a)Biz uzun yıllar Hakyemez Apartmanı’nda oturduk Giresun‘da. Unutulmaz komşularımız, hepsini ayrı ayrı çok sevdiğim Hakyemez ailesinin yeğeni, can dostum Organik Ömer’le tanışıklığım da bu sayededir zaten.
Bizim Ömer’in dayısı, Uğur Dündar’ın bacısıyla evliymiş meğer. Bunu öğrendiğimde ilkokuldaydım. (Tam bire bir böyle olmayabilir, ama bu minvalde bi hısımlık idi Ömer’inkisi). Kendimi, epey uzunca bi süre Uğur Dündar’la çok yakın akrabaymışız gibi mi hissetmedim, içten içe büyük gururlar mı duymadım. Neler neler.
Hatta TV’de Salim Dündar’ı gördükçe; ”Bu da kesin bizdendir” diyip diyip keyiflendim de.
b)”Bakır kaplar kalaylansın / Şu odada bi mum yansın / Uyuyan bahtım uyansın / Ah ana beni eversene” türküsüne oldum olası çok duygulandım. Biraz mahcup olmadım mı mandolinimle çalarken, oldum tabi. Sanki kendim üçün mü çalıyordum? Hayır!
Daha küçücüktüm la!!!
Olsun, yine de gizli gizli çalardım evde bunu. Evlilik-mevlilik o yaşta? Ama memleketimin geleneklerini-göreneklerini algılamaya başlamıştım artık; Evde mum yanması, gelinlik kız var demekti, kapların kalaylanması düğüne hazırlık demekti.
Ey gidim. Aha yine gözlerim doldu.
c)Çanakkale’de Ata’mızın kalbinin üstündeki saate çarpan şarapnel? Ata’mızın hayatını kurtaran saat? Aman Allah’ım ne muhteşem bişeydir? Nasıl büyük mucizedir? Gerçi, kalbinin üstünde saat taşıyan bi adam daha önce hiç duymadıktı?
Misal babam? Saati hep kolundaydı. Kolundaki simsiyah tüylerine gurban olduğum adam.
Varsın olsun, Ata’mızla ilgili her hikâye ruhumuzu okşuyordu işte. Sarı gafasına, mavi gözüne hayran olduğum.
d)Alt mahallemizde saygıdeğer bi komşu teyze vardı. Adını unuttum, Sabiha Teyze diyeceğim, galiba öyleydi? Abimle, Hakyemez Apartmanı’nın denize doğru bakan penceresinden o güzelim manzarayı izlerken bi kalabalık gördük bigün.
”Sabiha Teyze ölmüş” dediler. Üzüldük tabi.
Bikaç sene sonra. Aynı civarda yine bi kalabalık… Yine abimle camdan bakar iken biz… Annem üzgün… Çok üzgün…
”Çocuklar, Sabiha Teyzeniz ölmüş” ! Abimle birbirimize baka kaldık? ”Yahu o zaten öldüydü” der gibi. Demek yanlış anımsadık, Allah Allah, falan derken konu kapandı gitti.
Çok uzun yıllar sonra, Abim İstanbul’daydı bu kez. Ben yine aynı camda, henüz lisedeydim. Aynı sokağın aynı yerinde, aynı kalabalık yine? Annem cenaze evine gidecek, annem çok üzgün, fırlarcasına çıktı sokağa;
”Oğlum Sabiha Teyzeniz ölmüş, babana telefon açıp söylersin”. Oysa ben Abimi aradım hemen. Gülmekten konuşamadım tam;
‘Alo Abi, Sabiha Teyze yine ölmüş”.
****
Sonra bugünlere gelelim:
a)İnsanın hangi evi ”kendi evi”dir? Doğduğu ev mi, babasının öldüğü ev mi? Elbette ikincisidir. Arada bi Hakyemez Apartmanı’nı ziyaret ederim halen. Babamın can verdiği yatak odasında bi müddet sessizce otururum. Ev saabı Nazan Hakyemez Yener ablam bişey demez.
Gözlerimizi birbirimizden kaçırırız.
b)Memleketimin gelenekleri hala etkiler beni. Misal eski eşim, canım Olcay’ın kına gecesinde en çok ben ağladıydım. Konuklar, ”Ula damat ağlar mıymış kınada” diye gülüşürken.
c)Ben bişey yiyip içerken mutlaka üzerime dökerim. Karpuz lekesi olmayan tişörtüm, meyve suyu lekesi olmayan gömleğim, patates kızartması yağı lekesi olmayan kazağım hemen hemen hiç yoktur ve bunları bi daha da asla giyemem. Daha dün gece evde derbiyi izlerken yemek masamızda, kızım Çiğse;
”Baba aynen her an bişey dökecekmiş gibi oturuyon” deyip güldürdü bizi.
Çok şükür, alkol denen meretten kurtuldum epeydir. Ama on gün kadar evvel idi. Bi dost meclisinde yarım kadehçik şarap içeyim dedim, ortama eşlik etme niyetine… Üzerime şarap döktüm bu kez. Gömleğimin önü lekelendi tabi. Arkadaş, gece eve girdim, üstümü başımı çıkarıyom, ne göreyim? İçime giyindiğim tişörtümün ense gısmındaki etiket bölümü de şarap lekesi olmuş. Nasıl olur? Oraya kadar nasıl gider?
Sanırım tarihteki 2. şarap’nel vakası da budur.
d)Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölüp ölmediğini sık sık unuturum. Abartmiyim, şu 5 sene içinde, en az 5 kez Google amcaya bakmışımdır; ”Ya Fazıl Hüsnü üstadımız sağ mıydı, öldü müydü”?
Dün gece de baktım. Vefat etmiş maalesef.
Tahminen seneye yine bakacam. Sabiha Teyze’dir bi nevi. Bi türlü tam ölmez ozanların ozanı.
En azından yüreğimde.
****
Google amcaya başka bişey için bakmam zaten. Lütfen beni, yurdumu ve şehrimi kuşatmış ”gogıl yazarları” ile bir tutmayınız.
Cümleten sağlıklı bi hafta dilerim.
Budur arz-u halim.
(Değerli dostlarım, Öğretmenler Günü, dünyanın pek çok ülkesinde ayrı ayrı tarihlerde kutlanmaktadır. Çoğu devlet, kendilerince önemli bir tarihsel günü, öğretmenlerine adamıştır. Bundan daha doğal, daha anlamlı ne olabilir? Örneğin bizim memleketimizde, Atatürk’ün sembolik olarak kara tahta başına geçtiği 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Kenan Evren ve darbe karşıtlığı kisvesi altında Atatürk’e diş bileyenlerin dayattığı gibi, tüm dünyada kabul görmüş 5 Ekim Öğretmenler Günü diye bişey asla yoktur.
Başkomutan’ın, kara tahta başına geçip Başöğretmen’imiz de olduğu günün yıldönümü kutlu olsun.
Laik, devletçi, cumhuriyetçi, vatansever, halkçı ve Atatürk devrimcisi tüm öğretmenlerimin ellerinden öperim)