Evet, şimdi düşünüyorum da, tiyatro tarihimiz, günümüz tiyatrosunda olup bitenler doğru yazılıyor mu? Hatta gerçekten yazılıyor mu? Bu konuda pek emin değilim.Neyse, her zaman yaptığım gibi, sözü şirazesinden çıkartmayıp, asıl konuya döneyim hemen.
Bana göre “Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim” adlı oyununun en doğru, en uygun tanımı “Bir Hakan Altıner retrospective“i olmalıdır. Neden mi?
Yaptığı işe, mesleğine, tiyatroya tutku, merak, özveri, sevgi, saygıyla bağlı bir insanın tanıklığında bütün o yılları, o oyuncuları, o piyesleri hatırlamaya, o repliklere, şarkılara, şiirlere eşlik etmeye, kimi gerçeklerle (belki de ilk kez) yüzleşmeye, Türk tiyatrosunun yarım asrı geçmiş bir panaromasının içinde dolaşmaya, hatıraların gölgesinde mutlu dakikalar yaşamaya, hazır mısınız?
“Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim” adlı oyunu izlerken, ‘gölgelerin surete, sesin yankıya, sözcüklerin cümlelere, notaların şarkıya, geçmiş zamanların yarın ve bugüne iliklenişine’ tanıklık edeceksiniz.
Hakan Altıner bu oyunda sadece kendi sanat tarihçesini anlatmıyor, ince bir gusto ve kanından, mayasından gelen o sonsuz nezaketle bir dönemin insanlarını, İstanbul’unu da gözler önüne seriyor.Bir hayat içinde bir dolu hayatı izleyicisine yaşatıyor.
Yıldız Kenter ile sekiz buçuk yıl süren gölgeli ilişkinin nedeni neydi?
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda kol gezen “iki yabancı” kimlerdi?
Ya Ankara turnesinde yaşanan, o tıbbi mucizeye tanıklık eden doktorun sözleri?
Bedrettin Dalan’ı Şehir Tiyatrosu’nu kapatma fikrinden kim ve hangi oyunun elde ettiği başarı vaz geçirtmişti?
Prof.Dr. Nurettin Sözen’in İstanbul Belediye Başkanlığı görevine geldiğinde ilk çözdüğü mesele neydi?
Yıldız Kenter’i kim, hangi nedeni öne sürülerek sahneden uzaklaştırdı?
Netekim Paşa tam da tiyatro binasını yıktırtma kararını vermek üzereyken, ne olmuştu?
“Tam elli beş senelik ‘tiyatrocu ömrü’mü, en ilginç, en keyifli anları/anılarıyla paylaşmanın heyecanı içindeyim.Aslında biliyor musunuz, şimdiye kadar oynadığım, yönettiğim, yazdığım hiçbir oyunda ‘Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim’ kadar heyecanlanmamıştım.”
Sahne aydınlandığında; Bir piyano, yazı masası, koltuk ve bavulu fark ediyoruz.
Piyanist piyanosunun başında, kadın oyuncu yanında, seyirciye dönük bir biçimde piyanoya dayanmış.Hakan Altıner yazı masasında.Elinde bir fotoğraf.
Piyanist ilk şarkıya başlar:
“My Way“
Hakan Altıner – Bizim mesleğimiz, tek adıyla ‘Tiyatroculuk’. Çok söylenen benim de yüzde yüz katıldığım bir saptama var: ‘Seyirciler bizim meslektaşlarımızdır aslında’. Çok doğru, çünkü seyirci olmadan, tiyatro yapılamaz ya da eski ustalarımızın tabiriyle ‘Marifet iltifata tabidir’.
Ben, bugün, kendim kadar tanıdığım bir tiyatrocunun, Hakan Altıner’in ‘Tiyatrocu ömrü’nü anlatacağım size, kimi hüzünlü, kimi neşeli anılarla dolu.And more, much more than this / O did it my way.”
“Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim”, Hakan Altıner’in tanımıyla “Bir müzikli, anı oyun”. Sanılanın aksine, hiçbir koşulda yanıltmayan hatıraları, nicedir tedavülden kalkmış vefa kavramını, saygı duygusunu, kabuklaşmış eskilerin üstünden sıyırarak sahneye taşıyor Hakan Altıner. Kendi seçtiği, hayata füsun serpen o ışıltılı hayali anlatıyor izleyiciye. Tıpkı, bana anlattığı gibi.
Evet, bana anlattığı gibi. Hakan Altıner ile “Hayal Bilgisi” adlı nehir söyleşi kitabını hazırlarken kulislerde, Kenter Tiyatrosu’nun sahnesinde, bazen eski program dergileri, replikler, notalar, oyun afişleri arasında, mesela “Alaybeyli “,”Ah Berelim”, “Bir Tokat”, “Hayat Bayram Olsa”,”Sessiz Gemi”, “Kaçsam Bırakıp” şarkılarında tüm o zamanları yeniden yaşamıştık.
Biraz dedikodu yapalım mı? Nasılsa biz bizeyiz. Lâf burada kalacaktır, eminim.
Hakan Altıner “Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim” projesini yazmamı önerdiğinde, ilk tepkim :
“Hakan Bey, nasıl olur, benim üstesinden gelebileceğim bir şey değil bu. Tamam, bir tekst obur olabilirim, ama tiyatro oyunu yazmak beni aşar” olmuştu.
“Yaparsın,” dedi. O halde tek şartım vardı, beraber çalışmak. Kabul etti. Nane şekeri yedikten sonra, üstüne bir bardak su içmiş gibi ferahladım o an. Rüzgâra karşı uçmaya hazırdım. (Yoksa cahil cesareti mi? Ah, şu sınır tanımaz ego manyaklığım…)
Her detayı, adeta bir patchwork dikercesine anlamlı, uyumlu bir bütünde birleştirmem gerekiyordu. Ya başaramazsam? Şarkılara, yaşanmışlıkları eşlik edemez, tekinsiz patikalara saparsam?
Şimdi, şu an, hemen, daha ertesi gün bile olmadan başladım yazmaya. Endişeliydim, korkuyordum. Duygu Asena‘nın sesini duyar gibi oldum birden:
“Diyelim ki başaramadın, ne olur? Denedim, olmadı, dersin.”
Hatırlıyorum, serin ve yağmurlu bir hava vardı dışarıda.
Hakan Altıner ile kendimizi 14 Eylül 1952 Pazar gecesi Cumhuriyet Gazetesi’nin idarehanesinde bulduk önce. Sonra nasıl oldu bilmem, bir gün, bir zamanda Yıldız Kenter karıştı hayatlarımıza. Merzifon turnesine çıktık beraberce. Sonrasında İzmir, Ankara, Antep, Samsun dolaştık durduk, anlayacağınız. Haldun Dormen, Nedret Güvenç, Müşfik Kenter, Suna Pekuysal, Gencay Gürün, Dilek Türker, Levent Kırca, Nükhet Duru, Yekta Kara, İlhan Şeşen, Aydan Şener, Perran Kutman, Arsen ve Can Gürzap ile dolu anıların, yaşanmışlıkların istilasına uğradık. Üç duvarlı dünyanın, dördüncü duvarına çevirdik bakışlarımızı. Sahneden inmem gerekiyordu artık… Hayat nasılsa kendi makamında akmaya devam edecekti.
Birden gölgeler arasında çocuk ve genç Hakan Altıner‘i (Halis Murat Canaz) ve ona eşlik eden oyuncu, yönetmen, yazar, öğretmen, tiyatro sahibi Hakan Altıner’i ayrımsadım. Gonca Birol Bahar notadan notaya geçerken, Yıldız Kenter, Suna Pekuysal, Nükhet Duru’ya dönüşüyordu.
Çok uzaklardan, çok eskilerden çıkıp gelen, bir takım donmuş ‘an’lar arasında hissettim kendimi. Selim İleri‘nin sesini sesimin yanında duydum yeniden:
“Yalnız sanatın var edebileceği mucizeyle zaman yeniden kurgulanıyor…”
İşte o kurgunun bir yerindeydim. Neden bilmem, bir damla gözyaşı, göz pınarlarımdan taşıp dudağımın kenarına doğru süzüldü. Heyecan, diyelim.
Sahnede esen duyarlık rüzgarına bıraktım kendimi.”Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim” diyen Hakan Altıner’in tanığı ve suç ortağı olmaya, repliklerle, şarkılarla o hayali örmeye, hatta yaşamaya hazırdım.
Hakan Altıner – Çok sevdiğim bir tanımlama var: Tiyatro, oyuncunun evi; sinema misafirliği; televizyon ise vardiyasıdır.
Ben, bu gece, ‘bizim ev’de geçenleri anlattım, istedim ki, aramızda olanları da olmayanları sevgiyle analım.
Muhsin Hoca’nın, 1927 yılından bu yana, Şehir Tiyatrosu’nun sezon açılışında, hiç aksatmadığı bir geleneği var, bugün de hala sürüyor. Bir tepsinin üzerine konmuş mumlar yakılıyor ve kulisteki orta masanın üstüne konuyor. Hocanın anlatımıyla devam edelim..
Genç Hakan – ‘Bu salonun duvarları göçmüş sanatçıların resimleri ile, ölüm döşeğinde alınmış son acıları, son gülücükleri, son duygularını yansıtan maskeleriyle süslüydü. Bu küçük tören, sanki onların gözü önünde, perdenin yeni bir döneme açıldığını canlandırsın diyeydi. Mumlar, bu resimler, bu maskeler önünde eriye eriye, birbirlerini erite erite yıkılıp sönerlerdi.
Bunun temelinde hiçbir metafizik düşünce, hiçbir mistik eğilim yoktur. Bu, memleketimizde tiyatro sanatının doğması, gelişmesi, kökleşmesi için canlarını veren, bizden önce nice adsızlar olduğunu genç sanatçı kuşağına anımsatmak için başlatılmış bir eylemdir. Hayal gücü olanlar o mumlarda tanıdıkları, tanımadıkları sanatçıları bulurlar, onların nasıl eridiklerini görürler. Yanan ve eriyen mumlar genç, ihtiyar tiyatro savaşçılarının birer simgesidir.
Bu eriyen mumlarda kimler yoktur?’
Hakan – Biz de, her geçen gün sayıları çoğalan, sonsuzluğa gözyaşlarımızla uğurladığımız, o eşşiz tiyatrocuları, mumların alevinde alkışlayalım mı?
“Bu Işıltılı HAYALi Ben Seçtim”in künyesi:
Anlatan / Yöneten : Hakan Altıner
Yazan: Pınar Çekirge
Oyuncular : Hakan Altıner, Gonca Birol Bahar, Halis Murat Canaz
Müzik Direktörü: Semih Erdoğan
Müzisyen: Alihan Yılmaz
Görsel Yönetmen: Müjdat Kavas
Afiş Tasarım: Özlem Gezer Ege
Yapım: MB Güzel Sanatlar / Murat Bozkuş
Yönetmen Yardımcısı: Başak İlhan
Işık-Ses: Efe İşcanlı