Salgından bir yıl önce Bursa’da 450 civarı oyun sahneleniyordu. Bu sayının 400’ü turne tiyatrolarına geri kalanı ödenekli, özel ve amatör tiyatroların oyunlarıydı. Üzerine festivallerdeki oyunları ekleyince bu sayı 600 buluyordu. Ne günlerdi…
2007 yılından itibaren sadece Bursa’nın kültür sanat hayatıyla ilgileniyorum. Bursa’nın merkezinde ve ilçelerde kitap, gazete, dergi ne bulursam okuyorum. Bursa ve sanat alanında kendi kütüphanemi oluşturdum. Bir başka kişinin aynı kaynakları bulması, okuması için yıllarca sürecek büyük bir fedakârlık yapması gerekiyor.
Son bir yıldır aklımda Bursa’da tiyatronun yüz yılını yazma fikri dolaşıyordu. Sonunda şöyle bir planlama yaptım. Her biri on yıllık dönemi anlatan on veya on beş makale yazacağım. 1920-2020 arasıyla ilgili elimizde derli toplu bilgi olacak.
Bu çalışma önemli. Çünkü benim kaynakları yeniden elden geçirip, yanlış olan bilgileri düzeltmem gerekiyor. Yoksa kültür sanata hevesli bazı kişiler, kendisinden önce bu konuda yazanları yok sayıp, kendi bildiklerini de sorgulamadan şehrin sanat hayatıyla ilgili makale ve kitap yazıyor. Daha kötüsü benim yazdıklarımı isim vermeden kendisi birilerinden duymuş gibi aktarıyor.
1920 ve 1922. İki tarih aralığında yaşananları anlatmaya kelimeler yetmez. Yunan işgali şehrin daha önce yaşamadığı bir felâkettir. Üzerinden yüz sene geçmesine rağmen unutulmamıştır.
1920’den birkaç yıl önce Ahmet Vefik Paşa’nın yaptırdığı tiyatro binası tarihe karışmıştır. İstanbul’dan Bursa’ya gelen tiyatroların ana merkezi o tiyatroydu. Bir de Setbaşı Köprüsü’nün yanı başında Şark Tiyatrosu vardı. Bu tiyatro çok fazla kullanılmamıştır.
1920’li yıllarda Bursa’da sahnelenen oyunlarla ilgili elimde kesik kesik bilgiler vardır. Bir araya geldiğinde dönemin tiyatro hayatını anlaşılabilir.
Gazeteci Mümtaz Şükrü Eğilmez, Millî Mücadele’de Bursa adlı kitabında Mondros Mütarekesi’nden sonra kurulan Bursa Yedeksubay Yardımlaşma Kurumu’na gelir elde etmek için Burhanettin Tepsi’nin İstanbul Efendisi’ni sahnelediğini yazar. Bu oyun 1920 yılında sahnelenmiştir. Yer Şark Tiyatrosu olabilir.
“Cepheden yeni dönen arkadaşlar büyük bir parasal sıkıntı içerisinde idiler. Yardımlaşma Kurumunun da birçok ihtiyaçları olduğu gibi kendilerine el uzatacak gücü de yoktu. Önce bir bina bulmalı, onu döşemeli ve masraflarının karşılamalıydık. Bu yükü üyelerin verecekleri aidatla karşılamak kolay değildi. Öyle ise başka bir çare aramalıydık. O sırada Bursa’da Hakkı Burhanettin Bey temsiller vermekteydi. Kendisine başvurarak yardımlaşma kurumumuz için bir temsil vermesini rica ettik. Burhanettin Bey ile yaptığımız anlaşma üzerine kendisi Musahipzade Celal’in (İstanbul Efendisi) piyesini oynayacak, ondan sonra biz de benim yazdığım (Yedeksubaylar)’ı sahneye koyacaktık.
Bu planımız başarıya ulaşarak Bursa’da büyük bir ilgi gördü. Yardımlaşma Kurumuna bin liradan fazla bir gelir sağladık. Bu para ile Hoca Ali Zade Sokağında büyük bir ev kiralayarak genel merkez olarak döşedik.”
Aşod Madatyan, Sahnemizin Değerleri adlı kitabında, oyuncu Mahmut Moralı’nın hayatını anlatırken şunları söyler:
“1902’de Bursada doğmuş, babası hoca ve avukat Salih’tir.
Bursa Rüştiye ve Sultanîsinde okuduktan sonra Sanayi Mektebine gidiyor. Burada talebenin oynadığı ‘Canlı Şehit’ piyesinde rol alıyor. Mektebin müdürü Sadık, Mahmud’da aktörlük kabiliyeti görmüş olmalı ki onu teşvik ediyor. Esasen Mahmud’un kalbinde kurtlar oynamağa başlamışlardı.
Bu ara, yâni 1920’de, Burhanettin Bursa’ya gelmiş bulunuyordu. Mahmut mektebi bırakarak, ona müracaat ediyor ve süflör olarak kabul ediliyorsa da Burhanettin bitirince bırakıp gidiyor.
Mahmuttaki tiyatro hevesi sönmez bir ateş haline gelmiştir: Ne yapacağını düşünüyor ve Bursa’da bir tiyatro kumpanyası yapmak kararını veriyor. Babasından kendisine kalan parayı sermaye yaparak, küçük bir yer tutuyor, bir sahne kuruyor ve arkadaşlariyle temsiller vermeğe başlıyor.
Bu samimî teşekkülün faaliyeti çok uzun sürmüyor: Düşman güzel Bursa’yı işğal ediyor: Halk öteye beriye dağılıyor; neşeli hayat inkitaa uğruyor. (…)”
Mahmut Moralı’nın kurduğu tiyatro kumpanyası hangi oyunu, nerede sahneledi? Dönemin kaynaklarında bilgi yok. Bu kumpanya Haziran ve Temmuz’da faaliyet göstermiştir. Özel tiyatro denebilir mi, yoksa Bursa’da tiyatroya heves etmiş birinin hayali mi?
Mümtaz Şükrü Eğilmez aynı kitapta, bir başka bilgi daha verir.
“1920 Haziranında İngilizlerin Mudanya’ya bir çıkarma yaparak gösteri yürüyüşüne katılmışlar ve Bursa’da gelişen millî harekete gözdağı vermek istemişlerdi.
Bu sıralarda Şark Tiyatrosu’nda millî hareketi destekleyen bir oyun oynanmakta idi. Tüm Bursa garnizon subayları bu oyunun davetlisi olarak bulunuyordu. Temsilin en heyecanlı sırasında idi ki bir inzibat çavuşu beni selâmlayarak dışarıya çağırdı. Kapının yanında Tabur Komutanı Süheyl Bey’le karşılaştım. Elinde gizli ve acele işaretli bir zarf tutmaktaydı. Heyecanla zarfı açtığımızda birliğimize hareket için hazırlık emri verildiğini öğrendim. Bu emre göre subayların hemen kıtaları başına koşup harekete hazır olmaları gerekiyordu.
Tiyatroda bulunan arkadaşlarla garnizonumuzun bulunduğu Işıklar’a çıktık. Kıtalarımız bir yandan hareket hazırlığı yaparken, biz de telefon başında Tümen’den hareket emri ve istikametiyle verilen görevi bekliyorduk.”
Mümtaz Şükrü Eğilmez’in bahsettiği oyunun adını ve hangi tiyatronun sahnelediğini tespit edemedim. Bu oyundan bir ay sonra şehir Yunanlılar tarafından işgal edildi.
1922 yılında Yunan işgali sona erer. 1920’li yıllardan bir gün, Milli Sinema müdürü Süreyya Bey, Komik-i Şehir Naşit Efendi’ye (Özcan) mektup yazıp konuşmak istediğini yazar. İstanbul’da görüşürler. Naşit Efendi, Bozburun önlerinde fırtına olacağı düşüncesiyle, Mudanya’dan değil Yalova yoluyla Bursa’ya gitmek istediğini söyler. Sonrasını birlikte okuyalım:
“İlk Bursa seyahatinin fırtınası da aklımda… Yalova’dan gitmeyi daha doğru buldum. Reklamlarımız bir hafta evvelden asılmış, geniş alaka uyandırmış. Güzîde arkadaşlardan müteşekkil bir heyetle Bursa’ya muvâsalat ettik [ulaştık]. O zaman, şimdiki Trabzon polis müdürü Aksaraylı Bay Mustafa, Bursa polis müdürü idi. Kendisi ağabeyimin mektep arkadaşı, benim de çok eski dostumdu. Bize azamî sühuleti [kolaylığı] gösterdi. Ertesi akşam Binbir Direk Vakası ile temsillere başladık. Daha bir gün evvelden biletler alınmıştı. Gece, gişeyi açmaya lüzum görmediler.”
Naşit Efendi sözlerinin devamında şiddetli kum sancısı çektiğinden bahseder. Sahneye çıktığı sırada acısı geçer, kulise geçtiğinde ise yeniden başlar. On yedi gün Bursa’da tedavi gördükten sonra İstanbul’a dönmüştür.
Adnan Ergeneli Çocukluğumun Savaş Yılları Anıları kitabında 1923 yılında Bursa Erkek Lisesi’nde öğrenciyken ortaoyunu sahnelenir:
“Yazın, okulun tatil olduğu aylarda Sultani’de bir sergi açılmıştı. Bu sergi sırasında, bahçede birtakım tiyatro oyunları da oynanıyordu. Daha çok ortaoyunu çok ilginçti. Ben, aklımın erdiği yıllarda ilk ortaoyununu o zaman görmüştüm. Dekor bakımından, Çamlıca’da büyük bir köşkü temsil eden ve tıpkı Shakespeare piyeslerinde olduğu gibi bir tek paravan etrafında dolaşan bir harem ağası ve kavuklu kişilerle zenne (yani kadın rolündeki erkek sanatkar), güya köşkü geziyorlar ve ‘Aman efendim, ne manzara… Adalar, deniz, Keşiş dağı’ -yani şimdiki Uludağ- filan diye konuşuyorlardı. Göbeğinin üstünden göğsüne kadar çıkan, pijama pantalonuna benzeyen ve omuzları üzerine çapraz askılarla asılmış bir don giyen aptal ve geri zekalı delikanlı rolündeki sanatkâr da beni çok güldürmüştü. Bu çocuğun gelip kavuklu birisine bir haber getirmesi ve ‘Şey, Hanım amca!.. Annem dedi ki… şey dedi…’ diye ve arada sırada burnunu çekerek konuşması bana çok gülünç gelmişti.”
Ertuğrul gazetesinin 757 numaralı 25 Şubat 1924 tarihli sayısının birinci sayfasında yer alan haber önemlidir:
“Şâdi Bey ve Rüfekası
Darülbedayi sanatkârlarından Şâdi Bey ve rüfekası bir kaç oyun vermek üzere pek yakında şehrimize geleceklerdir. Bir iki günden beri şehrimizde bulunan Şâdi Bey burada lâzım gelen tertibat ve ihzaratta bulunmuş ve dün sabah İstanbul’a avdet etmiştir. Heyet-i temsiliye oyunlarını Sanayi-i Nefise Yurdu’nda verecekler ve on beş gün kadar şehrimizin misafiri olacaklardır.” Oğuz Bora oyunların sahnelendiği yeri şöyle tarif eder: “Sanayi-i Nefise Yurdu müsamere salonu Setbaşı köprüsünün sağ başındaki çayhanenin bulunduğu yerde olup, karlı bir kış gecesi çökmüştür. Hakkı Necip Sokağı (Meyhane Boğazı)nda Türk Ocağı binası ve Sanayi-i Nefise Yurdu’nun büfesi bulunmaktaydı.” Aynı yıla ait 760 sayılı Ertuğrul gazetesindeki habere göre, Milli Sinema’da Sekizinci adlı oyunu sahnelemek için Afife Hanım (Jale) ve arkadaşlarının gelmesiyle Bursa’da “pürrâşe ve heyecan bedii dakikalar” yaşanır. Gazetede Milli Sinema’nın “Beş on müşteri celp edebilen büyük binası, tâkdirkârlarla dolmaya başladı”, “Habib Neccar’ı çok güzel yaşatan kıymetli sanatkâr Yaşar Nezihi Bey’in ilâve-i muvaffakıyeti ile çok nefis, çok kudretli olarak temsil edildi” denir.
1925 yılında Bursa’nın tiyatro hayatında büyük bir değişim yaşanır. Mustafa Kemal Paşa 22 Eylül-8 Ekim 1925 tarihleri arasında Bursa’yı ziyaret eder. İstanbul Dar’ül Muallimi öğrencileri de onun için kiliseden tiyatroya çevrilen tiyatrodaki müsamereye davet eder. Paşa daveti kabul eder. Öğrenciler Şahabettin Süleyman’ın yazdığı iki tabloluk Muallim adlı oyunu 25 Eylül 1925’de saat 21.15’te, binden fazla erkek ve kadının seyrettiği oyunu “büyük bir muvaffakiyetle” sahneler.
Setbaşı’ndaki Ermeni kilisesi 1915 yılından beri boş durmaktadır. Günümüzde Setbaşı Ortaokulu’nun olduğu yerde eskiden Ermeni Okulu, hemen üst tarafında apartmanların olduğu yerde ise Ermeni Kilisesi vardı. Burası tiyatroya çevrilmiştir. Bazı kaynaklarda “Muallimler Birliği Sineması” ve “Bursa Türk Ocağı Tiyatrosu” olarak yazılmaktadır. Dönemin kaynaklarında bu iki ifade yoktur. Bu binayı iki kurumun yanı sıra birçok devlet kurumu kullanmıştır.
Semih Günver Bir Kiraz Ağacı Olsaydım adlı kitabında kilisenin tiyatroya nasıl dönüştürüldüğünü ve sekiz yaşındayken gördüklerini anlatır:
“Gazi, fırtına gibiydi. 23 Eylül’de Türk Ocağı’nda Şapka Devrimi konuşmasını yaptı. Babam, kalpaklarımızı dolaba kitledi. Böylece sağ kulağım da baskıdan kurtuldu.
Gazi’nin ziyareti dolayısıyla Zeki Beyin Başkanlığında, Ankara’dan Senfoni Orkestrası; İstanbul’dan da Darülbedayi, kadrosunda Bedia Muvahhit ve kocası dahil, Bursa’ya geldiler. Setbaşının sol tarafındaki yokuşun ortalarında bulunan harap Rum kilisesi acele tamir edilmiş, mihrap kısmına bir sahne yapılmış, perde takılmış, arka taraftaki balkon da temizlenip, iskemleler konularak şeref tribünü haline getirilmişti.
Hayatımın ilk orkestra konserini ve tiyatro temsilini, Atatürk’ten iki sıra arkada, bir iskemle üzerine oturmuş, tertemiz, uslu uslu izlemiştim. Gazi Mustafa Kemal’in arkadan sağ profilini görüyordum. Düz yatırılmış sarı saçları parlıyordu. Kaşları çatıktı. Yüzü zayıftı. Babam onun arkasındaki sıradaydı. Ankara’dan gelenler vali, Mustafa Kemal’le aynı sırada oturmaktaydılar. Hepsi huzursuz ve endişeli görünüyor, Gazi’nin temsili ve konseri beğenip beğenmeyeceğini kestiremiyor, ani bir kızgınlığından kaygı duyuyorlardı. Ben, iskemlemde kollarımı ütülü beyaz gömleğimin üzerinde, bacaklarımı o sabah boyattığımız siyah potinlerimin sıktığı ayak bileklerim hizasında kavuşturmuş, paşalar gibi oturuyordum. Gazi Paşa kızsa da herhalde bana kızmazdı. Babamın eve getirdiği Amerikan müziği plakları beynimde fırtınalar koparmıştı. Orkestra hangi eserleri çaldı bilemiyorum. Fakat bu defa, bu konser beni rahatsız etmedi, sesler daha munis, melodi daha uysal geldi. Konseri sonuna kadar sıkılmadan dinledim.
Darülbedayi artistlerinin sergiledikleri eser, galiba bir Fransız komedisi idi. Bedia Muvahhit zarif ve inceydi. Kocası Muvahhit, hassas bir adama benziyordu. Bedia Muvahhit’in Fransızca’ya çalan şivesini o yaşta bile bir hayli yadırgamıştım. Bu benim, sekiz yaşımda tiyatro dünyası ile ilk tanışmam oldu. Tiyatroya o tarihten bu yana sadık kaldım. Başarılı ve tanınmış bir tiyatro sanatçısı olmak arzusunu kalbimde uzun yıllar sakladım…
Gazi, 1 Ekim’de Bursa’da Dokuma Fabrikası’nın temelini attı, 2 Ekim’de Bursa Kız Muallim Mektebi’ndeki müsamereyi seyretti.
Mustafa Kemal, 3 Ekim’de belediyede verilen ziyafette, sanat ve kültür konularına temas etti. Bursa’daki konseri ve tiyatro temsilini beğenmişti. Yaptığı konuşmada, sanatçıları övdü ve ‘Memlekette bu nevi sanatkârlar, ihtiyaç ile mütenasip şart ve miktarda yetiştirilememiştir’ dedi.”
Semih Günver anılarında Rum kilisesi diye yazar. Ancak burası Ermeni Kilisesidir. Anılarını 1986 yılında yayımlamıştır. Bahsettiği konuysa 1925 yılında yaşanmıştır. Arada 61 yıl vardır. Hafızası yanıltmıştır. Aynı kitabın bir sayfa sonrasında aynı kiliseden bahseder: “Arkadaşlarımla buluşup oyun oynadığımız Rum kilisesinin dereye tepeden bakan teraslı bahçesine gittim.”
Darülbedayi ilk defa 1926 yılında Bursa’ya turne yapmıştır. Tiyatrocular 27 Mayıs 1926 Pazar günü İzmir Karşıyaka’dan trene biner, sabah 05.51’de Bursa’ya gelir. Oyuncu kadrosu: Kınar, Bedia, Mina, Şaziye, Fahire Hanımlarla; Raşit Rıza, Nurettin Şefkatî, Behzat, M. Kemal (Küçük), Rıza Fazıl, Celâl Beyler ve Vasfi Rıza Zobu. Oyuncular çarşı içinde bulunan Osmaniye adlı otelde kalırlar. Aynı günlerde Mustafa Kemal Paşa da Bursa’yı ziyaret etmiş, Darülbedayi’nin bütün oyunlarını seyretmiştir.
Vasfi Rıza Zobu anılarında Raşit Rıza’nın Bursa’da başına gelen olayı anlatır:
“Raşit Rıza, ertesi sabah yanında bir arkadaşıyla (herhalde Behzat olacak), geldiğimizi haber vermek için Vali’yi makamında ziyarete gittiler. Öğleye doğru da döndüler.
Vali, Raşit’i tanımamıştı! Fakat sorduğu suallerden birini nakledeyim de, hakkında siz hüküm verin.
-Kumpanyanız kalabalık mı?
-On yedi kişiyiz.
-Tabii çalgıcıları da getirdiniz! Çünkü burada bulamazsınız!
(Raşit, elbette fena halde bozulmuş)
-Biz çalgıcı kullanmayız!
-Allah Allah! O halde kadınlarınız nasıl oynarlar?
-Neyi nasıl oynarlar?
-Kantoyu çalgısız nasıl oynarlar demek istiyorum?
(Raşit, adamı süzmüş de, ilk ağızda patlak vermemek için, işi alaya vurup Behzat’ı göstererek)
-Bu zurna çalar, bende davul. Böylece oynatırız!”
Darülbedayi ilk olarak Paul Gavault’ın yazdığı ve Kemâl Ragıp’ın çevirdiği Devlet Kuşu 2 Haziran 1926’da kiliseden tiyatroya çevrilen salonda sahnelenir. Oyunu Mustafa Kemal Paşa da seyreder. 4 Haziran’da aynı yerde adını tespit edemediğim bir oyun sahnelenir. Vasfi Rıza Zobu şöyle der:
“Dar’ülbedai’nin temsiline teşrif buyuran Paşa Hazretleri halkın devamlı alkışları ile istikbal ve temsili halkla beraber oturarak temaşa etmişler ve sanatkâları müteaddid defalar alkışlamışlardır. Gazi Hazretleri halkla konuşarak aynı tezahürat hürmetkârane olunmuşlardır.”
6 Haziran saat 22.15’te H. de Grosse’un yazdığı ve İ. Galip Arcan’ın çevirdiği Süt Kardeşler oyunu sahnelenir.
“Halkın devamlı alkışları ile istikbal olunmuşlar ve halk arasında oturmuşlardır (…) Gazi Paşa Hazretleri, sanatkârları müteaddid defalar alkışladılar. Oyunun hitam müşarünileyh hazretleri aynı tezahürat ve hürmetkârane ile teşyi olunmuşlar ve halkla görüşerek otomobillerine gitmişlerdir.
Darülbedayi’nin 7 Haziran’da Halk Mektepleri menfaatine oyun sahneleyeceği haberi gazetede yer alır. Hangi oyunun sahnelendiğini tespit edemedim.
“Gazi Hazretleri dün geceki [7 Haziran] müsamereyi halkın alkışları arasında konuşarak takip buyurdular. Piyesin nihayetinde halkın ısrarı üzerine perde iki defa açılarak Gazi reverans yaparak sanatkârları tekdir ettiler. Başta gelen piyesi çok beğendiler.”
Darülbedayi 9 Haziran’da Tayyare Cemiyeti yararına Aman Hanım Biraz Sus komedisini sahneler. 10 Haziran’da Muallimler Birliği’nin himayesinde Tayyare Cemiyeti menfaatine Binnaz ve Afacan oyunlarını sahnelenir.
Vasfi Rıza Zobu anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın tiyatroya olan ilgisini ve eğer gerçekleşseydi tarihe Bursa Suikastı olarak geçecek olayı anlatır:
“Gazi Mustafa Kemal Paşa, tiyatroya her akşam tam vaktinde gelir; halkın arasındaki koltuğuna otururdu. Paşa neşeli. Biz neşeli. En güzel, en zevkli temsillerimizi O’nun huzurunda, o gecelerde vermiştik. Biz böyle görüyor, böyle hissediyor, böyle biliyoruz ya… Meğer en tehlikeli, Vatan ve Millet için en felâketli zamanları o gecelerde geçiriyoruz da haberimiz yokmuş! Ziya Hurşit ve arkadaşlarının idamiyle sona eren, “İzmir suikastı” diye adlandırılan facia: biz oyun oynarken, bu tiyatronun içinde olacakmış! Kilisenin kubbesinden mi, yandaki kapıdan mı, ne kahrolası yerdense; bombayı atacaklar; hepimizi havaya uçuracaklarmış!.. Sonra bir takım sebeplerden dolayı kararı değiştirmişler. Hınçlarını geme vurmuşlar. Planlarını “İzmir’de tatbik etmek” üzere tehir etmişler.”
Yılmaz Akkılıç Atatürk ve Bursa adlı kitabında, Mustafa San’ın (futbolcu, lakabı tereyağ Mustafa) kiliseyle ilgili anısını anlatır:
“Setbaşı’ndan yukarı çıkarken sağ tarafta bir Ermeni Kilisesi vardı. Darü’l-Bedâyî temsilini bu kilisede verdi. Tanınmış sanatçılar arasında Raşit Rıza ve Halide Pişkin de bulunuyordu. Tiyatro olarak düzenlenen kilise binasının elektrik tesisatını Selanikli Derviş adında bir genç yapmıştı. Benim de arkadaşımdı. Onun yardımıyla tiyatroya gitmek istedim, önce izin vermediler. Bunun üzerine arkadaşım, ‘elektriği keserim’ diye gözdağı verdi, razı oldular beni de almaya. Atatürk’ü yakınında seyrettim temsili. Atatürk çok çok alkışladı. Temsilden sonra oyuncuları yanına topladı, onlarla konuştu.”
Darülbedayi oyuncuları 11 Haziran 1926’da Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder. Paşa’nın Raşid Rıza ve Mahmud Beyler’e söylediği sözler gazetede yer alır:
“Sizi çok takdir ederim. İnkılabımıza sizin de hem hizmetleriniz vardır. Şimdiye kadar temsillerde sizin temsilleriniz gibi muntazam ve sanatkârane oynanan bir piyesi seyretmedim. Temsillerdeki intizamının cidden şayanı takdirdir. Sanatınızı meslek ittihaz ederek azmetmenizi, arkadaşlarınızla samimi olarak geçinmenizi bilhassa tavsiye ederim. Sizin vatana en büyük hizmetiniz Anadolu’muzu baştanbaşa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanızdır. Teşekkür ederim, turnelerinize muntazaman devam ediniz.”
Vasfi Rıza Zobu’nun turneden aldığı ücret 643 liradır. Darülbedayi 12 Haziran 1926 Cumartesi günü sabah 07.30 treniyle Mudanya’dan İstanbul’a gider. On beş günlük Bursa turnesinin sonucu iç açıcı değildir. Rıza Ruşen şöyle der: “Zavallı sanatkârlar rağbetsizlikten kaplıcaların banyo parasını bile çıkaramamışlardı.”
1970’li yılların genç oyuncusu Metin Belgin, Bursa’nın emektar tiyatro oyuncusu Şükrü Serener ile yaptığı söyleşiyi Yeni Nilüfer dergisinde yayımlar. Şükrü Serener bir yerinde şöyle der:
“1927’de topluluğumuzun dağılması üzerine diğer sanatçılarla birlikte Bursa’ya gelerek Ahmet Güldürür ve Talât Beylerin yönetimindeki tiyatroya katıldık. Setbaşındaki Şafak ve Açıkhava tiyatrolarında temsiller verdikten sonra turneye çıktık.”
UĞUR OZAN ÖZEN
Kaynakça:
A, Madat (Aşot Madatyan), Sahnemizin Değerleri, 2. Cilt, İstanbul: Osmanbey Basımevi, 1944.
Akkılıç, Yılmaz, Atatürk ve Bursa, Üçüncü Baskı, Bursa: Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi Yayını, 2009.
Belgin, Metin, “Şükrü Serener’le Bir Konuşma”, Yeni Nilüfer, Kasım 1975, Sayı: 3, s. 3-6.
Bora, Oğuz, Feraizci-zâde Mehmet Şâkir ve Bursa Tiyatrosu, 2. Cilt, Ankara: Devlet Tiyatroları Yayınları Belgeler Dizisi No 3, 1987.
Eğilmez, Mümtaz Şükrü, Millî Mücadele’de Bursa, (Yayına Hazırlayan İhsan Ilgar), 1. Basım, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1980.
Ergeneli, Adnan, Çocukluğumun Savaş Yılları Anıları, İstanbul: İletişim Yayınları, 1993.
Günver, Semih, Bir Kiraz Ağacı Olsaydım, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1986.
Naşit Efendi (Özcan), Komik-i Şehir Naşit Efendi Nusret Safa Coşkun’un Kaleminden Halk Sanatkârı Komik-i Şehir Naşit Efendi’nin Hayatı, (Yayına Hazırlayan İbrahim Özen), Büyüyenay Yayınları: İstanbul, 2019.
Özdemir, Nezaket, Ulusal Basında Atatürk’ün Bursa Gezileri, Bursa: Nilüfer Belediyesi ve Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi, 2012.
Ruşen, Rıza, “Bursa Tiyatro Kumpanyaları ile Doldu”, Akşam, 7 Teşrinisani 1929.
Üney, Selâmi “75. Yaşında Bursa’nın Tiyatro Alanında Yetiştirdiği Koca Çınar Şükrü Serener”, Doğru Hâkimiyet, 13 Ocak 1982.