Kopenhag’tayım. Bir İtalyan lokantasına gittim. Karşımdaki masada 10 aylık bir bebek çocuk sandalyesine oturtulmuş, onun sağında baba, masada çocuğun karşısında anne ve annenin yanında büyükanne oturuyor.
Çocuğun önünde yiyecek var, avuçlayarak kendisi yiyor. Ama biri ağzına giriyorsa lokmanın ikisi masanın üstüne ve oradan masanın altına düşüyor. Anne ve baba hiç rahatsız değiller, büyükannenin yüzünde bir gülümseme kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlar.
Önündeki yiyecek bittiğinde bebeğe yenisini veriliyor. Ne garsonlar, ne anne-baba, ne de oradaki müşteriler durumda bir tuhaflık görmüyorlar. Yüzümde bir gülümseme çocuğa bakıyorum; benim bakışımdan memnun, çocuk bana gülümsüyor.
Garsonlara yazık diye düşündüm; çünkü masanın altı gerçekten çöplüğe dönüştü. Yemek bittikten sonra kahvelerini içtiler. Anne yanında getirdiği kağıt havlu rulosunu çıkardı, yere eğildi, baba çocuğun sandalyesini yana çekti ve 3 dakika içinde masanın altı temizlenmişti; pırıl pırıl bir zemin ortaya çıktı. Yerde hiçbir kırıntı kalmamıştı. Hiçbir garson yardım etme teklifinde bulunmadı. Diğer müşteriler masanın altını temizleyen anneye bakmadılar bile.
Hesabı ödediler; baba çocuğu kucağına almak istedi, ama çocuk yere inmek istedi ve baba çocuğu yere bıraktı; çocuk emekleyerek önde, anne-baba ve büyükanne yürüyerek arkada lokantadan çıktılar. Lokantada bazı müşterilerin yüzünde hafif bir gülümseme vardı.
Küçük insan kendisi olarak önemsenmiş, olduğu gibi kabul edilmiş, değer verilmiş, güvenilmiş, emek ve zamana değer görülmüş ve hem kendisi olarak bir birey hem de BİZ’in bir parçası olarak var olmuştu. Mutluydu. KENDİ YAŞAMINDA KENDİSİ OLARAK VAR OLMASINA izin veren bir ortam vardı.
Ama bana çok anlamlı geldi. Sizlerle paylaşmak istedim.
Doğan Cüceloğlu / 1 Temmuz 2017