylememiş de olabilirim ama bu hep böyleydi benim için. Sana vuruldum. Seni sevdim. Hem de ilk görüşümde… Hiç kimse yanımda yokken, şu an hala yanımda oluyor olman gösteriyor ki, sen de beni seviyorsun. Hem de deliler gibi… Bu bilmek ne kadar hoş…
(John ağlamaya başlar.)
JOHN: Ah, Iris… Seni çok seviyorum.
(John mektubu okumaya devam eder. Dış Ses olarak Iris mektubu tamamlar.)
IRIS: John, her şey için sana teşekkür ederim. Anladığın gibi, bu bir veda mektubudur. Bu benim sana yazdığım ilk ve son mektuptur aynı zamanda. Ne kadar garip değil mi? John… Seni seviyorum. Beni asla unutma… Beni asla unutma…
Gökhan Erarslan imzalı “Sonbaharı Beklerken“de İris rolünde yine unutulmazlığını belgelemişti Çolpan İlhan.
Şimdi aradan geçen yıllara rağmen Çolpan İlhan‘ın geride bıraktığı izlerle yaşadığını, hep bizlerle olduğunu bilmek, mutlu ediyor beni.