Pınar Çekirge, aramızdan ayrılışının 44. yılında Cahide Sonku’yu yazdı…
“Görevliler geliyor, mühür açılıyor, eşyalar sayılacak, zabıt tutulacak. Gördükleri manzara karşısında dehşete düşüyorlar. Ölmeden bir gün öncesine kadar Alyon Çıkmazı’na gelip giden Cahide’den kalanlar, bir kaç sandalye, bir piknik tüpü, bir masa, delinmiş bir yatak, bir karyola, şişeler… Etraf pislik içinde. Gene öbeklerin üzerine örtülmüş gazeteler. Bir köşede nemli bir mukavva kutusu… İçinde yüzlerce mektup. Kim bilir kimlerin yazdığı, içinde ne sırlar taşıyan mektuplar.Çuvala doldurup, çöpe atıyorlar.Zapta geçecek, kayda değer bi şeycikler yok!” (1)
Yavuz Pak arayıp, “Cahide Sonku’nun 40.ölüm yıldönümü” için yazı istediğinde ilk aklıma gelen; Tarık Dusun K., Tuna Serim, Tülay Bilginer, Haldun Dormen, Eşref Kolçak, Hulusi Kentmen, Gülsün Siren, Atilla Dorsay, Haldun Taner, Nezihe Araz, Eyüphan Erkul, Gökhan Erarslan, Agah Özgüç, Gülriz Sururi, Vedat Demirci, Füsun Erbulak’dan okuyup, dinlediğim Cahide Sonku oldu. Ve Mehmet Teoman‘ın “O Bir Efsane” müzikali için yazdığı şarkı sözleri.
1919’da Yemen’de dünyaya gelen Cahide Serap‘tan mı, başlamalıydım söze? 1932’de Şehir Tiyatrosu’na adım atışından, bir anda Muhsin Ertuğrul‘un dikkatini çeken Cahide Sonku’dan mı yoksa ?
Tamam, Yedi Köyün Zeynebi, Söz Bir Allah Bir, Bataklı Damın Kızı Aysel, Şehvet Kurbanı, Vatan ve Namık Kemal, Senede Bir Gün, Beklenen Şarkı, El Kızı, Çalıkuşu, Mıstık filmlerinden mi?
Hayır, Cahide Artamel, Cahide Sonku Doruk’dan… Sonku Film’den. Tabii, Cahitler Tiyatrosu’ndan. Taşra Kızı oyunuyla yeniden dönüşü mesela… Döneminin tek ve en büyük yıldız oyuncusu olarak, kitleleri etkileyişi.
Hırçın, narsist, kırıcı, kural tanımaz Cahide. Sevenlerinin gözünde İlahe mertebesine erişmiş Cahide.
Caddebostan Plajı’nda o küçük tahta kabine… Rüzgar denizden esip savuruyor. Hava buz gibi soğuk.
Haldun Dormen’in önerdiği Şairin Mektupları oyunundaki Juliana rolünü küçümseyerek, reddeden ve bu kararıyla, farkında olmadan Nisa Serezli’nin parlayışına neden olan Büyük Cahide…
Zeki Müren‘e rol gereği imzalattığı boş kağıttan mı, hayır vazgeçtim çoktan.
Faili meçhul o depo yangını.
Mavi ispirto. Ucuz Şarap. Bakırköy Akıl Hastahanesi….
Sinema Yazarları Derneği’nin ödülünü bir meyhanede kabul edişi örneğin.
“Yanında parası yoktu. Önündeki bira ile idare etmeye çalışıyordu. Yüzü çok çökmüştü. Çok kirliydi. Üzerinde yalnızca bir hırka vardı. İçine hiçbir şey giymemişti. Boynuna, teni görünmesin diye bir eşarp bağlamıştı. Ayaklarında çorap yoktu. Düz bir mokasen giymişti. Pardösüsü idrar lekelerinden hare hareydi.” (2)
Hüzün ummanları içindeydi. Yitik ruhlar, peşini bırakmayan hayaletler ve gözlerinde hep o derin hayal kırıklıkları.
Füsun Erbulak anlatmıştı :
“Dormen Tiyatrosu kulisinde oturuyordum.Arka kapı çalındı, açtım. Uzun etekli, uzun siyah şallı, saçları ıslanmış, darmadağınık bir kadın duruyordu karşımda. ‘Altan’ı ya da Haldun Bey’i görmek istiyorum’ dedi. Kapıyı kendime doğru çekip, ‘Sahnedeler şimdi’ dedim. ‘Sen kimsin?’ diye sordu. ‘Altan Erbulak’ın eşiyim’ dedim. ‘Ben de Cahide Sonku’yum’. Çok kötü oldum o an. Elim ayağım dolaştı. ‘Buyrun, ablacığım. Çok özür dilerim tanıyamadım ‘Çınar ağacı gibi duruyordu, kapının önünde. Belki de salkım söğüt gibi. ‘Burada beklerim. İnsan gibi davranmak için, beni tanıman mı gerekirdi?’ dedi. Acısı unutulmaz bir andı. Yağmura rağmen içeri girmeyi reddetti. Çay getirdim. Sürüngen misali yere yapışmıştım adeta. Görmüyordu beni Cahide Hanım. Yok sayıyordu. Meyhane borcunu ödemek için para istedi. Altan daha fazlasını vermeye yeltendiğinde ‘Yanlış anladın. Oysa komikler hiç yanlış anlamamalı. İane istemiyorum. Yeniden içebilmek için, borcum kadarına ihtiyacım var o kadar’ dedi. Ayrılırken ziyaretine gelme talebimi de haddim olmadığı gerekçesiyle, geri çevirdi. ‘Bombok bir otelde kalıyorum, dilencilerin suratına kapı kapatanlar sevmez böyle mekanları…”
Doruktan boşluğa düşüp çakılmak mıydı bu? Yoksa en dibin ve en yükseğin aynı olduğunun kanıtı mı? Alkol hayatta kalma biçimi miydi sahiden? Bu soruların yanıtı yok. Belli ki kendini deşiyor, kendiyle yüzleşiyordu. Bir damla gözyaşında saklı kalmış vahalar kimin umurundaydı ki? O gelmiş geçmiş en büyük yıldızlardan biriydi. Adına piyesler, kitaplar yazılan…
“Cahide ile Cahit Irgat, Anadolu turnesinde. Çarşamba’da, kasabanın lokantasına oturmuş, içiyorlar. Esraftan biri, masalarına yaklaşıyor. Cahide’nin karşısına dikilip, ‘Hadi bakalım güzelim, kalk bize bir türkü söyle de, dinleyip, neşemizi bulalım… Eğlendir bizi biraz’ diyor. Cahide’ye söylenir mi hiç böyle şey? O fisto dudaklar, tükürür gibi konuşuyor gene. ‘Biz burada misafiriz beyefendi. Siz kendi hanımlarınıza emredin de, onlar bize şarkı söylesinler, bizi eğlendirsinler’ deyiveriyor. Ah, demez olaydı. Adam, ‘Sen ha… Benim karıma ha… Laf atarsın ha… Kaltak!’ diyerek, üstüne yürüyüveriyor. Cahide, ‘Şrakkkkk’ diye yanağında, ölümün tokadının sesini duyuyor.” (3)
Kimileri efsane olarak tanımlamış, kimileri yerden yere vurmuştu Cahide Sonku’yu. Tıpkı Akakiy Akakiyeviç gibi, yalnızlıktan ölmüş olmalıydı. Çünkü ‘yalnızlık, soğuktan daha soğuk‘ tu hep. Ölümün öldüremediği insanlardandı Cahide Sonku. Kaç kuşağı derin duyarlıklarla bilemişti. Eski, geçmiş, yok edilmiş bir zamandan, uçsuz bucaksız melodramlardan çıkıp gelmişti. İç sarsıntılarını matemlerine teyellemişti nicedir. Yüreğiyle dış dünya uyuşmamıştı hiç. Oldum olası uyuşmamıştı.
Çevresi renkli ampullerle donanmış aynadaki beyaz buğu dağılmak üzereydi.
“Tanıyorum sizi ben
Biliyorum siz teksiniz
Gerçekler taklit edilmez
Gerçekler asla ölmez
Cahide, sizin isminiz
Efsane oldunuz siz…
Ölümsüz gerçek aktris…” (4)
Gözlerine doluşan yaşları yukarıya bakarak bastırmaya çalıştı bir an.
Mucize, Othello, Vanya Dayı, Faust, Hamlet, Cyrano de Bergerac, Öküzler, Yavru Kartal, Icak, Ruy Blas, Kış Masalı bütün o oyunları düşündü.
Alkışlar.
Dayatılan, kuralları önceden saptanmış hayatlarıydı isyanı. Bir gün poyraz, bir gün karayel, bir gün lodos, bir başka gün kasırgaydı Cahide Sonku. Zıtların, zigzagların birlikteliğini yaşamıştı hep.
Denize düşen günışığı… Kendini dölleyip duran acılar, hüzünler. Palamarını koparıp, demiri sürükleyerek yürümüştü loş, izbe, alkol kokan meyhanelere.
“İşte, bir sahne
Bu bir yaşam ya da ölüm
Ya da bir oyun belki de
Kimbilir ?
İşte, bir sahne
Cahide bir aşk masalı
Cahide bir senaryo
Cahide sahne
Bu bir efsane…
Bu bir tragedya Cahide…
Tiyatora Cahide “ (5)
Kalın perdeler arasından süzülen ışık duvarlarda gölgeler oluşturmuştu. Durdu, içini çekti.
Fonda hep o hisarbuselik şarkı.
“Bir düş gibi… Her şey bir düş gibi. Annem, babam, ablam, yine beraber olsak keşke… Babam bizi hiç terk etmese… Yapayalnız kalmasak, çaresiz… Adım, Cahide… Kafa kâğıdımda Cahide Serap yazsa da, bana hep Mücahit derlerdi aile içinde. Mücahit, yani savaşan… Savaştım, yenik düştüm ama bu savaştan. Artık korkular yok. Gözyaşları yok. Hiçbir çığlık geri getiremeyecek mutlu olduğumuz o anları. Yalnız bir kadın bekleyecek burada, tek başına. Bu son oyun. Bu son perde… Vazgeçtim oynamaktan. Hâlbuki yaşamak istiyorum… Anılarda yaşamak, alkışlarda yaşamak… Anılarım, hepsi kalsın burada. Saçılsın sağa sola, size beni anımsatsınlar. Beni unutmazsınız, değil mi? Evet, alkışlarınızı duyar gibiyim yine… Pişman mıyım? Hayır, hiçbir şeyden pişman değilim! Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.” (6)
Birden Cahide Hanım’ı görür gibi oldum. Tıpkı bir gölge gibi, usulca yaklaştı. Düş yorgunuydu, fark ettim. Gözlerinde hüzün çalan bir tebessüm vardı. İkimiz de biliyorduk: Geriye sarmak, sıfıra dönmek imkansızdı. Şimdi, şu an, hemen, daha yarın bile olmadan konuşmak, anlatmak istiyordu :
“Tiyatroların kapısı her zaman açıktır oysa.. Her insana açıktır. Tiyatroda söz konusu olan yalnız insandır. İnsan… Tiyatro bir duruşma, bir yargılama yeri değildir. Tiyatro yargılamaz, sergiler. Tiyatro bir aynadır, insanın yüzüne tutulur. Ve ayna, meşhur meseldir bilirsiniz:Ayna yalan söylemez. Tiyatro yargılamaz ama sizler, beni yargıladınız, hala yargılıyorsunuz Daha da yargılayacaksınız, Oysa ben..içimi, bir eldiveni tersine çevirir gibi döktüm önünüze. Hiç yalan söylemeden.
Hüküm sizin.
Ben her şeyi dolu dolu yaşamasını sevdim. Böyle yaşadım.
Günahları da sevapları da…
Ama inanın, hiç bir şey, benim içimdeki ve ne olduğunu tam bilemediğim o tertemizlik, o yücelik pınarını kurutamadı.
Sayın yargıçlar:
İnanın, utanarak söylüyorum. Ben bir anıtım. Tecavüze uğramış, ama ayakta kalabilmiş. Anıtsal bir kadınım ben. Bütün kadınların çilesini ve kefaretini sırtında taşıyan. Belki..İbsen’in Per Günt’indeki bir düğmeyim. Değerli bir altından, ama bozuk dökülmüş. Ne olursam… Sonuçta, ben bir olayım. Bir olay! Beni bu halimle siz imal ettiniz. Siz yaptınız. Şimdi, korkmadan, suçlamadan ve utanmadan seyredin beni. Benim yaptığım/gibi; yüzüme kapanan o kutsal tiyatro kapısının önünde… Ve sevgili seyirciler, o kapıyı kimsenin yüzüne kapamayın Çünkü siz, seyircisiniz. Siz ne yargıçsınız, ne de sorgu meleği. Seyircisiniz siz…. Seyirci.” (7)
Cahide Sonku, kırk dört yıl önce, 18 Mart 1981’de aranızdan ayrıldı.
Yıldızlar yağmur olup üstüne yağsın…
PINAR ÇEKİRGE
Kaynakça:
(1,2,3 ) Tülay Bilginer, Alınyazısı Değil Kadın Yazısı, Yapa yayınları, İstanbul,1989
(4,5) Cahide, O Bir Efsane müzikalinden şarkı sözü, M.Teoman. Beste C.Taşkan
(6) Bir Düş Gibi, Cahide, Gökhan Erarslan
(7) Nezihe Araz ” Cahide “