“Dionysos’un Çocukları” söyleşij dizimizin son konuğu Çiçek Dilligil ile tiyatrodan, hayattan konuştuk ve tabii ki, o kocaman aileden… O ailenin topluma ve zamana mal olmuş değerli isimlerinden: Belkıs Fırat Dilligil, Avni Dilligil, Aliye Rona, Zihni Rona, Turhan Dilligil, Erhan Dilligil, Rahmi Dilligil, Nezahat Tanyeri, Mualla Fırat, Renan Fosforoğlu, Enis Fosforoğlu, Seren Fosforoğlu, Bora Öztoprak, Muazzez Arçay, Ferdi Merter, Almura Merter‘den.
Çiçek Dilligil henüz beş yaşındayken “Minik Cadı” olarak çıkmıştı karşımıza. Zeynep Değirmencioğlu, Parla Şenol, Nihal Kaplangı, Sedef Ecer, Gülşah Soydan gibi küçük, sevimli, hani nasıl derler şeytan çekici, cimcime bir kız. Sonradan da, Kafiye Kaygısız, Baskül Ailesi’nin kızlarından Filiz, Çılgın Bediş’in Mükü’sü ve şimdilerde Kara Tahta’nın Sevgi’si… Ve ille Midilli’de yaşayan Angeliki.
Pek çok televizyon dizisinde önemli roller üstlenen Çiçek Dilligil‘i tiyatro sahnesinde ilk kez, “Harold ile Maude”, hemen ardından “Sevgili Yelena Sergeyevna”, “Profesör Enişte”, “Oscar”, “Şen Makas”, “Gerçek”, “Çocuk İstiyorum”, “Bavul”, “Feramuz Pis!” ve “Gabriel’in Düşü”nde izlemiştim.
Ama çok öncesi var tabii. Mesela Nejat Uygur Tiyatrosu’nda, henüz annesinin karnındayken sahneye çıkmış Çiçek Dilligil.
“İki buçuk yaşındayken annemler Ankara Sanat Tiyatrosu’nda ‘Teneke’ yi sahneliyorlarmış. Oyunun ilk yarısında bir kaç dakikalığına beni de sahneye çıkarıyorlarmış. Sonra uslu uslu kulise dönüp, bir köşede uyuyormuşum. Bir gün turne sırasında vali çiçek göndermiş. Teknik ekipten birine de ‘Oyun bitiminde çiçek mutlaka selama çıkartılmalı’ tembihi gelmiş. O da yanlış anlamış, çekiştire çekiştire beni sahneye getirmiş. Bir ayağımda ayakkabı, diğerinde çorap, uyku sersemi bir halde sahneye çıkmışım. Ve herkesten çok alkış almışım. ‘O günden belliydi senin oyuncu olacağın’ derdi annem hep. Sanırım yolculuk böyle başladı…”
Çiçek çiçek, öbek öbek yağar ya hani bazen kar… Avni Dilligil, Belkıs Hanım’a dönüp “Kızımız olursa adı Çiçek olsun” demiş… Ve “Günün birinde geriye benden bir çiçek demeti olarak kalsın…” diye eklemiş.
“Halandan çok korkardım” diye başlıyorum söze. “Ne zaman yaramazlık yapsam, yemek yemem diye diretsem ya da öğle uykusuna hayır diye ağlasam, elinde kocaman bir enjektör ile Aliye Rona’nın kapımızı çalabileceği, hatta az önce asansöre bindiği” söylenirdi. Gülerek yanıtlıyor Çiçek Dilligil:
“Aslında hepimizin ödü kopardı da, Aliye Halam’ın, Aliye Rona’lık yapmadığı tek kişi, tekne kazıntısı olduğum için, bendim. Düşünsenize, annem kırk, babam neredeyse altmış yaşındaymış o sırada. Aslında annem, yolun en başında benimle vedalaşmak istemiş, bu yaştan sonra çocuk sahibi mi olunur diyerek. Ancak aralık kalan kulis kapısından babam bu konuşmayı duyunca…”
Böylece, tiyatromuza oyuncu, yönetmen, hoca olarak gerçek bir çiçek, Çiçek Dilligil armağan edilmiş.
“Esta piti piti…”
ABD’de Elizabeth Montgomery‘nin, bizde Filiz Akın‘ın “Tatlı Cadı” ilan edildiği zamanların birinde, Çiçek Dilligil, Nejat Saydam‘ın yönettiği “Minik Cadı” filmiyle hayatlarımıza karışır. Ve Adile Naşit, Asuman Arsan, Belkıs Dilligil, Yüksel Gözen, Hulusi Kentmen, Meral Zeren, Bülent Kayabaş ile kamera karşısına geçer. Ancak Belkıs Dilligil bu filmden ötesi olmayacağını, bu filmin ilerde hoş bir hatıra olarak kalmasını istediğini özellikle belirtir.
“Annem, ‘Minik Cadı’yı asla mesleğe adım atış olarak, düşünmedi. Gerçekten çok keyif aldığım bir çalışma olmuştu. Sette güzel zaman geçirdim, eğlendim. Okula bile gitmiyordum, düşünün. Yine de okumayı çat pat sökmüş gibiydim. Filmin seslendirmesi için beni stüdyoya aldılar. Sözlerimi büyük harflerle kartona yazıp ezberlettiler. Bir elimi Altan Karındaş, diğerini Jeyan Mahfi Ayral tuttu. Elimi, arada parmaklarımı sıkarak, çekerek seslendirme yapmamı sağladılar. Esin Engin de filmin müziğini hazırlamıştı. Annem, ‘Yok artık’ diye itiraz etse de, şarkıyı da ben söyledim… Evet, Minik Cadı’nın o meşhur cümlesi ‘Esta piti piti’ kulaklarda kalmıştı.”
“Okula başlamıştım. Hatırlarsınız, hani haftalık ders programı kartları olurdu. Bir gün sınıfın kapısı çalındı. O program kartlarından geldi, dağıtılmak üzere… A, bir de ne görelim, kartın arka yüzünde Minik Cadı’nın, yani benim fotoğrafım…”
“Sahi, yapımcı Murat Köseoğlu film bittiğinde bana bir bisiklet armağan etmişti.”
Öyle güzel anlatıyor ki… O konuşurken gözlerinde çiçekler açıyor sanki. Erguvan yağmurlarına eşlik eden, gri, çağla yeşili ışık hareleri arasında Mualla Fırat, Enis Fosforoğlu, Belkıs Dilligil‘in gözleri geliyor aklımıza.
“Oyunculuğun Gerçek Arenası Tiyatro Sahnesidir”
“Ben bu mesleğin içine doğmuştum.Herkesi tiyatrocu sanıyordum çocukken. Aslında hem alaylı, hem okulluyum. Dahası usta çırak ilişkisini yaşamış, şanslı bir oyuncuyum. Şu noktayı özellikle belirtmek isterim ki, çırak ustasının taklidi değildir. Çırak ustasından oyunculuk tekniklerini, kulis adabını öğrenir. Oyun başlamadan en az üç saat önce tiyatroda olması gerektiğini, binaya girerken gişeciye, salon görevlisine verilecek selamın içtenliğini, rol arkadaşlarına ve izleyiciye gösterilecek saygıyı. Kısaca, çırak ustasından aldığı anahtarla önündeki kapıyı açıp, yolunu tayin eden kişidir. Yoksa ustanın gölgesi ya da bilmem kaçıncı nüsha karbon kopyası değil.”
Pınar Çekirge – Bir “Başak Çocuk” serüveni var değil mi?
Çiçek Dilligil – Enis Fosforoğlu ile Ziraat Bankası, Vakıf Bank Çocuk Tiyatroları’nda rol aldım bir süre. ‘Başak Çocuk’ adlı oyunda Suna Pekuysal, Suna Keskin, Enis Fosforoğlu, Nejat Birecik ile çalıştım. Turneler yapardık haftasonları. Budak Sineması, Çevre Tiyatrosu gezer dururduk, anlayacağınız. Ağabeyim Erhan Dilligil‘in yönettiği ‘Kedi Kız’ isimli çocuk oyunuyla İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda da oynadım. Bir yanda okul, bir yanda tiyatro… Mutluydum. Güzel yıllardı. Derken, Bahariye’de Enis Fosforoğlu Tiyatrosu kuruldu… O salonun diyebilirim ki, her tuğlasında emeğimiz vardır. Orada ‘Duvarların Ötesinde’yi oynadık. İşte tam da o günlerde, Beş Kafadarlar Çocuk Tiyatrosu ve Nedim Saban ile tanıştım. Sonrasında Nedim ile bugüne uzanan güzel bir dostluk kuruldu aramızda. Tiyatrokare benim evim gibidir. Biliyorsunuz, eşim Bora Öztoprak ile de, Nedim’in sahneye koyduğu ‘Oscar’ oyunu esnasında tanışıp, evlenmiştik. Tiyatrokare’de ‘Profesör Enişte’ ve gişe rekoru kıran ünlü ‘Şen Makas’da da rol almıştım.
Yavuz Pak – Kronolojiyi takip etmek adına, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu’na geri dönelim mi?
Çiçek Dilligil – Annem bir gün, alaylı olmak buraya kadar, doğru konservatuara gidecek, bu işin eğitimini alacaksın, dedi.
On altı buçuk yaşındaydım. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün sınavına girdim. Diğer başvuranların aksine benim imtihanım tam 57 dakika sürdü. Daha sonradan öğrendim, meğer bazıları ‘Henüz yaşı küçük, acaba seneye başlaması daha mı uygun olur’ demiş. Ancak Müşfik Kenter, ’O şimdi bir hamur, bir yıl içinde farklı şekillere dönüşebilir’ diyerek tartışmaya son noktayı koymuş. Artık tiyatro bölümü öğrencisiydim. Üçüncü sınıfa kadar tiyatrodan uzak tuttum kendimi. Gelen projeleri her defasında geri çevirdim. Tamamen derslerime odaklandım. Sadece televizyonda ‘Dudaktan Kalbe’ dizisi ve ‘Kuruntu Ailesi’nde bir kaç bölüm. O kadar!
Pınar Çekirge – Ve ‘yüksek lisans eğitimimdi’ dediğiniz Kenter Tiyatrosu…
Çiçek Dilligil – Müşfik Kenter, ’Bir Şey Yap Met’ oyunu için bana öneride bulunduğunda sevinçle kabul ettim. Provalar, çalışmalar derken oyun başladı. Bir gün Yıldız Kenter beni yanına çağırdı, düşündüğü projelerden bahsetti. Belli ki oyunculuğumu beğenmişti. ‘Harold ile Maude’, ‘Sevgili Yelena Sergeyevna’, ‘Çok Uzak Fazla Yakın’ ve ‘Maskeli Süvari’de oynadım. Bu arada Kenter Tiyatrosu’nun o zamanki yöneticisi Hakan Altıner’di. Cengiz Özek ile beraber O’na idari işlerde yardım etmeye başladım. Böylece tiyatronun farklı işleri konusunda da deneyim kazandım.
Yavuz Pak – Ve pek çok televizyon dizisinde rol aldınız…
Çiçek Dilligil – Evet… ’Kaygısızlar’, ‘Çılgın Bediş’, ‘Yüzleşme’, ‘Eltiler’, ‘Kuzenlerim’, ‘Baskül Ailesi’, ‘Babamı Arıyorum’, ‘Aşk Olsun’, ‘Çaylak’, ‘Avrupa Yakası’, ‘Sil Baştan’, ‘Harem’, ‘Balık Eti’, ‘Tövbeler Tövbesi’ ve son oynadığım ‘Kara Tahta’ dizileri neredeyse peş peşe geldi. Ama belki de, televizyonda geniş kitlelerce ilk tanınmam, ‘Dinozorus’ adlı çocuk programıyla oldu. Büyük ilgi görmüştü… Yine de, hep söylediğim gibi, bana göre oyunculuğun gerçek arenası tiyatro sahnesidir.
Pınar Çekirge – Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Tiyatro Kare, Tiyatro DEA… Hep özel tiyatrolarda çalıştın değil mi?
Çiçek Dilligil – Sanırım, garantiden oldum olası uzak duran biri olarak, ödenekli tiyatroda görev yapmaya pek sıcak bakmadım. Hatta Raik Alnıaçık’ın, ki dönemin Devlet Tiyatroları Genel Müdürü’ydü, ‘Bir Dilligil nasıl Devlet Tiyatrosu bünyesinde olmaz?’ sorusunu ‘Dilligil olarak özel tiyatrolarda varım ama’ diye yanıtlamıştım.
“Altenatif Tiyatro Yoktur, Alternatif Sahnelerde Gerçekleştirilen Tiyatro Vardır”
Pınar Çekirge – Ve Hülya Karakaş… Ve Dario Fo desem?
Çiçek Dilligil – Hülya Karakaş ile yollarımız kesişti bir gün. O’nun yönettiği Dario Fo’nun ‘Kadın Oyunları’nda rol aldım. Aslında bu oyun meslek hayatımın önemli işlerinden biridir. Üstelik Ardahan’a hamileydim o sırada.Ve bir yandan da ‘Tatlı Bediş’ dizisi devam ediyordu.O süreçte Hülya Karakaş‘ın desteğini, dostluğunu, gösterdiği yakınlığı unutamam.
Pınar Çekirge – Hülya Karakaş’ın ‘Sahnenin Sultanları’ (2014) adlı kitabında bu konuyla ilgili şöyle bir bölüm var:“Alice Harikaları Olmayan Diyarda ‘ parçasını oynuyordum ve oyunun bir yerinde, oynadığım karakter memesini çok kısa bir süre için açıp kapatıyordu. ‘Sen artık anne oluyorsun, bundan sonra çocuğunun senin memene ihtiyacı olacak’ demiştin ve sonraki oyunlarda o sahneyi bikini giyerek oynamıştım. Oysa ki ne benim, ne de Bora’nın böyle bir talebi olmamıştı. Senin yaptığın büyük bir jestti.”
Çiçek Dilligil – Biz aslında Hülya Karakaş ile ilk altenatif mekanda tiyatro yapan grubuz. Şu tanımı özellikle yapmak istiyorum: Altenatif tiyatro yoktur, alternatif sahnelerde gerçekleştirilen tiyatro vardır. Orhan Garipağaoğlu, ve O ayrılınca Rahmi Elhan ile ‘Elveda Saraybosna’ oyunu, Esin Umulu, Dolunay Soysert, Hülya Karakaş ile ‘Kafka’nın Kadınları’ o döneminin çalışmalarıydı. Örneğin Ceylan Çaplı‘nın barında, Evrensel, Martı Sanatevi gibi mekanlarda oynadık hep.
Pınar Çekirge – Ve tabii çok uzun turneler de oldu değil mi?
Çiçek Dilligil – Hem de nasıl… ‘Şen Makas’ ve ‘Gerçek’ ile gitmediğimiz yer kalmadı, diyebilirim. Oğlumun ilk iki yılında bu yüzden pek fazla yanında olamadım. Zor günlerdi. Sonunda kararımı verip, önce ailemi seçtim. Hiç pişmanlık duymadım bu tercihimden de.
Yavuz Pak – Ve son dönemde Tiyatro DEA’nın çok ses getiren iki oyununda rol aldınız…
Çiçek Dilligil – Evet. Ahmet Sami Özbudak aracılığıyla Sema Elcim ile tanıştım.Ve diyebilirim ki, hayatımın en güzel prova sürecini ‘Feramuz Pis!’ oyununda Zahide karakterini çıkarırken yaşadım… Hemen ardından da ‘Gabriel’in Düşü’ geldi. Bu iki oyunu yöneten Oğuz Utku Güneş (Feramuz Pis!) ve Ahmet Sami Özbudak (Gabriel’in Düşü) ile çok uyumlu bir çalışma gerçekleştirdik.
Pınar Çekirge – Angeliki ve Zahide yorumları hiç kuşkusuz bir oyuncunun varabileceği sayılı doruk noktalarıydı. Yepyeni bir Çiçek Dillgil ile tanıştı izleyici… Şen şakrak, sevimli kızdan uzaklaşmış, bilenmiş oyunculuğuyla farklı bir Çiçek Dilligil. Biraz gerilere 2000’lerin ilk yarısına dönelim mi?
Çiçek Dilligil – Bir dönem, biliyorsunuz, tiyatroya ara vermiştim. Dizi ve seslendirme çalışmaları neredeyse tüm zamanımı alıyordu. Seslendirme dedim de, Nilgün Kasapbaşoğlu‘nun bana bu konuda verdiği desteği, yardımlarını her zaman şükranla anarım. İşte o günlerin birinde, Sevinç Erbulak ve Müjdat Gezen‘in ısrarlarıyla Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Tiyatro Bölüm Başkanlığı ve eğitmenlik görevine başladım. Sonrasında Eyüboğlu Koleji’nde yine tiyatro eğitmenliği bunun yanı sıra pek çok okulda oyun sahneleme, dersler… Demek ki, 2004’den 2022’ye on sekiz yıl geçmiş. Bu arada altı yıl Afife Jale Tiyatro Ödülleri Seçici Kurulu’nda yer aldım.
Yavuz Pak – Eğitmenlik bir oyuncu için nasıl bir iş sizce?
Çiçek Dilligil – Sorumluluğu ağır olan bir iş. Öncelikle gerçek tiyatro seyircisi yetiştirmek gibi bir derdim var. Kişi oyunu anlayarak izlesin, beğenisini de, hoşnutsuzluğunu da saygı çerçevesinde, gerekçe sunarak dile getirebilsin istiyorum.
Pınar Çekirge – Aslında yeni bir kural gündemde. Yaklaşık 30 yıldır her oyunu ayakta alkışlamak adeta sosyal öğrenmeyle davranışlara yansıdı, kabul gördü ve giderek pekişti. Perde kapandığında seyirci topyekün ayağa kalkıp alkışlamaya başlıyor. Böyle bir gelenek yoktu… Bir de ‘Ama emek vardı’ diyenler var.
Çiçek Dilligil – Çok haklısınız. Oyunu beğenmediği halde, emek verilmiş diye alkışlamak, bu tür bir maskelemeye yönelmek, hiç kuşkusuz başka yanlışları da taşıyor beraberinde. Emek verilmiş ifadesi, bir seçenek olmamalı. Bakın aklıma geldi, Müşfik Kenter bize ‘İyi oyuncu olmak adına önce iyi insan olun, sahnede birbirinizi sevin ki, o sevgi izleyiciye de yansısın’ derdi. Bu mesleğin en büyük sorunlarından biri de sevgi eksikliği aslında.
Pınar Çekirge – 1978’de başlatılıp, eğer doğru hatırlıyorsam, 2003 yılına kadar devam eden Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri vardı. Oktay Arayıcı, Orhan Asena, Münir Özkul, Yılmaz Erdoğan, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Civan Canova, Tuncer Cücenoğlu, Macit Koper, Sevinç Erbulak, Zuhal Olcay, Ferhan Şensoy, Nejat Uygur, Genco Erkal, Gencay Gürün, Suna Pekuysal, Melisa Gürpınar, Mediha Gökçer gibi pek çok isim bu ödüle o yıllarda değer bulunmuştu. Neden devam etmediniz?
Çiçek Dilligil – Tatsız şeyler yaşadık. İftiralar atıldı. Yalnız bırakıldık. En dost sandıklarımızdan ağır darbeler yedik. Annemi vefatından önce, bu ödüller nedeniyle kıranlar, cenaze törenine gelip, utanmadan timsah gözyaşları döktüler. Ruhum acımıştı, inanın. Kimseyi onurlandırmayalım, babamın adını nasılsa yaşatır, anlatır, aktarırız dedim ve o defteri bir daha açılmamak üzere kapattım.
Yavuz Pak – Çiçek Dilligil pandemide deneyimlediği dijital tiyatroya nasıl bakıyor?
Çiçek Dilligil – Digital tiyatro salgın zamanlarında çıktı karşımıza. Bir tür zorunluluktan, çaresizlikten kaynaklandı diyebilirim. Hatırlıyorum, ‘Feramus Pis!’i ilk kez digital platforma taşımaya karar verdiğimizde, ister istemez bir kaygı hissettmiştim. Örneğin, teknik olarak üstesinden gelebilecek miydik? O an’ın duygusu, sıcaklığı seyirciye tam olarak geçebilecek miydi? Ya hissi beraberlik, ruh bütünlüğü, izleyici birlikteliği? Sonuçta hiç kimseye ve herkese oynayacaktık. Selamdan sonra ağlamaya başladım. Bu farklı bir işti, tiyatro değildi. Umarım bir daha böylesi salgınlar yaşanmaz… Oyuncu ve izleyici arasındaki o organik bağ, o canlı duygusal alışverişe set çekilmez.
Yavuz Pak – Peki bu coğrafyada tiyatronun yarınına nasıl bakıyorsunuz?
Çiçek Dilligil – Karamsar değilim. Her karanlıkta insanlar sanata sığınıyorlar çünkü. Örneğin, Saraybosna’da savaş sürerken tiyatrolar perde kapatmıyor. Seyirci bomba tehdidi altında, en şık kıyafetleriyle gidip salonları dolduruyor. Dünyada Sanayi Devrimi’nin etkileri yaşanırken, bir bakıyoruz Bertoldh Brecht çıkmış. Sanat toplumları onarıyor… Sanat çok büyük bir güç çünkü. Yıldız Kenter şöyle derdi: ‘Dünyada tek bir insan kalana kadar tiyatro var olmaya devam edecektir. Çünkü insanda oynama güdüsü vardır…’ Bir derdiniz, söylenecek sözünüz varsa bunu sanatla ifade edersiniz. Sanat her defasında imdadımıza yetişir. Hayata tuttuğu ayna ile bize bizi onaylatır… Daha ne olsun?
Pınar Çekirge – Buğulu bir pencere camına ne yazardınız?
Çiçek Dillgil – Bora ve Ardahan.
Gün ağarıyor, sabahın sisleri dağılıyordu Midilli’de.
Angeliki, cebinden çıkarttığı küçük keseye baktı bir an. Hüzün, elem dolu bir gülünseme değip, geçti yüzünden. Sonra mavi bir aydınlıkla yıkanan duvara çevirdi bakışlarını.
İçini çekti. Sustu. Boğazının düğüm düğüm olduğunu duyumsadı, yutkunamadı.
Unutulan ve hatırlanan yılları düşündü bir an. O karanlıktan daha karanlık yılları…
Kirpiklerinin üzerinde gözyaşları titreşiyordu…